Hatay’ı 6 Şubat depreminden önce görmemiş olanlar asla telafi edemeyecekleri bu ihmalleri için sinelerini dövseler yeridir. Müslümanların, Hristiyanların ve Yahudilerin kardeşçe yaşadığı, yarıya yakınının Alevi-Nusayri inancından olduğu, gündelik hayatta Arapça da konuşulan, Türkiye’deki son Ermeni köyünün bulunduğu ve Atatürk’ün “Benim şahsi meselemdir” deyip ismini verdiği Hatay, şimdi bütün mahalleleri ve köyleriyle bir enkazdan ibaret…
Türkiye haritasında kocaman bir hafriyat alanı artık Hatay.
Bir moloz yığını.
Hatay’da beş gün
Hatay’a, depremin ikinci günü olan 7 Şubat’ta varıp 11 Şubat akşamına kadar şehirde kaldım. Şu gerçeği rahatlıkla söyleyebilirim: bizzat görmemiş olanların, Hatay’ın uğradığı yıkımı gözünde canlandırması mümkün değil.
Beş gün boyunca Hatay’ın tüm caddelerini dolaştım.
Yüzlerce enkazı gördüm.
Binlerce depremzedeyle konuştum.
Bizzat tanığım…
Geç müdahale ölümleri arttırdı
Hatay’da bir değil, iki deprem meydana geldi.
Biri, tabii olan.
Diğeri de depremden sonra ve bürokratik ve kurumsal olan.
AFAD ilk iki gün Hatay’da yoktu. Valiliğe göre bu gecikmenin üç nedeni var:
Bir: Hatay’a yardım edecek Kahramanmaraş, Gaziantep, Adana ve Osmaniye’nin depremde yıkılması.
İki: Konya ve Ankara gibi ikinci kuşak şehirlerden gönderilecek ekiplerin kar engeline takılması.
Üç: İstanbul ve İzmir’den gelecek ekiplerin pist kırıldığı için havalimanına inememesi.
İlk iki gün Hatay’a sadece Suriye’den Türk Silahlı Kuvvetleri getirilebildi. Çeşitli şehirlerinden, bazıları belediyelere, bazıları sivil organizasyonlara bağlı gönüllü kurtarma ekipleri AFAD’dan önce şehre vardı.
Ve zaten devletin kendisi de enkazın altında kalmıştı. Belediye ek binası, Jandarma Komutanlığı, polisevi, karakollar, müftülük, Devlet Hastanesi, Eğitim ve Araştırma Hastanesi yıkılmıştı. Dolayısıyla devlet kendisini enkaz altından çıkarmaya çalıştı.
Haliyle Hatay, enkazın dışındakiler ve içindekiler olarak ikiye ayrıldı. Hasbelkader depremden kurtulan Hataylılar enkazdakileri kurtarmak için ölümü göze aldı.
Enkazdan çıkarılanlar kalanları kurtarmak için çabalayanlara katıldı.
Nasıl mı?
Ya çıplak elleriyle…
Ya da ne buldularsa onunla!
Çünkü kurtarma çalışması yapabilecek ve enkazı kaldırabilecek vinç, dozer ve hata hilti bulmak mümkün değildi. Valilik bu eksikliği Hatay’a tek bir yolla girilmesinden kaynaklı gecikmeye bağlıyor.
Olabilir.
Belki doğrudur.
Fakat sonuç değişmiyor.
İlk 48 saatte yüzlerce enkazın altında binlerce yurttaş “İmdat!” çığlıkları atarak, kurtarılmayı bekledi. Ve onlardan çoğu, yardım ekibi gelmediği ya da vinç bulunamadığı için, hayatta kalabilecekken aramızdan ayrıldı. İki günlük gecikmenin yüzlerce ölüme mal olduğunu tahmin ediyorum.
Hataylılar gecikmenin arkasında kasıt arıyor.
Şehrin yarı yarıya Alevi ve büyükşehir belediyesi CHP’li olduğu için iki gün boyunca görmezden gelindiklerini, televizyonların Hatay’ı görmediğini düşünüyorlar.
Doğrusu ben bu gecikmenin, liyakatsizlik ve beceriksizlikten kaynaklandığını düşünüyorum. Çünkü çoğunlukla Sunni ve AK Parti’ye oy vermiş olmaları Adıyaman’a da kurtarma olarak geri dönmedi. Hatay’a gelemeyenler sanıyor musunuz ki Adıyaman’a gidebildi?
AFAD’a dönersek…
Geçen 12 Kasım’da ‘çök-kapan-tutun' sloganıyla yurt çapında deprem tatbikatı adı altında göstermelik şov gerçekleştiren AFAD’ın kendisi bir afete dönüştü.
Sahne Menzil’de
Bugün hala hem arama kurtarmada hem de yardım bakımından ciddi bir koordinasyonsuzluk var. Hangi arama kurtarma ekibinin hangi enkaza müdahale edeceği rastgele belirleniyor.
O kadar ki…
Hatay Eğitim ve Araştırma Hastanesi depremde hasar gördüğü için avlusunda toplanan UMKE ekipleri, gönüllü arama kurtarma ve sağlık ekiplerine beşinci gün seyyar tuvalet temin edilebildi. Cenazeler yerde bekletildi.
