İktisadi kriz kâhini... Değeri öldükten sonra anlaşılan bir iktisatçının kriz çözümleri...

Hyman Philip Minsky, kriz zamanlarında daha çok insan borç almak ister ve bankalar da bunlara kredi vermek için yarışır der... Ama işin gerçek boyutu hiçte göründüğü gibi değil... İşte öldükten sonra değeri bilinen Minsky'in kriz çözümleri...

Hyman Philip Minsky (23 Eylül 1919 - 24 Ekim 1996) Amerikalı iktisatçı, St. Louis’deki Washington Üniversitesi’nde ekonomi profesörü ve Bard College Levy Ekonomi Enstitüsü’nde akademisyendi. Akademik olarak finansal krizlerin özelliklerinin anlaşılmasını ve açıklanmasını sağlamaya çalıştı. Minsky bazen post-Keynesyen bir iktisatçı olarak tanımlanır çünkü Keynesyen gelenekte olduğu gibi, finansal piyasalara bazı hükümet müdahalelerini destekledi, 1980’lerin bazı finansal deregülasyonlarını eleştirdi, Federal Rezerv'in son çare borç veren olarak önemini vurguladı ve finansal piyasalarda özel borcun aşırı birikmesine karşı çıktı.

Minsky'nin ekonomik teorileri, 2008'deki yüksek faizli mortgage krizi onlara yeniden ilgi duyana kadar onlarca yıl boyunca büyük ölçüde göz ardı edildi.

Minsky, her ne kadar kriz patladığında hayatta olmasa da, kriz ile birlikte yeniden keşfedildi. Birçok ekonomist, onun fikirlerinin olan biteni geleneksel açıklamalardan daha iyi tanımladığına inanıyordu. Hatta kriz için “Minsky Anı” isimlendirmesi yapanlar bile çıkmıştı.

1980’lerde, serbest piyasa ekonomisi geri dönüş yapmıştı. Ekonomistler, kendi haline bırakılırsa, ekonominin çılgın yükselişler ve düşüşler olmaksızın bir hayli istikrarlı olacağına inanıyorlardı. Minsky ise kapitalizmin krizlere gebe olduğunu düşünüyordu. Bu onu bir parça daha radikal yapıyordu. Bu tutumu Rus-Yahudi göçmeni sosyalist bir ailede yetişmiş olmasından kaynaklanmaktaydı. Ne var ki Minsky, Marx’dan etkilendiği kadar, kapitalist ekonomilerin ani düşüşler yaşadığına inanan Keynes’ten de etkilenmişti.

Minsky, Keynesçiler için bile sıra dışı bir ekonomistti. O, Keynesçi düşüncenin geleneksel yorumunun ihmal ettiğine inandığı bazı yönlere vurgu yapıyordu. Bunlardan biri, yatırımın derin bir belirsizlik ortamında yapıldığı tespitiydi. Bugün bir fabrika kuracak olsanız, beş yıl içinde ne kadar para kazanacağınızı bilmezsiniz. O günkü pozisyonu kestirmenin yollarından biri, sonuçlara ilişkin bir dizi ihtimal olacaktır. Piyasanızın büyüme şansı da küçülme şansı da yüzde 50’dir. Derin belirsizlik farklıdır; çünkü ihtimalleri ya da sizi ne gibi sonuçların beklediğini bilemezsiniz. Bundan dolayı yatırım, gelecekteki kar ihtimalinin elverişli bir matematiksel hesaplamasına değil, insanların iyimser duygularına bağlıdır; Keynes buna hayvani ruh diyordu. İnsanların hayvani ruhları körelirse yatırımlar düşer, ekonomi de daralırdı.

