Yapmak ≥ Bilmek
“Bilgi güçtür, ancak eylem bu gücü gerçeğe dönüştürür.”
Francis Bacon
Bilgi, şüphesiz insanlık tarihinin en önemli unsurudur. Ancak onu anlamlı kılan eylemdir. Eylemsiz bilgi bir papağanın kendisine söylenen kelimeleri tekrar etmesine benzer. Antik Yunan’dan günümüz modern toplumlarına kadar, bilgi arayışı ve aktarımı, medeniyetlerin temeli olarak görülmüş olsa da bilmek ile yapmak arasındaki ince çizgi, tarihsel süreçte felsefi açıdan sıkça tartışılmıştır.
Platon, bilgiye ulaşmanın en yüksek erdem olduğunu savunurken, Aristoteles, bilgiyi eyleme dökmenin önemini vurgular. Aristoteles’in “Poietike” ve “Praxis” kavramları, bilginin sadece teorik bir birikim olmaktan öteye geçip, pratikte uygulanması gerektiğini ifade eder. Muhtemelen Büyük İskender ondan aldığı eğitim neticesinde Gordion düğümünü kılıcıyla kesip atar, eylemle... Heidegger ise, kabaca “varoluş” anlamına gelen “dasein” kavramıyla, insanın sadece düşünmekle değil, aynı zamanda yapmakla var olduğunu belirtir. Bu bağlamda, bilgi ve eylem arasındaki diyalektik ilişki, insanın gerçek anlamda kendini gerçekleştirmesinin anahtarıdır.
Max Weber, modern toplumların rasyonelleşme sürecinde, bürokrasinin bilgiyi eyleme dönüştürmesinin önemini vurgularken, Marx, toplumsal değişimin eylemle gerçekleşeceğini savunur. Marx’a göre, sadece dünyayı yorumlamak değil, onu değiştirmek esastır. Bilgi, bireysel ve toplumsal bilinçlenmenin aracı olabilir, ancak gerçek değişim, bu bilincin eyleme dökülmesiyle mümkündür. Örneğin, Fransız Devrimi, sadece aydınlanma filozoflarının fikirleriyle değil, bu fikirlerin eyleme geçirilmesiyle toplumsal dönüşümü sağlamıştır. Ha keza Bolşevik Devrimi de aynı minvalde okunabilir.
Tarihte, bilgiye sahip olmanın ve bu bilgiyi eyleme dökmenin önemini gösteren sayısız örnek vardır. Rönesans dönemi, bilimsel ve sanatsal bilginin pratik uygulamalarla harmanlandığı bir çağdır. Leonardo da Vinci, sadece teorik bilgiye sahip bir dahi değil, aynı zamanda bu bilgiyi mühendislik ve sanat eserlerine dönüştüren bir ustadır. Aynı şekilde, Spinoza, geçimini sağlamak için lens öğütücüsü olarak çalışmıştır. Spinoza, lensler üzerinde çalışırken optik bilgisi ve becerileri sayesinde bilimsel cihazların yapımında da katkıda bulunmuş bir düşünürdür. Yoksa sadece kukumav kuşu gibi öten biri değildir. Benzerleri Galilei, Newton, Tesla hatta Cellini vs gibi.
Edebiyat da bilgi ve eylem arasındaki bu dengeyi sıkça işler. Dostoyevski’nin “Suç ve Ceza” romanında, Raskolnikov’un teorik bilgiye dayalı eylemi, ahlaki ve toplumsal sonuçlarıyla sorgulanır. Aynı şekilde, Kafka’nın “Dava” adlı eserinde, bireyin bürokratik bilgiye karşı mücadelesi, eylemin kaçınılmaz gerekliliğini ortaya koyar. Bu edebi örnekler, yapmanın bilgeliğinin, bilmenin ötesinde bir değer taşıdığını gözler önüne serer.
