Hatay Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Güzelburç Mahallesi’nde kurulurken, en çok itiraz edenler arasında Bağımsız Kamu Görevlileri Sendikaları Konfederasyonu (BASK) üyesi sağlıkçılar geliyordu.
Öyle ki, 2010’da Elazığ depremi sonrası yaptıkları açıklamada, “Birinci derece deprem riski olan bu noktaya hastane yapılması hem maliyeti katlar hem de can kaybı olur” dediler.
Uyardılar.
Hem de üç yıl boyunca…
2011’de Van Depremi sonrası, hastanenin iki fay hattı ortasına ve meraya inşa edildiğini anlatarak “İlerleyen yıllarda depremde şifa mı olacak, yoksa felaket mi” ,diye sordular. Acilen hastanenin yerinin değiştirilmesini istediler.
2012’de valilik önünde, “Kampüs hastanesi, ölüm projesi mi olacak” diye pankart açtılar.
Her ne söyledilerse 6 Şubat 2023’te çıktı!
Yoğun bakım hemşiresi anlatıyor
O tarihte eylemleri düzenleyenlerden Abdullah Gül, açılmasını protesto ettiği Hatay Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne 2019’da yoğun bakım hemşiresi olarak atandı.
BASK’a bağlı Birlik Sağlık Sen temsilcisi olan Gül, depremden dört saat öncesine kadar nöbetteydi. Hemşire, sarsıntıya evde yakalanırken, hastane de kullanılamaz hale geldi. Duvarlar çatladı, zemin göçtü ve asma tavanlar çöktü.
Yıkım bu kadarla sınırlı kalmadı.
Önceki gün Hatay Eğitim ve Araştırma Hastanesi yoğun bakım ünitesinde ölüme terk edilen ve oksijen verilmediği için can veren çocuğun görüntüsünü yayınlamıştım.
Meğer o tek değilmiş!
Gül’e göre acil serviste, ikinci ve üçüncü katta 14’ü çocuk, 112 yoğun bakım yatağı vardı. Depremden sonra görevliler 28 hastayı çıkardı. Ancak Gül, dördü çocuk olmak üzere en az 80 hastanın içeride öldüğünü öne sürüyor. Sistemine girilmediğinden kesin rakamın verilemediğini söylüyor.
Elektrik kesildi, jeneratör çalışmadı
Gül, şu bilgileri veriyor: “Elektrik kesiliyor. Jeneratör devreye girmiyor. Oksijen sistemi patlıyor. Oksijen sistemi olmadığı zaman hastanın yaşama ihtimali yok. 15-20 dakika sonra ölmeye mahkumlar. Arkadaşlar çıkarabilecek kadar hastayı çıkarıyor. Yukarı çıktıklarında artçılar oluyor. Üstlerine asma tavan düşüyor, geri iniyorlar. Su boruları da patlıyor. Acil servisteki arkadaşlar avludaki kantinde hastalara müdahale ediyor. Acile giremiyorlar. Sarsıntılar sürüyor. Müdahale edecek ortam yok.”
Gül, katlardan indirilen kimi hastaların, müdahale imkanı olmadığı için öldüğünü iddia ediyor.
Gül şöyle devam ediyor: “Hastaların acilde tekerlekli sandalyede öldüklerini görmüşler. Bunlar zaten entübe dediğimiz, makineye bağlı hastalar. Oksijen verilmediği için ölmüşler.”
Hastanede görevli Ş.T. adlı hemşirenin, yoğun bakımda tedavi gören oğlu M.M.T. can verenler arasında.
Ş.T., oğlunun cenazesini bir hafta sonra bulabildi.
72 yaşındaki hasta kayıp
Hastanede kayıplar da var. Örneğin 72 yaşındaki Halit Uludağ, 20 gündür tedavi gördüğü hastanede depreme yakalandı. Eşi Refika, eşinin ne ölüsünü bulabildi ne dirisini.
Refika Uludağ anlatıyor: “Eşimin göğüs hastalıkları vardı. Ayağı kırıktı. Depremden 20 gün önce yattı. En son cuma gördüm. Pazar akşamı deprem oldu. Dediler ki, ‘Sevk edildi. Ama nereye edildi, bilmiyoruz.’ Arıyoruz; yok. Ne ölüsünü söylüyorlar, ne dirisini.”
Deprem gecesi hastanede nöbet tutan bir görevli WhatsApp grubunda yaşadıklarını paylaşırken, “İnsanlar saatlerce bağırarak yağmur altında vefat etti” diyor.
Gül, hastanede asansörlerin sürekli arıza yaptığını, elektrik, su ve havalandırma sorunlarının bulunduğunu ve sigara içilmemesi için yangın merdivenlerinin kilitlendiğini ileri sürüyor. Bunların felaketi ağırlaştırdığını vurguluyor.
Hastane çöktü, 72 ölü var, tek istifa yok
Birlik Sağlık Sen Hatay İl Temsilcisi Abdullah Gül’ün hemşire eşi Asiye Gül, Hatay Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nin Antakya merkezindeki ek binasında çalışıyordu. Asiye Gül, depreme nöbetteyken yakalandı. Çöken binada Gül dahil, sekizi hemşire olmak üzere 72 insan öldü.
Abdullah Gül, deprem olduktan 15 dakika sonra binanın önüne koştu.