Keynes, paranın zaman içinde, özellikle de gelecek belirsizken, alınacak ekonomik kararlara imkân verdiğini düşünür. Standart ekonomi teorisinin önemli bir kısmının şaşırtıcı bir özelliği, bu teorinin, tam da sizin ondan beklediğiniz şey hakkında, yani para ve bankalar hakkında çok az şey anlatmasıdır. Bunun nedeni de, temel piyasa teorisinin reel şeylerin alımı ve satımıyla ilgili olmasıdır. Örneğin bir patates satarsanız bir eşarp alırsanız; önemli olan, bir eşarp almak için ne kadar patatese ihtiyacınız olduğudur. Burada para, eşarplar için patatesin değiş tokuşunu kolaylaştırır; ama kendi başına para pek bir işe yaramaz. Minsky’ye göre bu, meseleye tersinden yaklaşmak gerekir. Para ve kredi vererek alışverişin yaratılmasına yardımcı olan bankalar, ekonomiye güç veren şeylerdir ancak sonunda ekonomiyi krize sokanlar da onlardır.

Minsky’ye göre, kapitalizm geliştikçe istikrarsız bir hale gelir. İlk başta, bankalar kime borç verecekleri konusunda temkinli davranır. Bir getiri elde etmek umuduyla bir iş yeri açmaya karar verdiğinizde, gelecek üzerine bir bahis oynarsınız. Bir bankadan kredi alarak, oynadığınız bahsin bedelini ödersiniz. Banka sizin parayı geri ödeyip ödeyemeyeceğinizi bilmek ister. Kredi verirken de bu şartları taşıyıp taşımadığınızı, borcunuzu ödeyip ödeyemeyeceğinizi kontrol eder. Nihayet kredi almışsanız her ay bankaya ana paranızın bir kısmıyla beraber belli bir faiz de ödemeniz gerekir. Böylece kalan borç miktarı giderek azalır ve nihayet borcunuzu tamamen ödersiniz.

Minsky, zaman içerisinde temkinli kapitalizmin yerini cüretli kapitalizmin aldığını söyler: Daha çok insan borç almak istemektedir ve bankalar da bunlara kredi vermek istemektedir; çünkü bu onlara kazanç sağlamaktadır. Bankalar borç alanlarla yarışmaya başlarlar ve böylelikle geri ödeme ihtimali düşük olan borç para taleplerini karşılamak için yeni kredi türleri icat ederler. Borç alanların her ay yalnızca faiz ödemek zorunda olduğu krediler verirler. Asıl kredi borcunun ödenme zamanı geldiğinde banka bu zamanı uzatır. Finansal krize yol açan yıllarda, bankalar bu şekilde kredi vermektedir. Minsky buna “spekülatif borçlandırma” adını vermişti: Borçlar, ev fiyatlarının düşmeyeceği, faiz oranlarının yükselmeyeceği ve dolayısıyla da borç alanların borçlarını ödeme konusunda sıkıntıya düşmeyeceği üzerine oynanan bir bahistir.

Cüretli kapitalizm sonra pervasız kapitalizme dönüşür. Ekonomi almış başını gitmekte ve her gün daha fazla insan borç almak istemektedir. Bankalar çok düşük geri ödeme kabiliyeti olan insanlara da –en düşük gelirli borçlulara ya da geri ödeme sicili temiz olmayan insanlara- kredi vermeye başlar. Bunlar artık faizini bile ödemek zorunda kalmadıkları türden kredilerdir. Her ay banka ana para üzerine faizi de eklemektedir ve borcun miktarı büyüdükçe büyümektedir. Bankalar ve borç alanlar şuna güvenmektedir: Ev fiyatları sürekli olarak artacak ve bu artış sayesinde evlerin fiyatı ev sahiplerinin borçlarının toplam tutarından daha yüksek olacaktır. Birkaç yıl sonra, değeri borçtan yüksek olan evlerini satınca, borç alanların elinde borçlarını ödeyecek kadar para kalacaktır.