Herkes bulduğu bir köşe başında yardım dağıtıyor. Kimi giysi, kimi ayakkabı, kimi çorba, kimi battaniye, kimi de su…
Yardımlar sokaklarda birer çöp yığını gibi birikiyor.
Devletin AFAD ve Kızılay gibi yardım kuruluşları varken şehir meydanı, hatta yıkılan meclis binasının önü Menzil’in Beşir Derneği’ne verildi. Ne kadar tarikat ve cemaat derneği ve vakfı varsa sahadaydı. Sanki devlet yardım organizasyonunu dini gruplara havale etmişti.
Salgın hastalık riski
Mevcut mezarlık dolduğu için yeni bir mezarlık açıldı. Cenaze torbası sayısı yetmiyor, ölüler battaniyelere sarılıyor ve araç yetişmediği için el arabalarıyla taşınıyor. Hala enkazda binlerce ceset var. Cesetler kokmaya başladı.
Bazı cesetler çıkarıldıkları enkazın önünde saatlerce bekliyor. Kimi cenazeleri alacak kimse kalmadı.
Zira onlar da hayatını kaybetti.
Elektrik yok, çadırkent kurulamadı
Hatay’a elektrik verilemedi, şehir aydınlatılmadı ve karanlıkta kaldı. Valilik enkazda kazaya sebebiyet vermemesi için bu önlemi aldıklarını ifade ediyor. Ancak altıncı gün Köprübaşı aydınlatılabildiğine ve ışıldaklar yakılabildiğine göre bu mazereti geçerliliğini kaybediyor. Demek ki sokak lambaları yakılabilirdi.
Doğalgaz da yok. Akşam hava sıcaklığı sıfırın altına düşüyor. Şehir ayazdan tir tir titriyor. Enkaz altında kalanlardan bir kısmının donma yüzünden öldüğü tahmin ediliyor.
İlk beş gün birkaç parktaki çadırları saymazsak, çadırkentler ve konteynerkentler kurulamadı. Çadırlar o kadar sınırlıydı ki, insanlar yanlarında ve açık havada battaniyeye sarınıp uyudu. İnsanların çoğu ya enkazlarının başında sokakta ya arabalarının içinde ya da bulabildikleri çadırlarda geceledi.
Elektrik olmadığı için ateş yakılarak ısınılıyor.
Temiz ve sıcak suya erişim olmadığı gibi, seyyar tuvalet temin edilemedi. Beceriksizlik o kadar had safhaya ulaştı ki, Köprübaşı’na konan dört seyyar tuvalete gider bağlanmadığı ortaya çıktı. Bu yüzden tuvaletler tıkandı.
Bugün bile şehrin belirli bölgeleri hariç telefonlar çekmiyor ve internete erişilemiyor. Baz istasyonlarının kurulu olduğu binalar yıkıldığı için arızanın meydana geldiğini ileri sürülüyor. Öyle olsa bile ikinci günden itibaren seyyar baz istasyonu kurulabilirdi.
Güvenlik zaafiyeti büyüyor
Askerlerin görev aldığı meydanlar dışında bir güvenlik zafiyeti var. Marketler, eczaneler ve kuyumcular soyuluyor, evlere giriliyor ve insanlar sokakta gasp ediliyor. Aydınlatma olmadığı için gece, bazen gündüz, şehirde yürümek oldukça riskli. Yeterli sayıda asker ve polis yok.
Halk yağmacı olduğunu düşündüklerini bulduğu yerde döverek cezalandırıyor. Polis ve askerler cop, kemer ve kayışla bu kişilere işkence ediyor. Acıdır ki, işkence görüntüleri övünçle yayınlanıyor.
Vatandaşlar ve hatta kamu görevlileri yağmalardan Suriyelileri sorumlu tutuyor. Oysa bu suçlara karışanlar arasında Türk vatandaşları da bulunuyor. Böyle olduğu halde suçlular Suriyelilere genelleniyor. Bu gerilim Suriyeliler ve vatandaşlar arasında kitlesel karşı karşıya gelişi tetikleyebilir.
Önce çöktü, şimdi göçüyor
Ve asıl önemlisi, Hatay’daki canlı sosyal hayat enkazın altında kaldı. Hatay’ı var eden ve ayakta tutan iş dünyasından eğitimcisine, doktorundan mühendisine, beyaz yakalısından mavi yakalasına, akademisyeninden üniversitelisine, sporcusundan gazetecisine, kim varsa, ya öldü ya da yaralandı.
Sağ kalanlar enkazdaki yakınını çıkardıktan ya da cenazesini toprağa verdikten sonra şehri terk ediyor.
Hatay önce çöktü.
Şimdi göçüyor.
Enkazı kaldırmak, yerine yeni binalara dikmek ayları bulabilir. Tarihi binalar da pekala aslına uygun şekilde yapılabilir.
Ancak Hatay’ın çok inançlı, çok dilli ve politik sosyal hayatını geri getirmek mümkün olmayabilir.
Asıl kaygı vermesi gereken tam da budur.
Vatandaşından boşalan Hatay yasal olarak ayrılmaları mümkün olmayan Suriyelilerin çoğunluğu oluşturduğu bir şehre dönüşebilir. O gün Suriye sınırında bir iç Suriye kurulmuş olur.
Hatay’ın demografisi değişmemeli ve korunmalıdır.
Hatay, yalnızca büyük Atatürk’ün değil, her bir Türk vatandaşının da şahsi meselesidir.