Tarih, 12 Aralık.
Gece.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, kabinesiyle toplandı.
Kabine toplantısı saat 19 sularında bitti.
Erdoğan, kabinede alınan kararları açıklamak üzere kamera önüne geçerek, 45 dakika konuştu.
Ertesi gün...
13 Aralık.
Erdoğan, o sabah MHP lideri Devlet Bahçeli'yi evinde ziyaret etti.
Ardından Türkmenistan'a gitmek üzere Esenboğa Havalimanı'na geçti.
Basın toplantısı yapıldıktan sonra Büyük Şeref Salonu'nda bu kez partisindeki yakın çalışma ekibini topladı.
Ekip şu isimlerden oluşuyor:
Cumhurbaşkanı Sözcüsü İbrahim Kalın, AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik, Genel Başkan Yardımcıları Hamza Dağ ve Mustafa Şen ile seçim kampanyasından sorumlu olan Prof. Ertan Aydın.
Toplantının tek gündemi vardı.
Bir gün sonra, 14 Aralık’ta, İstanbul Anadolu 7. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görülecek olan Ekrem İmamoğlu Davası.
Sözde Türkiye’de yargı bağımsızdı.
Gel gör ki…
Erdoğan, cumhurbaşkanlığı yarışında en güçlü rakiplerinden biri olan İmamoğlu’nun yargılandığı davayı, ertesi gün kararın çıkacağı içine doğmuş (!) olmalı ki, masaya yatırdı.
İlk sözü Erdoğan aldı.
“İmamoğlu ceza alırsa bizi nasıl etkiler?” diye sordu.
Aydın, “İnşallah böyle bir şey olmaz” dedi.
Erdoğan, “Neden?” diye sordu.
Aydın, pozitif bir seçim kampanyası yürüttüklerini, dış faktörlerin etkisiyle, belirledikleri gündemin dışına savrulmaktan endişelendiğini söyledi. Kontrol dışına çıkacak unsurların kampanyaya olumsuz etki yapabileceğini anlattı.
“Efendim, biz durumumuzu düzelttik. Her şey iyi gidiyor. Bu karar çok aleyhimize olur” dedi.
Erdoğan, “Niye aleyhimize olsun? Ben de geçmişte ceza aldım. Herkes alabilir” diye karşılık verdi.
Kalın ve Çelik sustu ve yorum yapmadı.
Bir AK Partili yönetici ise “Ceza almalı. Yaptığı ortada mı kalsın!” diye karşı çıktı. Hatta MHP lideri Bahçeli’nin de bu yönde düşündüğü ileri sürüldü.
Erdoğan, “Yargı bağımsızlığına güvenin” dedi ve toplantıyı bitirdi.
Uçakta sansür
Ve ertesi gün.
14 Aralık.
İstanbul Anadolu 7. Asliye Ceza Mahkemesinde İmamoğlu Davası başlarken, Erdoğan ise Türkmenistan’dan dönüyordu.
Uçakta gazeteciler İmamoğlu Davası’na ilişkin yorumlarını sordu.
Erdoğan, “Herkes yargı kararına saygı duymalı” dedi.
Hatta daha sert cümleler kurdu.
Ancak İletişim Başkanlığı, söyleşi metninden bu soruyu ve yanıtı çıkardı.
Erdoğan’ın ne dediği o gün öğrenilemedi.
Ben Cuma akşamı Halk TV’de yayınlanan ‘Perdenin Önü Arkası’ programımızda bu gerçeği ifşa edince Erdoğan, bir gün sonraki Malatya Mitingi’nde İmamoğlu Davası’na ilişkin ilk değerlendirmesini yaptı. İmamoğlu’na verilen cezanın kendisiyle ilişkilendirilmesine itiraz ederek, “Ne bizimle ne şahsımla ne milletimizle ilgisi yok” dedi.
Erdoğan’ın şu cümleleri dikkat çekiyor.
“Birilerinin Bizansvari taht oyunlarını üzerimizden oynadıklarını gördükçe üzülüyoruz.”
“Birileri bir mahkeme kararını bizim üzerimizden kendi lehine çevirmeye çalışıyor. Bunun adı tek parti faşizmi. Biz bunu yutmayız.”
“Mertçe ortaya çıkıp mücadele etmek yerine başkalarının sırtından iktidar rüyası görme hastalığından kurtulamadılar.”
“Dün darbeciler, vesayetçiler üzerinden milli iradenin ardından dolanıyorlardı. Bugün yargı kararının ardından dolanıyorlar.”
“Bizi aynı oyuna alet etmeye çalışıyorlar. Biz bu oyunun içinde yer almadık, almayacağız.”
İmamoğlu zirvesi, Bizansvari taht oyunu değil mi?
Eğer bu kararın kendisiyle ilgisi yoksa niçin duruşmadan bir gece önce İmamoğlu zirvesi gerçekleştirildi?
Erdoğan, başka hangi davaların karar duruşmalarından önce yakın ekibiyle toplanarak, çıkacak olan kararın partisini nasıl etkileyeceğini tartışıyor?
Cumhurbaşkanı, İmamoğlu Davası ile neden bu kadar ilgileniyor? Bu ‘ilgi’ tam da Erdoğan’ın söylediği gibi “Bizansvari taht oyunlarını” hatırlatmıyor mu?
