Mustafa K. Erdemol
İlyas Salman neden 'öldürüldü?'
Aman durun. Öldürüldüğü falan yok büyük sanatçının. Sosyal medyada bir süredir, sık sık öldürüldüğüne tanık olduğumuz için, bu başlığı uygun gördüm. Yoksa, en son Bostancı Kültür Merkezi’nde bir TKP etkinliğinde, iki koltuk ötemde, aslanlar gibi sağlıklı bir biçimde oturuyordu. Değerli Salman’a uzun bir ömür diliyorum.
Yanına gidip bu söylentiler için ne düşündüğünü soramadım tabii. Yakışık almazdı. Ama o da ikide bir öldüğünün ileri sürülmesiyle uğraşmaktan bıkıp işi şakaya vuruyor artık. En son “öldüğü” haberleriyle “Çok iyi adamdım, yattığım yer incitmesin. Yalnız Cebeci Mezarlığı'nda yer bırakmadım yeminle" diyerek, dalgasını geçtiğini gördüm.
Bir tür hastalık
Haklı. Böylesine bir durumla nasıl mücadele edilebilir ki? En iyisi gırgıra vurup, bu iddiayı ortaya atanların yaptıklarından vazgeçmesini beklemek. Geçerler mi, orası kuşkulu işte. Çünkü bu da bir tür “hastalık”. İddia sahibini herhalde keyiflendiren bir tarafı var ki sonuçlarını, “öldürdükleri” insanların yakınlarını, sevenlerini nasıl üzdüklerini düşündükleri yok bu hastaların. E hastalık işte, doğal böyle davranmaları.
Pareidolia, yani Sanrı deniyor bu duruma. Kimilerinin, kamusal figürlerin tutumlarından, seslerinden, mimiklerinden ya da uzun süre ortada görünmeyişlerinden mesajlar çıkararak iddialar ortaya atmasının nedeni bu Pareidolia işte. Sanrı ama kısmen iradi bir sanrı bu. Önce kendini inandırıyor bu durumdan muzdarip olan.
İddia sahibine ne kazandırıyor peki? Öncelikle tatmin duygusu veriyor tabii. Ardından sadece kendisinin kurguladığı bir “teori”ye sahip olmanın keyfi. Sonrasında iddiasının yaratacağı etkinin/dalgalanmanın sorumlusu olma mutluluğu.
McCartney: En iyi örnek
Dünyada da örnekleri var. Bir ara, yıllar önce, (80’lerin sonu ile tüm 90’lar boyunca) efsanevi İngiliz müzik dergisi Melody Maker’ı delicesine okurdum. Tutkunuydum hayli. Dergide unutulmayan Beatles topluluğunun üyesi Paul Mc Cartney’in yaşamı üzerine bir yazıda rastlamıştım; meğer 1967’de de McCartney’nin aslında öldüğü, görüp bilinen McCartney’nin dublörü olduğu ileri sürülmüş ciddi ciddi. İddiaya göre sanatçı gruptaki arkadaşlarına sinirlendiği bir gün bindiği otomobiliyle kaza yaparak ölmüş. Şirketi de hayranlarının üzülmemesi için ona çok benzeyen birini tutmuş.
İddiadır, ne kadar inananı olabilir demeyin. Yıllarca sürdü bu inanış. Elbette bunu ileri sürenlerin de kimi “kanıtları” var. Mc Cartney’nin kimi şarkılarındaki subliminal mesajlar örneğin. Bazı şarkılarda yer alan "Paul öldü", "Paul'ü gömdüm" gibi ifadeler de “kanıt”tı haliyle. Günümüzde de az sayıda inananı hâlâ olsa da zamanla unutuldu bu iddia. Ama uzun süre inanılmasının bir başka nedeni de ünü arttıkça McCartney’nin medyayla, halkla daha az yüz yüze gelmesi. Tüm bunlar hayranlarının bir kısmında Pareidolia etkisi uyandırmış demek.
İddiaya en çok inananlar herhalde McCartney’den hoşlanmayanlardı kuşkusuz. Bunlar bir de sanatçının 1967’den sonra ilk tanındığı andan farklı davrandığına inandırmışlardı kendini.
'Öldürülmeyen' yok
Pareidolianın bir özelliği de inanmak istediğimize inanmak, bunun için gerekçeler bulmak. İlyas Salman için “öldü” söylentisinin kaynağı muhtemelen “ortalıkta” görünmeyişi. Ortalıktan kasıt filmler çevirmemesi ise bu doğru olabilir, oysa Salman toplumsal konulara duyarlı hatta taraf bir figür, dolayısıyla hayli “ortalıkta”. Sevmeyenlerinin (duyarlılığına öfke duyanların) “biraz da temenni niyetiyle- ortalığa “öldü” iddiasını atması, o sevmeyenlerin “haberi” ilk duyduklarında mutlu olmalarına da yol açıyor tabii ki. “Anlık” bir mutluluk da olsa bunu hissetmek isteyenler var elbette. Pareidolianın “kurbanı” çok. Sylvester Stallone, Johny Deep, Jackie Chan, Morgan Freeman, Eminem, Eddie Murph. Daha niceleri.
Yaşarken öldüğü iddia edilenlerin yanı sıra öldükleri halde yaşadıkları iddia edilenler de var tabii. Pareidolia böyle bir şey. John F. Kennedy’nin, Elvis Presley’nin, Michael Jackson’ın, Hitler’in ölmediğini ileri sürenler tonla. Bu yeni bir olgu da değil üstelik. Mark Twain'in Tom Sawyer ile Huckleberry Finn kitaplarını okuduysanız orada da konu edildiğini anımsayacaksınız. Demek ki hayli uzun bir tarihi var bunun.
Yukarıda sıraladığım nedenlere rağmen yine de iddia sahiplerinin eline ne geçtiğini anlayabilmiş değilim tabii. Aklıma gele gele Pareidolia muzdariplerinin doğal gündemin akışını bozarak kendini önemli hissetmek istemeleri geliyor. Budur herhalde.
Münir Özkul’u, Nuri Alço’yu, İlyas Salman’ı sürekli “öldürmenin” ne tür bir hazzı olduğunu da ise çözebilmiş değilim. Gerçekte kimseyi öldüremeyecek olanların “duygusal katil” olma hevesleri mi vardır bilemem tabii.
Neyse.
İlyas Salman yaşasın yeter ki.
Pareidoliklerin de “hevesleri” kursaklarında kalsın.