Gül, anlatıyor: “Beşer kattan iki blok yerle bir olmuştu. Enkaza çıktım, eşimin ismini seslendim. Alttan biri dedi ki, ‘Abi üstüme basıyorsun, az ileri git.’ Geceleri o ses kulağımda çalkalanıyor. Yanda yarık vardı, oradan bir ses: ‘Bizi kurtarın.”
Gül, yardım istemelerine ve polisin defalarca anons geçmesine rağmen kimsenin gelmediğini belirterek, şöyle diyor: “O gün sabah olsun diye nasıl dua etiğimizi bir bilseniz. Sabah gün ağardı, insanlar yakınlarını kurtarmak için geldi. Enkaza çıkmak istediler. Dedim ki ‘Çıkmayın, işi bilmiyoruz, devletimiz gelir.’ İki üç saat enkaza çıkarttırmadım. Yayladağı Belediyesinden iki kepçe ve dört kamyon geldi. ‘Biz müdahale etmeyi bilmiyoruz, AFAD’ı bekliyoruz’ dediler. İki saat beklediler. Bizi bırakıp gittiler. Öğleye doğru biz çıktık enkaza. Sekiz kişiyi çıkardık.”
Gül, ağabeyiyle birlikte ilaç bulabilmek için yıkık haldeki acile girdiklerini anlatıyor. Çocuk İstismar Merkezi (ÇİM) koltuklarını kırıp sedye yaptıklarını ve kurtardıkları insanlara müdahalede bulunduklarını belirtiyor.
İkinci gün Ümraniye Belediyesi’nden bir ekibin geldiğini, “Ses alamıyoruz” deyip gittiklerini söylüyor. Öğleye doğru polis ekiplerinin gönderildiğini ancak onların da kurtarma tecrübelerinin bulunmadığını vurguluyor.
Gül, “Daha önce bu hastanede çalıştığım için eşimin odasını tahmin ederek buldum. Odanın karşı tarafındaki odada olabileceğini düşündük. Enkaza girdik. Artçılar oldu. Üçüncü gün akrabalarımla birlikte eşimin bulunduğu enkazı açtık. Öğlene doğru ses aldık. Bu arada, KARDOFF adlı Karabüklü kurtarma ekibi Twitter’dan paylaşımlarımızı görüp geldi. Ses aldığımız yere odaklandı. Ya eşim ya da hemşire arkadaşlarımızdan biri ‘Buradayım’ dedi. Gece üçe kadar çalıştık. Üçte o sesi de alamadık. Kimse canlı çıkmadı. En acısı da, alttakilere ulaşmak için enkazdaki odunları temizliyor, sonra o odunları alıp parkta çocuklarımızı ısıtıyorduk. Dördüncü güne kadar yağmalanmadık yer kalmadı. Beş altı kişilik aile grubumuz vardı. Parkta yan yana durduk ki, yağmacılar gelirse birbirimize destek çıkalım" diyor.
Gül, beşinci günden sonra cenazelere ulaşmaya başladıklarını kaydediyor.
Gül:
“İnsanların duası, canlı çıkmaktan ziyade ceset tek parça çıksın, kokmadan çıksındı. Çıkanları tanıyamıyorduk.”
Çıkardıkları kız çocuğunun sonradan kaybolduğunu ileri sürerek, şöyle konuşuyor:
“Bir kız çocuğunu kurtardık, 12-13 yaşlarındaydı. Üçüncü gün ambulansa teslim ettik. Kızın resmini deprem gruplarında ‘Aranıyor’ diye gördüm. Kıza şimdi ulaşılamıyor.”
Gül, üç - dört gün sonra ambulansların geldiğini, yedinci güne kadar bir devlet yetkilisinin hastaneyi ziyaret etmediğini vurguluyor.
Gül:
“Öyle bir rezalet vardı ki, dördüncü gün Ukrayna ekibi ile bir Hollanda ekibi geldi. Ellerine harita vermişler, yanlarında tercüman yok. Harita da siyah-beyaz bir çıktı. Sadece mahallenin adı yazıyor. ‘Gidin, arayın’ demişler. Karabüklü ekipten Rusça bilen bir gönüllüyü onlarla tanıştırdım. Ve onlarla bu sayede çalıştık. Böyle bir şey olabilir mi?”
Gül, eşinin cenazesini yedinci gün bulabildiklerini vurguluyor.
Binanın depreme dayanıksız olduğuna ilişkin raporunun olduğunu belirterek, şunları söylüyor:
“Bir il düşünün, aktif hastane yok, hepsi kullanılmaz durumda. İnsanlar enkazdan çıksa bile ilk yardım yapılamadığı için hayatını kaybetti. Sağlık Müdürü hala görev başında. Utanmadan geziyor."
Gül, geçen hafta suç duyurusunda bulundu.
Ek binanın molozu içinde taş ve kumun bulunduğunu, demirin düz bağlandığını, işçiliğin ve kiriş bağlantılarının kötü olduğunu iddia ediyor. Yardımın çok geç geldiğini savunuyor. Dilekçesinde Hatay Eğitim ve Araştırma Hastanesinde yaşananlar hakkında şunları yazıyor:
“Ana binada tedavi görmekte olan yoğun bakım hastaları müdahale yapılamadığından hayatını kaybetmiştir.”