‘Türkiye’de Yaşananlar Polisiye Roman Konusu’

‘Türkiye’de Yaşananlar Polisiye Roman Konusu’
Türkiye’de ilk kez gerçekleştirilecek olan ‘Kara Hafta İstanbul’ festivalinin fikir sahiplerinden Ahmet Ümit, “Türkiye polisiye romancılar için bir cennet, inanılmaz veri üretiyor” diyor.Tüm dünyada büyük ilgiyle takip...

Türkiye’de ilk kez gerçekleştirilecek olan ‘Kara Hafta İstanbul’ festivalinin fikir sahiplerinden Ahmet Ümit, “Türkiye polisiye romancılar için bir cennet, inanılmaz veri üretiyor” diyor.

Tüm dünyada büyük ilgiyle takip edilen ‘Kara Hafta’ adlı polisiye festivalinin bir ayağı da artık Türkiye’de yapılacak. Polisiye yazarı Agatha Christie’nin doğumunun 125. yılının da kutlanacağı ‘Kara Hafta İstanbul’ festivali kapsamında polisiye edebiyatının önemli isimleri bu etkinlik için İstanbul’a gelecek.

İngiltere’den Alexander McCall Smith ve Leslie Klinger, Yunanistan’dan Petros Markaris, İtalya’dan Roberto Costantini, Fransa’dan Jean Christophe-Rufin, İsveç’ten Arne Dahl, Kolombiya’dan Mario Mendoza, Türkiye’den yazarlar ve okurlarla buluşacak. 22-24 Ekim tarihleri arasında Pera Palace’ta düzenlenecek festival aracılığıyla İstanbul tam bir polisiye cennetine dönüşecek.

Türkiye’den Ahmet Ümit, Celil Oker, Çağatay Yaşmut, Emrah Serbes gibi birçok polisiye yazar da festivalde olacak. Dün festivale ilişkin detayların paylaşıldığı Pera Palace’ta yapılan basın toplantısında konuşma fırsatı yakaladığım polisiye romanın usta ismi Ahmet Ümit festivali anlattı.

‘Kara Hafta’ dünyada yapılan bir etkinlik, biz de ise bir ilk. Adını biraz açar mısınız?

Polisiye romanda çeşitli türler var. Polisiye türlerinin de bir alt başlığıdır ‘Kara’. Suç ve cinayetin olduğu kara filmlerde olduğu gibi... Dünyanın her yerinde ‘Kara Hafta’ diye geçer. Bize ait bir tanımlama değil. Biz de orijinalliğini korumak istedik. Dünyada ne varsa biz de İstanbul’da aynı şekilde sunalım istedik.

Okuma günleri, kitap günlerimiz, kitap fuarımız var. Ama bu bir ilk. ‘Kara Hafta İstanbul’ festivalini diğerlerinden ayıran ne ve bu festivalde alternatif olarak nelerle karşılaşacağız?

Örneğin kitap fuarlarında doğal olarak her türlü kitap her türlü yazar var. Ama bu festivalde bir tek alana, polisiye romana yoğunlaşıyoruz, polisiye romanın şehirle ilişkisini anlatıyoruz. Doğrudan şehirle suçun ilişkisini anlatan bir festival. Beyoğlu’nda olmasının anlamı da bu. Kısaca şehir suç ilişkisinden yaratılmış edebi eserleri tanıtan hem Türkiye’de hem dünyada bir festival diyebiliriz.

Amacımız etkinliği gelenekselleştirmek. Eserleri Türkçeye çevrilmiş yabancı yazarları Türkiye’deki yazar ve okurlarla bir araya getirmek istiyoruz. Bizde polisiyenin çok ilginç bir öyküsü var. Ahmet Mithat Efendi 1884’te ilk polisiye romanı yazdı: Esrar-ı Cinayet. Dünya üzerindeki ilk polisiye öykü ise Edgar Allan Poe’nun Morgue Sokağı Cinayetleri. 1841’de, yani çok yakın bir zaman dilimi içinde yazılmış. Sonra ne olduysa olmuş ve biz devam etmemişiz.

Sizinle birlikte, Türkiye’de polisiye romanlara ikinci sınıf edebiyat bakışı değişti. Polisiye romanların artık bir karizması var. İlk kez düzenlenen bu festivale nasıl bir ilgi bekliyorsunuz?