İBB seçimlerini iptal etmek, İmamoğlu’nu kıskaca almak, Yüksek Seçim Kurulu’na hakaret ettiği iddiasıyla dava açmak, ceza vermeye yanaşmayan hakimi sürüp uygun hakim ‘temin’ etmek, iki yıl yedi ay ceza verdirip siyasi yasak getirtmek, olur da bu karar İstinaf ve Yargıtay’dan döner diye terör soruşturması başlatmak, “Mertçe mücadele etmek yerine başkalarının sırtından iktidar rüyası görme hastalığı” olmuyor mu?
Bizzat o!
Sandıkta iki kez yenildikleri İmamoğlu’nu yargı darbesiyle alaşağı edip hem cumhurbaşkanlığı adaylığından eksiltmek, hem de belediyeye çökmek, “Darbeciler ve vesayetçiler üzerinden milli iradenin ardından dolanmak” ile eşdeğerdir.
AK Partili kaynak: İmamoğlu’nu tehdit görüyor
İmamoğlu zirvesini sormak üzere dün Ertan Aydın’ı aradım ancak kendisine ulaşamadım.
Mesaj attım, dönmedi.
Toplantıyı en az iki kaynağa doğrulattım.
Bu iki kişiden biri olan AK Partili kaynağım, bana şunları söyledi:
“Erdoğan, ölçme ve değerlendirmeyi siyasette en iyi kullanan insan. Çıkan sonuca göre siyasetini belirler. Ben İmamoğlu’nun, kendisine tehdit oluşturduğunu gördüğünü düşünüyorum.”
İmamoğlu zirvesi, sonucu baştan belli olan bu davada Türk Milleti adına değil, Beştepe adına hüküm verildiğini ispat ediyor.
AK Parti, CHP’ye borcunu ödemeyecek mi?
İmamoğlu Davası’nın siyasi tarihte bir örneği daha varsa, herhalde Erdoğan’ın siyasi yasaklı hale getirildiği şiir okuma cezasıdır.
Hatırlıyor musunuz?
O tarihlerde İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı olan Erdoğan, 1997’de Siirt’te mitingde okuduğu şiirden ötürü eski Türk Ceza Kanunu’nun 312. maddesine göre din ve ırk farkı gözeterek, halkı kin ve düşmanlığa tahrikten 10 ay hapis ve para cezası aldı.
Siyasi yasaklı hale geldiği için İBB Başkanlığı görevinden alınan Erdoğan, dört ay 10 gün cezaevinde kaldı.
Erdoğan, siyasi yasağından ötürü 2002’deki seçimlere katılamadı, milletvekili seçilemedi.
CHP lideri Deniz Baykal, 2002’deki genel seçimden iki gün sonra “Kanaatim, bir insanın siyasi suç niteliğinde mahkum olmasının ömür boyu siyasetten mahrum edilmesine gerekçe olmamalı” dedi. Erdoğan’ı kapsayacak şekilde yasağın kaldırılmasını önerdi.
AK Parti ve CHP’nin hazırladığı anayasa değişikliği kabul edildi. Bu sayede Erdoğan, TBMM’ye girip başbakan oldu.
Aradan 20 yıl geçti.
Erdoğan’ın iktidarında, İmamoğlu’na YSK üyelerine hakaret ettiği iddiasıyla iki yıl yedi ay ceza veriliyor. TCK’nın 53. maddesine göre, kasten işlenmiş suçlarda bir yıl üzerindeki cezası kesinleşenler seçilme yeterliliğini yitirdiğinden İmamoğlu, hem İBB başkanlığından alınıyor, hem de cumhurbaşkanı adayı olamıyor.
Dün Erdoğan, muhtar bile olamıyordu.
Bugün İmamoğlu…
Ne değişti?
Hiç!
AK Parti İstanbul Milletvekili Ahmet Berat Çonkar’ın geçen hafta Hürriyet’e verdiği demeçte, hakaret suçlarında siyasi yasak getirilmesinin bir yasa değişikliğiyle kaldırılabileceğini söyledi.
Ben de pazartesi akşamı Halk TV’de Kadri Gürsel ile hazırladığımız ‘Konuşmasak Olmaz’ adlı programında, bu öneriyi hatırlatarak, CHP ve İyi Parti’nin yasa teklifi hazırlamasını, AK Parti’nin destek vermesini önerdim. AK Parti’nin 20 yıllık demokratik borcunu CHP’ye bu şekilde ödemesi gerektiğini ifade ettim.
Yasa teklifi vermek, CHP’nin değil…
İyi Parti’nin aklına geldi!
İyi Parti Grup Başkanı İsmail Tatlıoğlu ile Başkanvekili Müsavat Dervişoğlu ve Erhan Usta’nın sunduğu yasa teklifinde, TCK’nın 125, 130, 131 ve 299. maddelerinde düzenlenen kişiye, kişinin hatırasına, kamu görevlisine ve cumhurbaşkanına hakaret suçlarında hapis değil, para cezası verilmesi öneriliyor. Böylece TCK’nın 53. maddesindeki yasak uygulanmıyor.
Kılıçdaroğlu’nun başörtülülere teminat için önerdiği yasa teklifini gollük pas diye nitelendirerek, temel hak ve hürriyetleri siyasi çıkarları ölçüsünde ele aldığını ortaya koyan AK Parti için, demokrasiye inandığını göstermesi için bir fırsat bu!
Buyrun, size gollük pas.
Atın golü!
Demokrasi düşmanlarının…
Yargı darbesi yapanların ağları havalansın.
Böylece 20 yıl önce Erdoğan’ın siyasi yasağını kaldırarak, TBMM ve başbakanlık yolunu açan CHP’ye de borcunuzu ödemiş olursunuz.
Ne o?
Yoksa borcun üzerine mi yattınız?