Erdoğan’ın adetidir.
Kendisi bir yaşındayken…
Adnan Menderes’in 1955’te yaptığı Esenboğa Havalimanı için “Biz yaptık” diyebiliyor.
Hatta Turgut Özal’ın 1987’de açtığı Adnan Menderes Havalimanı’nın ustalık eseri olduğuna inanıyor.
Bunlar daha ne ki?
“Bizden önce üniversite mi vardı” dediği Sivas’ta, Cumhuriyet Üniversitesi 1974’ten bu yana hizmet veriyor. Kendisine mal ettiği Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi 1982’de, Zonguldak Karaelmas Üniversitesi 1992’de kuruldu.
Erdoğan, “99’dan önce” diye bakmadan bu eserlere konarken; sıra depremin sorumluluğunu almaya geldiğinde, yıkılan binaların yüzde 98’inin 1999 yılı ve öncesinde inşa edildiğini savunarak, enkazı ‘Eski Türkiye’ye iteliyor.
Erdoğan’ın verdiği oran, ne kadar gerçeği yansıtıyor, bilinmez. Belki enkazlar kaldırıldıktan, belki iktidar değiştikten sonra işin aslını öğrenebileceğiz.
Ancak Hatay’da tanık olduğum yıkım Erdoğan’ı doğrulamıyor.
Çünkü 1999 yılı ve sonrasında inşa edilmiş binaların yıkıldığını ve hasar aldığını gördüm.
Buna en çarpıcı örnek, Hatay Eğitim ve Araştırma Hastanesi.
Yedi yıllık hastane kullanılamıyor
Bu hastane şehrin biraz dışındaki Güzelburç Mahallesinde 140 bin metrekarelik Hazine arazisi üzerine inşa edildi. TOKİ tarafından yapılan binanın temeli 2013’te atıldı. Aralık 2016’da hizmete açıldı.
İşadamı Erol Bilecik’in inşa ettirdiği anadolu lisesi ve kongre merkezi binaları sapasağlam ayakta dururken…
Hatay Eğitim ve Araştırma Hastanesi hasar gördü, kullanılmaz hale geldi.
Hastanenin zemini çatırdadı ve yerinden oynattı. Ön yüzeyinde çatlaklar meydana geldi. Tavan kaplaması çöktü ve tüm ekipmanları hasar gördü. Parke taşları kırıldı, merdivenler büküldü, avlu çöktü.
Hastane kullanılamaz hale geldiği için deprem gecesi alelacele boşaltıldı. O kadar ki, doktorlar yoğun bakımdaki hastaları bırakarak kaçtı.
Ertesi gün avlusunda sahra hastanesi kuruldu.
Bir yetkili, bu hastanenin eski Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in talebi üzerine araziye taşındığını iddia ediyor. “TOKİ kayıtlarında bile var. Hastane başka yerdeymiş, oraya taşıtmış. Binayı su basıyor. Oraya hastane mi yapılır!” diyor.
Ergin, bu iddiayı reddediyor.
Sağlık Bakanlığı’nın talebi üzerine arazinin verildiğini, binayı TOKİ’nin yaptığını belirterek, şu bilgileri veriyor:
“Sağlık Bakanlığı arazi istiyor. Hazine arazileri içinde çok yere baktılar, en son bunda karar kıldılar. Bakanlık da ‘Yaparım’ dedi. Bakanlığın tasarrufu. Ben ne anlarım hastaneden! Bildiğim kadarıyla arazide iyileştirme yaptılar. Sıkılaştırılmış bir zemini var. Bina kızaklar üzerine kurulu. Yaptıran Sağlık Bakanlığı. Yer Hazine’ye ait. Benim ne dahlim olacak?”
Beş yıllık müftülük yıkıldı
Hatay’da sadece Eğitim ve Araştırma Hastanesi yıkılmadı. Beş yıl önce inşa edilen müftülük yerle bir oldu. Müftü Ömer Faruk Bilgili can verdi.
2007’de açılan Hatay Havalimanı’nın pisti kırıldı.
Jandarma, Emniyet, polisevi, karakollar, belediye ek binası ve itfaiye de yerle bir oldu.
1999’dan önce inşa edildiği belirtilen bu kamu binalarının niye depreme karşı güçlendirilmediği sorusu orta yerde duruyor.
