Ülke iflasa sürüklendiği için tabanını kaybeden AK Parti, en azından muhafazakarları çeperinde tutmak için Ayasofya'yı ibadete açtı.
Fayda etti mi?
Etmedi.
Çünkü AK Parti'yi yüzde 49'lara çıkaran seçmen kendisini 'dindar' diye tanımlasa bile ideolojik bakımdan İslamcı değildi. Onlar ekonomik refahtan sınırlı şekilde nasiplenen küçük ve orta boy sermaye sahipleri, esnaf, işçi ve çiftçilerdi. İyi kötü ayakta duruyor, bir miktar servet ve mülk edinebiliyor, hiç değilse ele güne muhtaç olmadan yaşıyorlardı. Kızsalar da mührü AK Parti'ye basıyorlardı.
Yağmurun bile AK Parti'den yana yağdığı bu asrı saadet devri 2016 yılından itibaren adım adım sona erdi.
Kaynaklar lüks saraylara, hazine garantili yatırımlara, uçulmayan havalimanlarına ve geçilmeyen köprülere harcandı. Salgında tüm çarklar durdu, işsizlik alıp yürüdü, kepenkler indi, asgari ücret ortalama maaşa döndü, traktörlere haciz geldi.
Hem milyonlerin, hem yoksulluk sınırındaki milyonların sayısı arttı.
AK Parti'ye oy vermiş olan yığınlar yarınından endişe duymaya başladı.
Sözleşme tarikatlara diyet verildi
AK Parti, çözülme ve kopuşu durdurmak için dine sığındı.
Ayasofya, kan kaybını önlemeye yetmeyince...
İstanbul Sözleşmesi, kadın erkek eşitliğini adeta kıyamet alameti gören tarikatlar ve cemaatlere diyet olarak verildi. Sözleşme 19 Mart 2021'de 3718 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile kaldırıldı.
Gerekçe olarak, 9 sayılı Milletlerarası Andlaşmaların Onaylanmasına İlişkin Usul ve Esaslar Hakkında Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi'nin 3. maddesinin 1. fıkrası gösterildi. Bu fıkrada "Durdurma ve sona erdirme Cumhurbaşkanlığı kararı ile olur" deniyor.
Akşener yargıya götürdü
İyi Parti lideri Meral Akşener sözleşmeyi sona erdiren 3718 sayılı kararnamenin iptali ve 9 sayılı kararnamenin ilk fıkrasındaki ibarenin kaldırılması için Anayasa Mahkemesi'ne başvurulması amacıyla Danıştay 10. Dairesi'nde yürütmeyi durdurma davası açtı.
Akşener, dilekçesinde şu görüşü savunuyor:
Anayasa'nın 90. maddesine göre imzalanan milletlerarası andlaşma yasa hükmünde sayılır. İstanbul Sözleşmesi de 6251 sayılı yasa ile TBMM'de uygun bulunduktan sonra Bakanlar Kurulu'nca onaylandı ve yürürlüğe girdi. Ancak 2017 yılında Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi'ne geçilirken, andlaşmaları sona erdirme yetkisi, Bakanlar Kurulu lağvedildiği için Cumhurbaşkanlığı'na bırakıldı. Oysa yetki ve usulde paralellik ilkesi gereğince yasa hükmündeki İstanbul Sözleşmesi, sınırlı bir yürütme yetkisi bulunan Cumhurbaşkanı Kararnamesi ile iptal edilemezdi.
10. Daire, bu isteği reddetti.
Akşener, Danıştay 10. İdari Dava Daireleri Kurulu'nda itiraz etti.
Kurul, beşe karşı sekiz oyla itirazı geri çevirdi.
Oy çokluğuyla verilen kararda, yürütme yetkisinin Cumhurbaşkanına ait olduğu ve andlaşmaları sona erdirmenin de yürütmenin yetkisine girdiği savunuluyor. TBMM'ye andlaşmaların feshine ilişkin görev ve yetki verilmediği anlatılıyor.
Buna karşın beş muhalif hakimin karşı görüşü, İstanbul Sözleşmesi'den çekilmenin hukuka aykırı olduğunu ve kadınları savunmasız bıraktığını ortaya koyuyor.
