Kurban Bayramı’nın ilk gününde, sosyal medya çağının da etkisiyle, birbirinden yaratıcı bayram mesajları aldık. Fakat bana kalırsa hiçbiri Cumhurbaşkanlığı Sözcüsü İbrahim Kalın’ın mesajı kadar derinlikli değildi. Mesajında “Kurban”ın kökenine atıf yapıyor ve akraba ile aynı kökten beslendiğini vurguluyordu. Kalın’ın mesajı şöyle;
“Kurban, ‘kurbiyyet’ yani yakınlaşmadır. (‘Akraba’ da aynı kökten gelir.) Akıl ve teslimiyet peygamberi Hz. İbrahim’i andığımız bu bayram bizi sonsuz rahmet sahibi Rabbimize yakınlaştırsın. Mevla ülkemizi her tür kaza, bela, afet ve musibetten korusun. Bayramınız kutlu olsun.”
Bu mesaja “Amin” demek yakışır.
Fakat, bayram mesajlarındaki bu yaratıcılık acaba bu halkın gerçekten bayramlaştığı anlamına gelir mi? Bu halk bayramlarda gerçekten yakınlaşmakta mıdır? Dahası, İbrahim Kalın ve temsil ettiği anlayış, bu yakınlaşmayı samimiyetle istemekte midir?
Evet, akraba, eş, dost arasında küçük çaplı bir bayramlaşma olduğu ortada. Fakat bu toprakların insanı birbiriyle gerçek anlamda barışacak, bayramlaşacak dirayette mi? Siyasal kamplaşmanın sosyal kamplaşmaya dönüştüğü bir atmosferin içinden geçiyoruz. Siyasetten beslenen ama günün sonunda sosyal hayatın tam da ortasında duran bir kamplaşma bu. Bir tarafta Erdoğan’ın seçmenleri diğer tarafta muhalifler…
Buradan hareketle Erdoğan’ın seçmenleri yerine “muhafazakar seçmen” demek de mümkün. Gelecek, DEVA ve Saadet’i saymazsak, Türkiye’de “mukaddesatçı sağ” seçmenin ana omurgası hala Erdoğan’dan vazgeçmedi. Ancak bu vazgeçmeyiş, gerilimi giderek tırmandırıyor. 5-10 yıl öncesinden farklı bir durumun içindeyiz. Artık, Erdoğan’ı çarşıda, pazarda, kahvede veya bayram ziyaretlerinde savunmak çok zor. Erdoğan’ın seçmenleriyle muhalif seçmenlerin birbiriyle gerilmeden konuşması neredeyse imkansız.
Bu durum, seçim öncesinde havanın da gerilmesine neden oluyor. Sorunu fark eden AKP MKYK üyesi Şamil Tayyar, erken seçimin memleketin hayrına olduğunu şöyle dile getirmiş Twitter’da, 8 Temmuz’da;
“Seçim süreçleri üzeri açık yara gibi her an enfeksiyon kapabilir. O sebeple provokasyonların en yoğun yaşandığı dönemlerdir. Süre uzadıkça risk artar. Uygun zamanda aziz milletin hakemliğine başvurmak gerek. Feraset sahibidir, sözü söyler hükmü verir.”
İbrahim Kalın’ın mesajına geri dönelim. Bu bayramda gerçekten yakınlaştık mı? Bu soruya olumlu yanıt veremediğimiz açık. Fakat, bugün değil ama yarın, bu halkın barışması, yakınlaşması şart. Şu durumda bile, on yıllar boyunca unutamayacağımız travmalar yaşadık. On yılları geçelim, en geç 1 yıl içinde bu gerilimin sonuçları sandığa yansıyacak. İktidar sahiplerinin koltuğu bırakmamak adına neler yapabileceğini ise hukuk değil, iktidardakilerin fiili güçleri belirliyor. Hukukun üzerinden geçilebiliyorsa geçiliyor.
Barışmamız şart. Fakat bu noktada, halk kesimleri ile siyaset insanlarını birbirinden ayırmak gerekir. Erdoğan’a gönül veren emekçi, esnaf, çiftçi kesimleri, alternatif bir hakikat evrenine hapsolmuş durumda. Bu evrende, Türkiye güllük gülistanlık. Aksini düşünen bir takım nankörler, ajan-provokatörler var. Yoksulluk artıyor ama zaten dünyada da artıyor. Bunlar bu evrenin dağıttığı ödüller. Bir de cezalar var, “Erdoğan giderse” diye başlayan… Camilere ne olacak? Başörtüsü yasaklanacak mı? Peki sosyal yardımlar? Vs. vs.
Muhalif seçmenlerin de psikolojisinin sağlıklı olmadığı ortada.
Sağlıklı bir seçim dahi yapabilecek toplumsal iklimi kaybediyoruz. Türkiye İslamcılığının faşizmin bu topraklara özgü bir yorumu olduğunu sanırım artık kavradık. Türkiye ise faşizm ile demokrasi arasında arafta duruyor. Böyle tehlikeli bir dönemeçte seçime gidiliyor. O halde, aracıları ortadan kaldırıp, bu iki halk kesiminin dialog kurması, yarının Türkiyesi için elzem.
Bu noktada, siyaset kurumu işin içinden çıkamıyorsa, aydınlar, sanatçılar devreye girebilir.
CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu “Helalleşme” çıkışıyla bunu deniyor. Fakat bu çıkışın derinliğine uygun bir iletişim stratejisi takip ediliyor mu?
Evet, muhafazakar seçmenin duygu durumunu anlamak ve anlatmak bu kamplaşmanın bitmesi için şart. Bu çaba çok da değerli. Fakat, muhafazakar seçmene, muhalif seçmenlerin duygu durumu anlatılmadığında, “Helalleşme” ile arzu edilen sonuç alınamıyor. Muhafazakar seçmenlerin duygu durumunu muhaliflere anlatmaktan, muhaliflerin duygu durumunu muhafazakarlara anlatmaya geçilemiyor.
Eğer, muhaliflerin duygu durumu, endişeleri, istekleri, muhafazakarlara anlatılabilirse, işte o zaman, faşizmin panzehiri olan kamu vicdanı harekete geçecektir. Çünkü faşizm, bir olağanüstü durumdur, toplumların olağan kavrayışına uygun değildir.
Bu konu üzerine belki de hep beraber daha fazla düşünmek gerekir. Hepimize iyi bayramlar…