Dünkü yazıda Merkez Bankası Başkanı Şahap Kavcıoğlu’nun Finansal İstikrar Komitesi toplantısına katılmamasının anlamına bakmıştım. Bugün sırada Finansal İstikrar Komitesi’nin kısa tarihi var. Ekonomi yönetiminin koordinasyonunu sağlaması amacıyla kurulan Finansal İstikrar Komitesi’nin tarihçesi, AKP’nin son 10 yılını özetliyor çünkü.
Finansal İstikrar Komitesi 2011 yılında, 2008 küresel krizi sonrası dünyada esen istikrar rüzgarlarına uyumlu biçimde kurulmuştu. O dönemde küresel ölçekte G20 ve uluslararası Finansal İstikrar Kurulu (Financial Stability Board), finansal istikrar odaklı çalışmalar yürütüyordu. Ülkeler de finansal istikrarın sağlanması ve korunması, sistemik risklerin takibi, düzenlemelerde koordinasyonun sağlanması, kurumlar arası işbirliğinin artırılması gibi amaçlarla bu tarz komiteler kurmaya başlamışlardı. Uygulamada farklılıklar olmakla birlikte bu komitelerde Merkez Bankaları ve düzenleyici kurumların yanı sıra siyasi iktidarın temsilcileri de yer alıyordu. Türkiye’de kurulan Finansal İstikrar Komitesi’ne Başbakan Yardımcısı/Bakan başkanlığında Merkez Bankası, Hazine Müsteşarlığı, BDDK, SPK, TMSF gibi kurumlar dahil oldular.
Komite çalışmalarına Ali Babacan döneminde başladı. IMF ve benzeri kuruluşlar o dönemde Türkiye’deki Komite’nin araçlarının net biçimde tanımlanmadığı, sadece bir istişare platformu gibi dizayn edildiği tespitlerinde bulunmuşlardı. Gerçekten de o dönemde toplantılar öncesinde tek tek kurumlardan gündem maddeleri istenir, o konular müzakere edilir, sonra ilgili kurumlar kendi kararlarını alırlardı. İletişim tarafında fazla bir çaba yoktu.
Dönemin tanığı olan kaynaklarım başlangıç yıllarını “Finansal İstikrar Komitesi’nin ilk dönemi” olarak tanımlıyor. Bu dönemde Finansal İstikrar Komitesi bir müzakere ve koordinasyon platformuydu, politika yapımı açısından merkezi bir önemi yoktu. Aynı kaynaklara göre Berat Albayrak’ın Hazine ve Maliye Bakanı olmasıyla birlikte (2018) Finansal İstikrar Komitesi’nin ikinci dönemi başladı.
Albayrak önce Komite’nin ismini ve rolünü değiştirdi. Çin’de örneği olan Finansal İstikrar ve Kalkınma Komitesi (FİKKO) oluşturuldu. Kalkınma ifadesinin eklenmesi aslında Komite’nin finansal istikrardan fazlasını hedeflediğinin açık ilanıydı. “Kalkınma” denince pek çok noktaya dokunabilmek mümkündü çünkü. Bu yaklaşımın arkasında Albayrak’ın müdahaleci, mikro yönetim modeli vardı. Albayrak öncesinde Finansal İstikrar Komitesi’nde kurumların bağımsızlığı varken artık bağımsızlığının tanınmadığı bir yapıya geçiliyordu.
Bu değişiklik Finansal İstikrar Komitesi’nin kanununda yapılan değişiklikle resmileştirildi. Yeni yasanın en önemli bölümü, 5. maddeydi. Daha sonra iktidara Merkez Bankası rezervlerinden 128 milyar dolarlık satış yapma olanağı da verecek olan o madde şöyleydi:
“Finansal sistemin bütününe sirayet edebilecek ölçüde olumsuz bir gelişmenin Finansal İstikrar ve Kalkınma Komitesi tarafından tespiti hâlinde, üye kurum ve kuruluşların yetkileri dışında alınması gereken tedbirleri belirlemeye kendi görev, yetki ve sorumlulukları çerçevesinde Cumhurbaşkanı yetkili olup, ilgili bütün kurum ve kuruluşlar belirlenen bu tedbirleri derhâl uygulamakla yetkili ve sorumludur.”
Bu madde kağıt üzerinde bağımsız FİKKO üyesi kurumları tamamen Cumhurbaşkanlığı ve siyasi erkin emrine veriyordu.
2020 yazında yaşanan kur krizi sonrasında Berat Albayrak görevinden apansız istifa ettikten sonra yerine gelen yeni Hazine ve Maliye Bakanı Lütfi Elvan, FİKKO’yu yeniden FİK’e, yani Finansal İstikrar Komitesi’ne dönüştürdü. Elvan geçmişte Kalkınma Bakanı olarak görev yaptığı dönemde zaman zaman Finansal İstikrar Komitesi toplantılarına katılmıştı ve işleyişini biliyordu. Fakat Elvan’ın bakanlığı kısa sürecek, Finansal İstikrar Komitesi’in üçüncü dönemi, Nurettin Nebati’nin Hazine ve Maliye bakanlığına atanmasıyla başlayacaktı.
Nebati’in göreve gelmesi sonrasında Finansal İstikrar Komitesi yeniden Albayrak döneminin FİKKO mantığıyla çalışmaya başladı. Hatta o dönemi de solladı. Nebati Albayrak’tan hızlı çıkıp “Politika faizini önemsizleştirdik” demiş ve ortaya daha katı bir uygulama çıkmıştı.
Dünkü yazıda belirttiğim gibi ekonomiyle ilgili kurumların başkanlarının artık hiçbir önemi kalmadı. Sorsak, BDDK başkanını, SPK başkanını, TMSF başkanını kim tanır? Çoğu kişi tanımaz. Adeta ortadan kayboldular.
Mevcut haliyle Finansal İstikrar Komitesi siyasi iktidarın talimatlarını ilgili kurumlara ilettiği, kurumların yetkilerinin adeta fiilen devredildiği bir yapıya dönüştü. Bağımsız kurumlardan hoşlanmayan Cumhurbaşkanı Erdoğan ekonomi alanında da bağımsız bir kurum bırakmamış oldu.