Bu durumda kredi verenler ile alanların hayvani ruhları coşmuştur. Bankalar ev fiyatlarının yükselişini sürdüreceği umuduyla kredi vermekte ve bu kadar çok para vererek de aynı zamanda ev fiyatlarının artmasına neden olmaktadırlar. 2018 krizine doğru gidilen on yıl içerisinde Amerika’da ev fiyatları ikiye katlanmıştı. Borç alanlar ile verenler, ekonomistlerin bazen balon dedikleri, kendi kendine kıvrılarak yukarıya doğru yükselen bir döngü yaratmışlardı. Minsky, bu pervasız borç verme sistemine, giderek artan sayıda saf yatırımcıyı içine çeken balonlar yaratmak suretiyle işleyen yalan dolan projelerin mimarı, meşhur İtalyan dolandırıcı Charles Ponzi’nin adından hareketle “Ponzi Finansmanı” adını vermişti.

Balonların en önemli sorunu bir gün patlamalarıdır. Kredi verenlerin ayakları yere bastığında ve borçlarının geri ödenmesini istemeye başladıklarında “Minsky anı” gelip çatar. Bankalar, borç isteyen riskli kişilere borç vermeyi artık kesmişlerdi ve ev fiyatları da o kadar hızlı yükselmiyordu. Bu, yüksek fiyat artışlarına bağlı olan Ponzi finansman sisteminin altını oymuştu. İnsanlar artık evlerini satmaya başlamış ve ev fiyatları da giderek düşmüştü. Borç alanlar borçlarını geri ödeyemez hale gelmiş ve bankalar evlerin mülkiyetini kendi üzerlerine almaya başlamıştı. İnşaat şirketleri yeni ev inşaatlarını durdurmuş, ekonomideki yatırım durmuş ve ülke ekonomisinde ciddi bir daralma söz konusu olmuştu.

Minsky, finansal piyasalardaki yeniliklerin spekülatif borçlandırma ve Ponzi finansmanına yardımcı olduğunu söylüyordu. Finansal krize yol açan bu yeniliklerden en önemli bir tanesi “menkul kıymetleştirme”ydi (securitisation). Bir menkul değer, alınıp satılabilen bir şirketteki bir hisse gibi, finansal bir aktiftir. Bir şirket bir hisse satarsa, bu hisse için o şirkette kar payı hakkı kazandırır. Finansal kriz öncesi yıllarda ev kredileri, alınıp satılabilen menkul değerler oluşturmak için kullanılıyordu. Bu menkul değerler, farklı borçların finansal bir kokteyliydi.

Kim bir menkul değer satın alırsa, evlerin sahiplerinden borcun geri ödemesini de alıyordu. Gelgelelim bu kredilerin birçoğu “eşik-altı” kredilerdi; yani borçlarını geri ödeme kabiliyetinden yoksun, yüksek risk grubuna giren insanlara verilen kredilerdi.

Ev fiyatlarının bu kadar hızlı yükseldiği bir zamanda, menkul değerler oldukça lezzetli birer kokteyldi. Bunlar ayrıca inanılmaz derecede incelikle hazırlanmış kokteyllerdi. (Bu menkul değerlerden bazılarının muhteviyatını hakkıyla anlayabilmek için bir milyon sayfa belgeyi okumanız gerekiyordu…) Dolayısıyla onları alan yatırımcılar, içeriğinde nelerin olduğunu gerçekten bilmiyordu ve onları alınca ne berbat bir baş ağrısına yakalanacaklarını kestiremiyorlardı. Temkinli kapitalizm zamanlarında, bankalar kredi verme işini sıkı tutuyor ve kredi verdikleri kişilerin geri ödeme yapabileceklerinden mümkün olduğunca emin olmak istiyorlardı. Bir zamanlar banka yöneticileri müşterilerini şahsen tanıyordu ve ancak güvenilir kişilere kredi veriliyordu. Krediler menkul değerler paketine sarılınca ve sonra da satılınca, dikkatli olmanın bir önemi kalmadı. Satın alanlar için, menkul değerler güvenli yatırımlara benziyordu. Sonuçta olan, finansal piyasalardaki enformasyon akışının durmasıydı ve enformasyon olmayınca piyasalar doğru düzgün çalışmaz hale gelmektedir.