Ayrıca başta Rönesans Rezidans olmak üzere onlarca yeni bina da toplu mezara dönüştü.
Dedim ya…
Erdoğan’ın adetidir.
Örneğin, depremin vurduğu Adıyaman’da, “Biz yaptık” dediği havalimanı 1998 yılında inşa edilmişti.
Fakat şimdi 2007’de bizzat açılışını yaptığı Hatay Havalimanı’nı hatırlamıyor. Hatay Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nin adını bile anmıyor.
Evet, “99’dan önce” iktidar sahipleri sorumluluktan kurtulmak için “Enkaz devraldık” derdi. Fakat kendi enkazını, önceki iktidarlara yıkan bir iktidar yoktu.
Hani Kahramanmaraş’ta 93 riskli yapı kalmıştı?
CHP Kahramanmaraş Milletvekili Ali Öztunç, Elazığ Depremi sonrası, 5 Kasım 2020’de soru önergesi verdi.
Önergede şunları yöneltti:
“Doğu Anadolu Fayı’nda devam eden hareketlilik gözleri fayın Elazığ’dan sonraki devamı niteliğindeki Kahramanmaraş ve Hatay’a yöneltmiştir. Uzmanlar fayın Kahramanmaraş bölümünde 500 yıldır birikmiş büyük bir enerji olduğunu ve bu fayın her an harekete geçebileceğini dile getirmektedir.”
Öztunç, şu soruyu yöneltti:
“Riskli binaların tespiti yönünde çalışma yapılmış mıdır? Kaç bina riskli olarak değerlendirilmiş ve ne tedbir alınmıştır?”
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’ndan verilen yanıtta 2012’den beri 4576 bağımsız bölüm içeren 1396 yapının riskli olarak tespit edildiği, bunlardan 1303’ünün yıkıldığı bildirildi.
Oysa…
Kahramanmaraş Depremi’nden sonra Bakan Murat Kurum’un yaptığı açıklamaya göre şehirde 10.777 binadaki 53.227 bağımsız birim ağır hasar gördü ve yıkıldı.
Ve 837 binadaki 5.924 bağımsız birimin orta, 16.824 binadaki 86.759 bağımsız birimin az hasarlı olduğu belirlendi.
Yalnızca 20.746 binada 52.260 bağımsız birim hasar görmedi.
Anlamak mümkün değil.
Hani, olası bir depremde riskli bina sayısı 1396’ydı.
Hani riskli binalardan 1303’ü yıkılmıştı.
Şehirde topu topu 93 riskli bina kalmış olması gerekmiyor mu?
Bakanlık 10.777 ağır hasarlı ve yıkık yapıyı nasıl açıklayacak?
Bu arada Öztunç, “Kahramanmaraş’ta deprem analizi yapılmış mıdır? Yapılmışsa ne zaman yapılmıştır ve sonuçları ne olmuştur?” diye de sordu.
Yanıtta kentsel dönüşüm için beş yılda 104.633.400 TL kaynak kullanıldığı belirtildi.
Bakanlık, Onikişubat ilçesinde Hacıbayram Veli, Malik Ejder ve Yusuflar mahallelerindeki bazı bölümlerin 2013’te riskli alan ilan edildiğini vurguluyor. Dört noktada 50 hektarlık alanın rezerv yapı olarak belirlendiği, bu alanlara 551 konut üretimine başlandığı belirtiliyor.
Osmaniye’de hasar tespitine yandaş müteahhit kıskacı
Osmaniye’de hasar tespit çalışması yürüten Çevre ve Şehircilik Bakanlığı yetkilileri kendisini hasar tespit komisyonu üyesi diye tanıtan iktidar yanlısı olan müteahhit yakınları tarafından kıskaca alınıyor.
Elime ulaşan bir videoda, kendisi yapı denetim firması sahibi, kardeşleri müteahhit olan İlhan Karataş, ailesi tarafından yapılan binanın hasar tespitine katılmak istiyor. Karataş, “Bu binayı biz yaptığımız için arkadaşlarla birlikte nerede kırık var, onu tespit etmek için geldim” diyor.
