'Türkiye’de Fantastik, Zor Bir İnci Avcılığı'
Murat Başekim, yeni öykü kitabı ‘Demir Dövme Öyküleri’ni anlattı.
Türkiye’de çizgi roman ve fantastik edebiyat okurunun aşina olduğu Murat Başekim, yeni öykü kitabı ‘Demir Dövme Öyküleri’ni Taraf’a anlattı. Kitabın kahramanı, yazarın bir önceki kitabından tanıdığımız ‘Hayat Et Hikayeleri’nden anımsadığımız Demir…
Bir kahraman düşünün; Orta Anadolulu, eğitimsiz, Alamancı ve fena halde erkek. Hayat onu öyle bir yere savuruyor ki, çok sevdiği karısı tarafından aldatılıyor, hadım kalıyor, işsiz güçsüz dolanıyor ve ne hikmetse her defasında doğaüstü varlıklarla mücadele etmek zorunda kalıyor. Murat Başekim’in İletişim Yayınlarından çıkan yeni bir öykü kitabı Demir Dövme Öyküleri‘nin kahramanı Demir’den söz ediyorum. Başekim’in bir önceki öykü kitabı Hayal Et Hikayeleri’nde tanıştığımız Demir, mizahla fantastik edebiyatının kesiştiği bir yerde serüvenler yaşıyor.
Türkçe edebiyatta az rastlanan biçimde tek bir kahramanın serüvenlerinden oluşan kitap hakkında yazarıyla konuştuk. Hayal Et Hikâyeleri‘ndeki üç serüveni hatırlıyorum da…
Demir karakteri her hikâyeden eksile eksile çıkıyor. En sonunda tek hücreli canlıya dönüşecek. Ne istiyorsunuz elin garibinden? Haklısınız. Demir’in dünyası tehlikeli ve dikkatli adım atmazsa ciddi bedeller ödeyebilir; ödüyor da. Ağır sonuçlar olsun, temkinsizlik ederse kalıcı ağır bedeller ödesin, hiçbir serüveninin sonunda keyif içinde atını günbatımına ıslıkla süremesin istedim. Daimi bir yitirme motifi arka planda usulca ilerlesin diye niyetlendim. Türkiye fantastiği diye bir şey var mı? Batı’da büyük bir literatür var, biz burada taklitti, değildi tartışmalarıyla yerli üretim yapamıyor, dar alanda paslaşıyoruz sanki…
Türk fantastiği oluşturmaya katkıda bulunmaya çalışmaktan önce, ABD fantastiğinin her hikâyeyi sömürgeleştirmiş yayılmacı yaklaşımını kendimce engellemeye çalışıyorum. Korkunç bir mitoloji talanı ve içselleştirme var. Özellikle ABD eğlence endüstrisinin o ruhsuz üretiminde. Ne bulurlarsa talan ediyorlar. Thor, Pagan bir İskandinav ilahı değil, Oklahoma’da savaşan bir yarı uzaylı, yarı ABD’li ‘süper-kahraman’. ‘Legal Alien‘ bir Norseman in New York bile değil yani. Kanatlı atlar, tepegözler, yürütüldükleri otantik etnik Helenistik kaynaklar zikredilmeden, usulca Batı’ya kaydırılmış ve oradaki afacan ergenlerin sözde-sihirli maceralarına katık edilmiş çeşniler sadece.
Türkiye’deki algıyı anlamak adına genişletmek gerekirse fantastik türler, bilim kurgu, korku edebiyatı ve hata -en şanslıları olmakla birlikte- polisiye bile ikinci sınıf sayılabiliyor. Siz hem iyi hikâye anlatmak, hem de anlattığınız şeyin iyi edebiyat olduğunu göstermek istiyorsunuz. Bu bir yük oluyor mu?
Şimdi düşününce, kendime görev edindiğim tek şey, fast-food hikâyelerin altında boğulmuş sihir ve serüven unsurlarına ulaşmak… Zor bir inci avcılığı ama bu. Hazineler kayıp ya da fazla dipte. Boğulma tehlikesi var. Tek isteğim, Ali Baba ve Kırk Haramiler‘i ilk okuduğumuz anda hissettiğimiz o merak, tehdit, tehlike, gerilim ve sihir-hayret duygusunu yeniden tutuşturmak. Okur algısındaki ayrımcı önyargılardan ötürü yük olabiliyor elbette; oysa o tırnağı bile olunamayacak en büyük üstatları düşünün: Macbeth‘te de cadılar vardı. Ya da ne bileyim, Poe da hiçbir zaman kitabevlerinin ‘Gotik’ rafına konsun diye kitaplar yazmadı. Kendisine gelen, aklına düşen öyküleri yazdı. Neyse ki onlar ya da İhsan Oktay Anar ve Sezgin Kaymaz gibi modern üstatlar, bu tür edebiyatın tıkıştırıldığı o toplama kamplarının sınırlarını biraz genişleterek biz çömezlere nefes alma fırsatı sağlıyor.
Yeniden Demir karakterine dönecek olursak… Hadımlığı, ister istemez bir erkeklik meselesini hikâyelerin temel motiflerinden biri yapıyor. Bu da ister istemez muktedir erkek kahramanlar geçmişte mi kaldı sorusunu akla getiriyor.
Okuduğunuz metinlerdeki beş bininci kahraman da aynı şekilde maço fiyakalar ile poz kesip hep aynı zırva yaman erkek kahramanlık rutinini geviş getirince, artık gına geliyor insana. John Wayne bitti, Clint Eastwood Affedilmeyen ile tüm erkek-kahraman söyleminin altını oyarak kendini affettirdi. Ben de bunları düşünerek, ‘O ultra-ehil erkek kahramanlara bir tazelik gerekli, formülü tersyüz etmek lazım’ diye düşünerek yazmaya başlamıştım Demir öykülerini on beş yıl önce.
Demir’in dayısı nereden çıktı? Acayiplik ailede mi varmış?
Hikâyeler ilerledikçe Demir’in hasımları gittikçe daha da kemleşip, tuhaflaşıp, tehlikeli bir hale büründü. Ben de ‘artık Demir’e sağlam bir müttefik lazım’ dedim. Kafamdaki bazı istikametleri bu karaktere aşıladım. Ayrıca tüm kitap bir Demir ile geçmezdi, yanına enteresan bir tip lazım diye düşünüyordum. Bir çeşit kahraman yamağı yani. Ama tabi kahramanımız Demir gibi birisi olunca yamağı da dayısı oluyor işte. Böylece Dayı fikri gelişti. Kahraman yamağının, kahramanın dayısı olması fikri beni güldürüyor. Şu anda dayısını da en az Demir kadar sevdiğimi söyleyebilirim.
Nasıl bir okur var kafanızda? Kime hitap ediyorsunuz veya bunu çok umursuyor musunuz?
Öncelikle göndermeleri yakalayamayan okuyucuların da masadan doymuş bir şekilde kalkmasına dikkat ediyorum. Sırf bilenlere bakan yarı-gizli göz kırpmalardan ibaret metinler yazmamaya çalışıyorum. Ama nehrin bu yakasını bilenler için de eğlenceli bir peyzaj düzenlemesi yapmaya uğraşıyorum. Kafamdaki okur sanırım ‘bu tarafa çekilebilecek, kazanılabilecek okur’, beğenisine sunduğum hikâye ile bir an için dalıp giderek gözlerinde tekrar o çocukluktaki masalsı hayreti-merakı-sihri kıvılcımlandırıp tutuşturabileceğim okur.
Taraf/Mete PAMUK