Menkul kıymetlendirme nedeniyle, San Antonio’daki kadının kredi geri ödemesinin Teksas’taki bankasının San Antonio şubesi tarafından alınması gerekmiyordu. Bu borç, kadının borcunun içine karıştığı bazı menkul kıymetler satın almış, Londra’daki bir yatırım bankasına geçmişti. Bankanın kadın hakkında hiçbir fikri yoktu, ama kadın parasını geri ödemeyi kesince banka para kaybediyordu. Lehman Brothers o kadar çok menkul değer satın almıştı ki, milyonlarca ev sahibi geri ödemeyi kesince banka batmıştı. Bankalar birbirlerine borç vermeyi kesmişti; çünkü diğer bankaların da iflas edeceklerinden korkuluyordu. Bankalar, borçlarını geri ödemede hiçbir sıkıntısı olmayan insanlara da kredi vermeyi durdurmuştu. Sonuçta bütün finans sistemi -tasarruf sahipleri parasını ev almak ya da iş kurmak için kullanacak olan insanlara kanalize eden sistem- çökmüştü.

Krize çare olarak Amerika, Çin ve Avrupa ülkeleri Minsky’nin entelektüel atası Keynes’in düşüncelerine dönüş sinyali veren politikaları uygulamaya koymuştu. Keynes’in tavsiye ettiği gibi, bu ülkeler ekonomiyi canlandırmak için harcamalara hız vermişti ve çabaları da işe yaramış gibi görünüyordu. Daralma dönemlerinde hükümetlerin açıkları – harcamalarıyla gelirleri arasındaki uçurum- tipik olarak artar; çünkü insanlar ile işletmeler daha az kazanır ve böylece toplanan vergi miktarı da azalır. Hükümetler aradaki uçurumu kapatmak için borç para alırlar ve dolayısıyla borçları da artar. Birkaç yıl uygulanan Keynesçi politikaların ardından Avrupa hükümetleri artan bütçe açıkları nedeniyle borçlardan endişe etmeye başlamıştı. Bu sefer dümeni tersine kırıp “kemer sıkma” politikalarına yönelerek, kamu hizmetleriyle sosyal yardımlar için yaptıkları harcamaları kesmişlerdi. Keynesçiler, çok erken kemer sıkmaya başlandığını ileri sürüyordu. Açığı kapatma zamanı, onlara göre, ekonominin yeniden tam istihdam üzerinde olduğu zamandır. O zaman, yüksek istihdam ve kar elde eden firmalar vergi gelirini arttırır. O zamana kadar, kemer sıkma politikası büyümeyi yavaşlatmaktan başka işe yaramaz.

Minsky teorisi bize, finansal krizin ve peşinden gelen daralmanın tam olarak bankacıların ya da borç alanların açgözlülüğü sonucunda ortaya çıkmadığını anlatıyordu. Asıl neden daha derinde yatıyordu; finans temelli kapitalizmin sonuçlarıydı bunlar. İkinci Dünya Savaşı sonrasında onlarca yıl süren ekonomik büyüme, krizin tohumlarını ekmişti. Bankacılık merkezleri –New York’da Wall Street ve Londra’da City- özellikle hükümetlerin bankalar üzerindeki sınırlamaları kaldırdığı 1980’lerden beri cazip finansal ürünlerle büyümeyi ateşlerken, kapitalizm daha da pervasız hale gelmişti. Belki sonrası için Minsky anı yerine bir Minsky çağından bahsetmek daha doğru olacaktır. Nitekim temkinli kapitalizmden pervasız kapitalizme geçiş onlarca yıl almıştır.

Ekonomi Haberleri