Karataş’a bakanlık yetkilileri şiddetli karşı çıkıyor. “Sen başka yere gidersin, sen yandaş olarak konuşuyorsun, burada görev ifa edemezsin” diyor.
Bir apartman sakin, “Sokakta kaldık” diye konuşuyor.
Karataş da “Sokakta kalmaya devam edin, sonuç açıklansın, ondan sonra evlerinize girin” diye etkilemeye çalışıyor.
Karataş’ın bir önceki dönem Osmaniye Belediyesi’nde AK Parti’den meclis üyesi olduğu ve İmar Komisyonu’nda görev yaptığı biliniyor.
Arınç: Savaş hali dışında olmazmış! Ayet mi var?
Eski TBMM Başkanı ve Cumhurbaşkanı İstişare Kurulu üyesi Bülent Arınç, seçimin depremden ötürü ötelenmesi önerisini ortaya atarak, tartışmanın fitilini ateşledi.
Başta CHP lideri Kılıçdaroğlu olmak üzere muhalefet, öneriye karşı çıkıyor. Arınç için, “Rolü belli isimleri sahaya sürüyorlar” diyen Kılıçdaroğlu, olası bir ertleme kararının darbe niteliğinde olacağını ifade ediyor.
Ancak iktidar da görünür de Arınç’ın önerisini sahiplenmiyor. AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik, “Kişisel açıklamalardır, partimizi bağlamıyor” dedi.
Arınç’ı aradım.
Aslında ne önerdiğini…
Yaptığı açıklamaya verilen yanıtları sordum.
Kılıçdaroğlu’nun size verdiği yanıt hakkındaki düşünceniz nedir?
Hayret ediyorum. Ben tamamen hukuki bir konu söylüyorum. Anayasa’nın ilk dört maddesi hariç, her tarafı değişti zaten, 78’inci maddeye tabu gibi bağlı kalamayız. Eğer seçim zamanında yapılabiliyorsa başımın üstüne yeri var, ama bu şartlar altında, ölü sayısını telaffuz etmekten korkuyorum, şu kadar bina yıkılmış, hala enkazda kalan var, hangi seçmenden oy isteyeceksiniz, hangi seçmeni sandığa götüreceksiniz? Burası 85 milletvekili çıkarıyor. 85 milletvekilinin yerine kimi koyacaksınız? Rehabilitasyona ihtiyaç var. Savaş hali dışında olmazmış. Ayet-i kerime mi var? Allahtan korkun. 78’inci maddeyi meclis yaparsa olacak tabi, tepeden inme olsun demiyorum ki. Partilerin uzlaşmasıyla mümkün olursa… Ama şimdi muhalefet “Tam bir fırsat yakaladık, bunun üzerine bilmem ne sıkmasın Bülent Arınç” diye düşünüyordur. Böyle kazanılacak başarı insanı ferahlandırır mı? Ne kadar ahlaki, ne kadar hamiyet dışı? Milletin canı yanmışken, “İki ay sonra haydi seçime” nasıl diyebileceğiz? Keşke böyle bir ortam olsa. Ama yok.
Normal tarihinde yetişmez mi?
Yetişmez diye düşünüyorum.YSK “yaparım” diyorsa yapabilir. Ama yarın millet isyan ettiği zaman, “Nerede bizim seçmenlerimiz” derse cevabını nasıl vereceksiniz? Ama her tedbiri alıp “Seçimi yapabiliriz" diyorlarsa vallahi memnuniyetle, en önce ben koşarım. Diyorum ki “Bu şartlarda 18 Haziran’da seçim olmayabilir.” Bunun için yol gösteriyorum. Diyorum ki genel başkanlar grup başkanlarıyla toplanır da aynı fikre varırsa 400’ün üzerinde oyla anayasa değişikliği geçebilir. Yok böyle bir uzlaşma olmazsa, ne yapılabilir derseniz, kaos ortaya çıkar.
Siz hala yapılamayacağı kanaatindesiniz.