Günümüzde, özellikle YouTube ve benzeri platformlarda program yapan birçok entelektüel ve akademisyen, sahip oldukları geniş bilgi birikimiyle toplumu aydınlatma iddiasındalar. Ne var ki geniş bir yelpazede konulara değinirken, izlenme değerleri düştükçe ekseriyeti akıntı yönünü bilmedikleri nehirlere bodoslama atlamaktan çekinmezler. Akıntıya karşı debelenirken etrafa su sıçratıp durmaları, o sularda derinlemesine yüzenlerin huzurunu kaçırsa da bundan hiç gocunmazlar. Bu tür entelektüel figürler, bilgiyi paylaşmakta bir şovmence usta olabilirler, ancak varsa yoksa imajdır aslında tek dertleri. O nedenle anlatıları, çoğu zaman izleyicilerin zihinlerinde hayali bir tanıklık olarak kalır ve sözlerinin anlamı eylemsel etki yaratmaktan uzaktır. Bir şeyler yaparken onları dinleyenlerin gözünde; önlerine üç koyun versen güdemezler, ellerine bir tornavida tutuştursan iki vida sıkamazlar, kornişe perde takmaktan bile acizdirler ezcümle hayatla bir bağlantıları yoktur.
Çünkü hayat bilginin ötesindedir, yapmaktan doğar. Bilgi ancak bir gölge misali ayak izleriyle yaşar, oysa bilen değil yapan kucaklar hayatı. Bilmek ne kadar derin gözükse de yüce olan yapmaktır. Bir benzetmeyle renkleri aynı bile olsa bilmek köşelidir, yapay; yapmak ise tam zıttı…
Yapmayı bilmek, bilgiye sahip olmaktan daha büyük bir bilgelik gerektirir. Bilgi, teorik bir temel sunar, ancak eylem, bu temeli gerçek dünyada anlamlı kılar. Felsefi, sosyolojik ve tarihi perspektiflerden baktığımızda, yapmayı bilmek, bilginin özüdür ve bu öz nedeniyle insanoğlu içgüdüsel olarak yapar ve o nedenle bilenlere değil yapanları hatırlar. Bir düşünün hangi bilge sizin zihninizde yapanlar kadar yer ediyor. İyi kötü, doğru yanlış, güzel çirkin demeden ve bu topraklar da yeşerenlere değinmeden; neden çoğu insan Gnipho’yu değil Sezar’ı, Aristoteles’i değil İskender’i, Heidegger’i değil Hitler’i bilir…
Listeyi daha da uzatmamak adına bu mevzuyu bir meselle bağlayarak kapatalım isterseniz.
Ücra bir köye taşınan yaşlı bir adam, kısa bir süre sonra köylülerin sıkça başvurduğu bir bilge olarak ün salmış. Köylüler, her türlü sorunları için ona giderek bilgeliğinden faydalanmaya başlamışlar. Gel zaman git zaman, köyün gençlerinden biri, yaşlı adamın gün geçtikçe zenginleşmesinden rahatsız olmuş. Onu sınamak ve bilgeliğini test etmek istiyormuş.
Bir gün, genç adam, elinde küçük bir kuşla yaşlı adamın yanına gitmiş. Kuşu ellerinin arasında saklamış ve adama sormuş: “Bu kuş canlı mı yoksa ölü mü?”
Genç adamın niyeti, yaşlı adamı zor bir duruma sokmakmış. Eğer yaşlı adam “canlı” derse, genç adam kuşu elleriyle öldürecek; eğer “ölü” derse, kuşu serbest bırakacakmış. Her iki durumda da adamın yanılacağını ve itibarının azalacağını düşünmüş.
Yaşlı adam, genç adamın niyetini anlamış ve sakince gülümsemiş. Sonra şöyle demiş: “Bu kuşun kaderi senin ellerinde. Yaşamı ve ölümü senin eylemine bağlı.”
“Boşuna herkesin cüzdanını söğüşlemeyi başarmıyormuşsun!” diye yanıtlamış onu genç adam.
“Eylem değil,” demiş yaşlı adam, “İnsanı meşhur eden, imaj.”