Biz gazetecilere sık sık mektup gelir.
En çok da cezaevlerinden…
Ben insan haklarına ilişkin haberler ve yazılar kaleme aldığım, yurttaş ve devlet arasındaki çatışmalara odaklandığım için tutuklu ve hükümlülerden de yığınla okurum var.
Kimilerini isim isim tanırım.
Sosyalistler cezaevindeki hak ihlallerini her ay düzenli olarak yazar. Bazıları şiddete uğradıklarını söyler, açlık grevine girdiklerini haber verir, duyarlılık beklerler.
HDP’li siyasetçiler…
FETÖ’den yargılanan kalburüstü kamu görevlileri…
Yeraltı dünyasının milliyetçi kabadayıları…
Hatta Adnan Hoca’nın kedicikleri de mektup gönderirler.
Bunlar siyasi olanlar.
Bir de cinayetten müebbet yiyenler, organize suç dünyasından içeri düşenler, dolandırıcılıkla suçlananlar var.
Onlar haksız şekilde suçlandığını, kendisine komplo kurulduğunu savunur. Bazıları mağdur edildiğini ve boşu boşuna içeride tutulduğunu kaydeder, mümkünse dosyasını incelememi ister. Her mektubu okur ve erişebildiğim dosyalara elden geldiğince bakarım. Bazı mektuplarda, mağduriyetleri okurken duygulandığım ve hukuksuzluklar karşısında dişlerimi sıktığım olur. Ancak geçen hafta İzmir 1 No’lu F Tipi Cezaevi’nden yazılan mektup beni çok şaşırttı.
Cezaevi faturası
Tutuklunun adı, A.Ç.
Mektubunda kardeşiyle birlikte cezaevinde yattığını belirtiyor. Öğrendim ki A.Ç. ve kardeşi R.Ç., 2014 yılında kan davalılarını öldürmek suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapse çarptırılmış. Genel af çıkmazsa ömürlerinin sonuna kadar cezaevinde yatacaklar.
A.Ç., ne iftiraya uğradıklarını…
Ne kendilerine yüksek bir ceza verildiğini…
Ne de işkence gördüklerini iddia ediyor.
Yalnızca elektrik faturalarından şikayet ediyor.
Bilmeyenler için ifade edeyim, cezaevlerinde aydınlatma hariç, diğer elektrik kullanımları mahkumlarca karşılanıyor. Son zamlarla birlikte elektrik faturaları oldukça kabarırken, cezaevlerinin pahalı olan ticarethane vasfında tarifelendirilmesi, mahkumları ödeyemeyecekleri borç yüküyle karşı karşıya bırakıyor.
A.Ç. şöyle yazıyor:
“Sayın İsmail Saymaz, size bu mektubu yazmamın sebebi, bize gelen fahiş fiyattaki elektrik faturalarıdır.
Biz iki kardeş aynı cezaevindeyiz ancak ailelerimiz İstanbul Sultanbeyli’de ikamet ediyor.
Maddi durumları iyi olmadığı için düzenli olarak ziyaretimize gelemiyorlar.
Ben 2014 yılında cezaevine girdiğim zaman kızım 80 günlüktü. Şimdi üçüncü sınıfa gidiyor. Şimdiye kadar kızımla 24 saat ancak birbirimizi görmüşüz. Bunların hepsi maddi sıkıntılardan dolayı.
Şimdi gelelim esas meseleye.
Bize burada her ay düzenli olarak her odanın ayrı ayrı elektrik faturası geliyor.
Şimdiye kadar gelen faturaların hemen hemen her ay birim fiyatı değişik geliyordu. Yapılan zamlardan dolayı genelde iyi kötü ödüyorduk. Çünkü gelen faturalar mesken abonesi tarifesi üzerinden geliyordu.
Ta ki eylül ayı faturasında birimi fiyatı, yani bir kilovatı 1,61 kuruş iken, ekimde bu fiyat 3, kasım ayında 4,15 lira olduğunu gördük. Ve bize söylenen, tarifelerin değiştiği, meskenden ticarethane tarifesine geçirildiği…
‘Bundan sonra bu şekil olacak’ denildi.
Sizden ricam bu konuya bir el altınız ve bize yardımcı olunuz.
Size şimdiden teşekkür eder, selamlarımı gönderiyorum”
Ödemeyenler baraj inşaatına!
A.Ç.’nin mektubunu okuduktan sonra cezaevlerindeki elektrik faturası sorununun hayli yaygın ve can yakıcı olduğunu öğrendim.
Meğer elektrik dağıtım şirketleri, cezaevini ticarethane vasfına sokup hiçbir işi gücü olmayan, ailesinin gönderdiği paraya bakan tutukluları soyup soğana çeviriyormuş.