Ben 20 seçim geçirmiş insanım kardeşim. Böyle bir şeyle ilk defa karşılaşıyorum. Ben 1969’dan beri seçimin içindeyim. Sıcak yataklarından kalkmamış insanlar ahkam kesmesinler. Siyasetçiyim. Bu konuda fikrimi söylemeliyim. Demokrasiye, hukuka, anayasaya inanmış bir insanım. Ama 78. madde buna engel. Engelleri aşmak mümkün. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemiyle bile aşıldı. Senin partili cumhurbaşkanın var. Sen bunları kendine alıştırdın da… Efendim, savaş olmadıkça bilmem ne. Savaş mı olsun yani? Bu savaştan beter bir durum. Bu yaraların sarılmasından sonra benim tercihim, 2024 Martı’nda mahalli seçimle birlikte yapılsın. 1999’da geçirdik böyle bir şey. Geç olur diyorlarsa, yine teklifim, kasım ayı. Üçüncü tercihim, hangi tarihte anlaşırsanız, eylül olur, ağustos olur, size bırakıyorum. Ama ben haziranda olamayacağını düşünerek, bu teklifi yapıyorum.
Şöyle bir yaklaşım var: Siz sanki AK Parti’nin aklından geçeni dillendiriyorsunuz.
Yazıklar olsun. Böyle bir şey yok. Ben Tayyip beye gerektiğinde muhalefet etmiş bir insanım. Kesinlikle o böyle bir şey yapmaz, ben de böyle bir şey kabul etmem. Ben siyasetin dışında bir insanım. En çok bana yakışır bu iş. Şu anda tarafsız konumdayım. Ben finans uzmanı değilim, marketing uzmanı değilim, hukukçuyum kardeşim. Anayasa ve Adalet komisyonlarında çalışmış, iç tüzüğü uygulamış bir insanım. Mutfakta çalıştım. Bu işi sizden daha iyi biliyorum ya, lütfen kabul edin. Muhalefet bunu dillendiremez, utanır. İktidar böyle bir şeyi söyleyemez, zafiyet kabul eder karşı taraf diye. Ben ikisinin dışında, birisi bunu konuşsun da şu işi kafalardan atalım diye… Ama hukuk içinde kaldım, anayasa içinde kaldım. Yok sivil teşebbüsüdür, filan.
Evet, öyle deniyor.
Aman, ne derlerse desinler. Binlerce insandan öyle teşekkürler alıyorum, onlar hiç önemli değil. Benim söylediğim şu: Anayasa değişikliğini meclis yaparsa istediği tarihi koyabilir. Uzlaşmayla olması lazım. Tabi burada bir eksiğimiz ortaya çıkıyor. Uzlaşma kültürünü yok ettiğimiz için acaba genel başkanlar gelir mi, gelirse ne konuşur. Bir deprem var, binlerce insanımız öldü. Ben muhalefetin sorumlu davranacağını ümit ediyorum. Karara da saygı duyacağım. Onlar “Seçim zamanında olsun” diyorsa zaten anayasa değişikliğini yapmak mümkün olmayacak. Ama sonraki gelişmeler de bu yolu kapatanların üstünden olur. Ben söylemiş olayım.
Ne olur?
Bilmem, bir şey olur. Bu seçim, bu şekilde yapılması mümkün halde olmazsa başka imkanlar ararlar. Bunu YSK da arar, cumhurbaşkanlığı da arar. Bir şey yaparlar yani. En doğrusu, meclisin ortak karar almasıdır. Ben bu büyük felaket karşısında seçimlerin ne mayısta ne haziranda yapılabileceğini düşünmüyorum. Seçim tarihinin mecliste belirlenmesi lazım. Uzlaşma olmayacaksa seçime gireceğiz demektir. Bunun sonuçlarını hep beraber karşılamak durumunda oluruz.
Çok kötü bir misal belki ama diyelim ki 18 Haziran’da seçimin yapılması kararlaştırıldı. 18 Mayıs’ta, Allah korusun, buna benzer bir felaket oldu. “Ne yapalım, savaş yok, bir ay sonra seçimi yapacağız” diyebilir mi siyasetçiler? Onu düşünsünler. Savaştan çok daha zor şartlar altındayız. İki milyona yakın nüfus yer değiştirmiş. Yarısını seçmen kabul etmek lazım. Seçmen kütüğüne kayıtlı insanların öldü mü, kurtuldu mu, nerde olduğu belli değil. En azından bugün seçim konuşan bir insana depremzedelerin hangi gözle bakacağını düşünmek lazım.