Bana gösterilen ilgiden dolayı bu festivale çok büyük ilgi gösterileceğini seziyorum. Çok şanslı bir yazarım. İnanılmaz bir şey... Yolda beni durdurup “Yeni kitap ne zaman?” diye soruyorlar. Bu Ahmet Ümit adına değil Türkiye adına olağanüstü bir şey. Polisiye okuyan yüz binlerce belki milyonlarca okur var artık. Dolayısıyla bu insanların büyük çoğunluğu zaten buraya gelecekler ve büyük ilgi gösterecekler. Giderek daha da artacak ve daha nitelikli olacak. İlerleyen zamanlarda önemli yazarlar buraya gelmek için bize başvuracaklar bunu biliyorum.

‘Kara Hafta’ ismi Türkiye’nin gündemiyle bire bir örtüşüyor. ‘MİT, Emniyet, Reis’ üçgenleri mi, katliamlar mı dersiniz… Polisiye roman yazarı olmanın yanı sıra ülkenin sorunlarına sessiz kalmıyorsunuz; bu süreç size bir ilham kaynağı yaratıyor mu?

Türkiye polisiye romancılar için bir cennet, inanılmaz veri üretiyor. Çünkü çok çeşit suç var. Fakat ne yazık ki bu ülkede son iki aydır inanılmaz bir suç patlaması, inanılmaz bir vahşet, inanılmaz bir zulüm yaşıyoruz. Bunların hepsi de sinsice ve entrika şeklinde karşımıza çıkıyor. Birdenbire Suruç’ta bir bomba patlıyor ve 32 insanımızı kaybediyoruz. Ardından iki polis ensesinden vurularak öldürülüyor. Birdenbire Türkiye bir şiddetin ortasına düşüyor. Bu başlı başına bir roman girişi.

Bunları anlatarak bir roman yazmaya başlarsınız. Romanın kendisi aslında bu. Bu bir kara hafta değil, Türkiye kara aylar, kara bir dönem yaşıyor. Dolayısıyla polisiye roman ve kara hafta hakikaten ne yazık ki Türkiye gündemiyle fena halde örtüşüyor.

Bu festivalle polisiye romanların usta ismi Agatha Christie’nin doğumunun 125. yılını da kutluyoruz. Onun romanlarında, bulmaca ağırlıklı daha mekanik formüle edilen bir işleniş varken, sizde olay örgüsünün yanında olgunun işlenişi hâkim. Kendinize has bu üslubun ortaya çıkmasında en önemli faktör, ‘bu toprakların insanı olmanız’ diyebilir miyiz?

Her yazar yeni bir şey söylemeye çalışır. Romancılığımı besleyen Agatha Christie’nin mantığı kadar, Poe’nun gizemi kadar, Dostoyevski’nin insana, insan ruhuna dair söyledikleri, Shakespeare’in insanın ruhundaki alçaklığa, kahramanlığa korkaklığa dair bir şeyler söyleme kaygımdır. Dolayısıyla yazdıklarım biraz da farklı olacak. Sadece ‘Katil kim?’ sorusu artık geçerli değil. Katil niye katil, niye öldürüyor, bunu sağlayan koşullar nedir, bir insan kötü oluyorsa bunun çevresel koşulları mı var, toplumu ne kadar besler, kendi psikolojisini ne kadar besler, çağı ne kadar besler tüm bu soruları romanlarımda kullanıyorum. Dolayısıyla biraz daha farklı romanlar üretiyorum.

Şu günlerde gazeteleri okuduğunuzda sizi en çok şaşırtan şey ne oluyor, gerçekliğine inanamadığınız görüntüler, haberler var mı? Mesela polis aracına bağlanarak sürüklenen o görüntünün gerçekliğine inandınız mı?

Gerçekti ve artık bunlara şaşırmıyorum. Çünkü ne yazık ki dünyada insanın insana alçaklığı, zalimliği var. İnsan böyle bir varlık. Bunu kabul etmek lazım. Tabii bir tarafı iyi, merhametli, şefkatli ama gerekli koşullar oluştuğunda anında bir canavara dönüşebiliyor. Ne yazık ki şu an Türkiye’de insanın içindeki canavarın açığa çıkması için gerekli psikolojik, sosyolojik, ekonomik, politik ortam mevcut. Şiddet ve nefret kültürü yayılıyor. Bu kültür, tepeden başlayarak yaygınlaşıyor toplumda. Hakikati artık fark edelim ve bunu nasıl engelleriz aşamasına geçelim. Bunun için de herkesin sesini çıkarması lazım.