İşledikleri suça karşılık cezaevine konarak, ‘fatura’ ödeyen mahkumlar bir de elektrik faturasıyla çarpılıyormuş.
Elinizi vicdanınıza koyun.
Ve yanıt verin.
Cezaevleri ticarethane midir?
Ne alır, ne satarlar?
Bu, mahkumları söğüşletmek ve kazanç kapısı olarak görmek değil midir?
Oldu olacak, elektrik faturasını ödeyemeyenleri baraj inşaatında çalışmaya yollayın.
Müjde!
Ne düşündüklerini öğrenmek için Adalet Bakanlığı yetkililerini aradım. Yaptıkları açıklamada, ticarethane tarifesinden ve kabarık faturalardan haberdar olduklarını, düzenleme hazırladıklarını söylediler. Bu düzenlemenin en yakın zamanda çıkacağını ve sorunun çözüleceğini söylediler.
Mahkumlara müjdeyi vermiş olayım.
Velev ki YSK’ya ‘ahmak’ desin, yine suç değil
İstanbul’da 31 Mart seçimini iptal eden Yüksek Seçim Kurulu (YSK) üyelerine “ahmak” dediği iddiasıyla İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu’na verilen iki yıl yedi aylık ceza ve siyasi yasak kararı tartışılmaya devam ediyor.
Bu dava, İmamoğlu’nun demecinden 11 gün sonra, 15 Kasım 2019’da YSK’nın suç duyurusu üzerine açıldı.
Yargılama başladıktan sonra mahkemeye başvuran YSK Başkanı Sadi Güven ve iki üye, oylamada iptal başvurusunun reddi yönünde oy kullandıklarını, dolayısıyla mağduriyetlerinin bulunmadığını belirtti. Zaten İmamoğlu da YSK’yı değil, Soylu’yu kastettiğini iddia ediyor.
İstanbul Anadolu 7. Asliye Ceza Mahkemesi’ndeki bu davada Kültür Üniversitesi’nden Prof. Durmuş Tezcan, Koç Üniversitesi’nden Doç. Murat Önok ve Altınbaş Üniversitesi’nden Doç. Hasan Sınar’ın hazırladığı 24 sayfalık bir hukuki mütalaa bulunuyor.
Mütalaada, “ahmak” ifadesinin muhatabının YSK ya da Soylu olması halinde “onur, şeref ve saygınlığı rencide edebilecek nitelikte” olup olmadığı, YSK üyelerine karşı hakaret suçunun oluşup oluşmadığı tartışıldı.
Şöyle deniyor:
“Ahmak’ sözünün YSK üyelerine matuf olduğu kabul edilseydi bile AİHM, AYM ve Yargıtay kararları ışığında hakaret kapsamında görmek mümkün olmazdı. İfade sahibinin seçilmiş üst düzey yönetici olması, kamuyu ilgilendiren bir mesele ve hatta siyasi bir ifadenin söz konusu olması, muhatabın üst düzey kamu görevlileri olması, ifadenin soru üzerine ve sözlü olarak alevli bir tartışmada sarf edilmesi, talep edilen yaptırımın ceza olması gibi unsurların hepsi, ifade özgürlüğüne yönelik müdahalenin hukuka aykırı olması sonucunu doğuracaktır.”
YSK’nın yüksek mahkeme, üyelerinin yüksek mahkeme üyesi olduğu ifade edilerek, “Alelade yargı mensuplarına nazaran daha yüksek konumları nedeniyle tahammül etmeleri gereken eleştiri sınırı daha geniştir” deniyor.
Uluslararası ve ulusal içtihatlar gözetildiğinde YSK üyelerine hakaret edildiğinden bahisle İmamoğlu hakkında ceza yaptırımının, hükmün geri bıraktırılması durumunda dahi, ifade özgürlüğüne aykırı düşeceği belirtiliyor.
Sözlerin YSK’ya yönelik olduğunun kesin olarak söylenemeyeceği belirtiliyor. Onur, şeref ve saygınlığı rencide edecek nitelikte olmadığı, aksi kabul edilse bile eleştiri bağlamında kaldığı ifade ediliyor.
Hakaret sayılsa dahi Türk Ceza Kanunu’nun 129/3. maddesine göre karşılılıklık hükmünün uygulanması gerektiği kaydediliyor. Muhatabın YSK olması durumunda bile hakaret kapsamında değerlendirilmesinin AİHM tarafından cezalandırılacağı anlatılıyor.
Bu bilimsel mütalaa dikkate alınmadı.
Mütalaayı hazırlayan üç hukukçudan biri olan Doç. Dr. Önok’un dinlenmesi talebi reddedildi.