Beş üye: Sözleşme ancak yasayla kaldırılabilir
Beş üyenin ortak karşı görüşünde, Cumhurbaşkanı'nın yürütmeye ilişkin kararname çıkarma yetkisinin sınırlı olduğu vurgulanıyor. Anayasa'da andlaşmaların TBMM'deki uygun bulma kanunu sonrası Cumhurbaşkanı'nın onayıyla mümkün olduğu ancak sona erdirme usulüne ilişkin hükme yer verilmediği belirtiliyor.
Andlaşmaların yasa hükmünde olduğu, fesih işleminin Cumhurbaşkanının yetkisinde olmayıp kararname ile düzenlenemeyeceği belirtiliyor.
Sözleşmeye bağlı çıkarılan 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun'un yürürlükte olduğu, uygulanırken sözleşmenin esas alınacağının vurgulandığı anlatılıyor.
Kararda şöyle deniyor:
"TBMM'de onaylanarak yürürlüğe giren andlaşmanın feshi ancak TBMM'nin yasayı yürürlükten kaldırması veya son erdirmeyi uygun bulduğuna ilişkin yeni yasa çıkarması sonrasındaki Cumhurbaşkanı kararı ile mümkün olabilecektir."
İstanbul Sözleşmesi'ni savundular
Beş muhalif üyeden Ziya Özcan ve Muhsin Yıldız, İstanbul Sözleşmesi'ni savunan bir görüş daha yazdı. Bu görüşte, 'toplumsal cinsiyet eşitliği' ifadesinin aleyhte yorumlara yol açtığı hatırlatılıyor. Kavram açıkça sahiplenilerek, şu yanıt veriliyor:
"Toplumsal cinsiyet eşitliği' kavramından bir toplumun kadın ve erkekler için uygun olduğunu düşündüğü sosyal roller, davranışlar, faaliyetler ve özelliklerden bağımsız olarak cinsiyetler arasındaki eşitliğin; kadın ve erkeğin güç ilişkileri açısından eşit ve adil bir konuma sahip olması, gündelik yaşamdaki kaynak ve fırsatlara eşit şekilde ulaşabilmesi ve toplumda eşit haklara sahip bireyler olarak kabul edilmesi anlaşılmalıdır."
Sözleşmeden neden çekinildiği hususunda hukuken geçerli gerekçeye yer verilmediği kaydediliyor ve bu işlemin keyfi olduğu savunuluyor.
Kadına karşı şiddetin artan şekilde devam etmesinin, toplumsal cinsiyet eşitliğinde farkındalığın arttırılmasını zorunlu kıldığı belirtilerek, şöyle devam ediliyor:
"Kadına yönelik şiddetin devam ediyor olması, kadınları şiddete karşı korumaya dair 6284 sayılı yasanın sözleşme hükümlerine doğrudan göndermede bulunması, kanunun kadınları gerçek anlamda korumada tek başına yeterli olmayacağını ve sözleşmenin desteğine ihtiyacı olduğunu kabul etmesi karşısında çekilme kararının sebep ve amaç öğeleri yönünden hukuka aykırı olduğu sonucuna varılmıştır."
Yeni Türkiye'nin ilk görevi
İktidar İstanbul Sözleşmesi'ni kaldırarak, yalnızca hukuken tartışmalı bir karara imza atmış olmadı. Aynı zamanda kadın-erkek eşitliğini cehennemlik bir günah sayan tarikat ve cemaatleri memnun etmek için kadınları erkek şiddeti karşısında yalnız ve savunmasız bıraktı.
Elimizde sayısal bir veri yok fakat...
Kim bilir kaç erkek, Türkiye'nin İstanbul Sözleşmesi'nden çekilmesinden cesaret bularak, eşlerini, sevgililerini ya da göz diktikleri kadınları öldürdü, yaraladı ve tehdit etti.
AK Parti sonrasının ilk görevi, çıkarılacak Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle İstanbul Sözleşmesi'nin yeniden yürürlüğe konduğunun ilan edilmesi olmalıdır.