Kimse eksiklere, sakat listelerine, bahanelere sığınmasın.
Kimse hakeme faturayı kesmesin.
Saint-Gilloise kim yahu?
Sokağa çık, yüz futbolsevere sor; doksanı adını ilk kez duyduğunu söyler. Avrupa futbol tarihinde, Belçika sınırları dışında ciddiye alınacak bir başarıları yok. Bu sezon Şampiyonlar Ligi’nde oynadıkları dört maçta 12 gol yemiş bir takım.
Bu maça kadar sanki devler ligine yanlışlıkla girmiş bir misafir gibiydi. Ama gel gör ki Galatasaray, kendisinden 3–5 gömlek aşağı seviyede olan bu ekibe yenildi. Bu gelecek adına mutlaka sorgulanmalı.
Tamam Osimhen yoktu, Lemina yoktu, Singo yoktu…
Peki ama İcardi vardı. Sane vardı. Torreira vardı. İlkay vardı. Sara vardı.
Saint-Gilloise kadrosunda bu isimlerin seviyesine yaklaşabilecek tek bir oyuncu bile yok.
Galatasaray, böyle bir takım karşısında ilk yarıda sahada yoktu desek abartmış olmayız. Orta sahadaki dirençsizlik, hücumu zincirleme biçimde felç etti. Top ileriye her gittiğinde geri dönmek zorunda kaldı. Saint-Gilloise’ın daha sakin, daha akıllı oynadığı maçta Galatasaray’ın üretebildiği Sara’nın direkten dönen şutu ve kaleciden dönen bir vuruşu oldu. Onun dışında rakip kaleyi tedirgin eden bir pozisyon bile üretemediler.
Hadi gol atamadın, bari gol yeme be arkadaş.
David'in golünde o savunma hatası neydi öyle.
Aslında sorun eksiklerde değil; sorun oyunda.
Sorun rakipte değil; sorun Sarı Kırmızıların kendisinde.
Galatasaray kazansaydı ilk 24'ü garantileyecekti.
Şimdi ayıkla pirincin taşını.
Önce Monaco, sonra Atletico Madrid deplasmanları.
Ayağına gelen kısmeti tepmek buna denir.
Yazık.
Son haftalarda Galatasaray'ın futbolunda ciddi düşüş var.
Ayrıca bu kadar çok sakatlığın da bir açıklaması olmalı.