Bir Sahnede Bir Gökte
Hem rock gitaristi hem okyanusları aşan bir pilot. Murat Altınöz’ün ilginç hayatına hoş geldiniz.
Kadıköy Barlar Sokağı, Buddha Bar. Cumartesi gecesi saat 01:00. Sahnede çalan grup Kung Fu. Mekan kalabalık. Ortam biraz sonra iyice ısınacak, şarkılar çalınacak, içkiler tüketilecek, gece kimileri için uzayacak, kimileri için hatırlanmayacak kıvama gelecek, belki bir çorbacıda sabahlanacak. Ertesi gün bu insanlardan kimisi pazartesi gireceği sınavı, kimisi masa başında tamamlaması gereken dosyayı ya da yetiştirmesi gereken projeyi düşünecek, üstüne kara bulutlar çökecek. Bir gece önce Buddha sahnesinde büyük bir enerjiyle gitarını çalan Murat Altınöz ise o pazartesi bir Airbus 340 uçuracak. Evet Airbus. Yani kara bulutlar onun üstüne çökmeyecek, o uçağıyla bulutların üzerinde süzülecek. Nasıl mı?
Murat Altınöz’ün iki mesleği var. İlki, rock gitaristliği. Öyle hobi falan da sanılmasın. Kadıköy Anadolu Liseli dört kişiden müteşekkil Kung Fu’nun gitaristi. 2013 yılında ilk albümleri Tüm Bu Başlangıçlar’ı yayınladılar, özellikle Kadıköy Buddha performanslarıyla sadık bir dinleyici kitlesi edindiler. Şarkılarının söz ve besteleri Murat’a ait. Grup ayda bir Buddha’da konser vermeye devam ediyor. İkinci albümleri için de ufaktan hazırlık yapıyorlar.
Murat’ın diğer mesleği ise pilotluk. Türkiye’nin en büyük havayolu şirketlerinden birinde çalışıyor. Airbus pilotu. Her ay Boston’dan Helsinki’ye, Tokyo’dan Nairobi’ye dünyanın farklı farklı şehirlerine uçuyor. Ve iki işini de aynı hevesle, aynı profesyonellikle bir arada yürütüyor.
Kendisini müzisyen olarak tanıdığım için pilot olmaya nasıl karar verdiğini oldum olası merak eder dururdum. Uganda’ya iniş sırasında kokpitten çektiği inanılmaz video ve dünyanın dört bir yanında çektirdiği fotoğrafları Facebook’ta gördükçe hikayesini dinleme isteğim arttı. Çalıştığı kurumdan gerekli izinler alındıktan sonra bir araya geldik ve dünyanın en normal şeyiymiş gibi sakince her şeyi anlatmaya başladı.
Murat, Kadıköy Anadolu Lisesi’nin ardından Yıldız Teknik Üniversitesi Elektronik Mühendisliği Bölümü’nü bitiriyor ve beş sene mühendis olarak çalışıyor. Bir gün bir arkadaşı vasıtasıyla şu an çalıştığı kurumun sivilleri eğitime aldığını öğreniyor. Başvurmaya karar veriyor. “Neden?” diyorum, “İki sebepten,” diyor. “İlki dünyayı bir pilot olarak gezmek. İkincisi ise böyle sofistike bir aleti kullanabilme imkanı.” Başvurunun ardından çeşitli testlere, mülakatlara giriyor ve binlerce kişi arasından seçilen 51 kişiden biri olmayı başarıyor. Peki çevresi ne diyor bu duruma? “Şaşırdılar. Çünkü sivillerin pilot olması çok yaygın bir şey değildi o zaman. Babam bile, hani iki pilot ve arkada tekniker vardır, ‘Sen o mu olacaksın yoksa uçağı mı kullanacaksın?’ diyordu.”
İşinden istifa edip iki sene devam edecek eğitim sürecine adım atıyor. “Bayağı zorlu bir süreçti. Emekli askerlerle uçuyorsun; katı, disiplinli bir eğitim. Bir de pilotlukta hem reflekslerinle ilgili hem de teorik olarak çalışman gereken çok şey var. Çok okumalısın, her zaman çok çalışmalısın. Emekli olana kadar belirli aralıklarla sınavlara giriyorsun, denetleniyorsun. Kendini aşman gereken şeyler çıkıyor sürekli karşına. Psikolojide bir insanı en çok strese sokan şey değerlendirilmekmiş ve sen hiç durmadan değerlendiriliyorsun bu işi yaparken.”
Eğitimin sonunda kurayla filoları belirleniyor. Onun şansına torbadan ‘Airbus’ çıkıyor. Önce dar gövdede yani Airbus 320’de başlayıp bir buçuk yıl sonra 330-340 filosuna geçiyor. 2012 yılındaki ilk uçuşu için (Kahire), “Çok heyecanlıydı ve güzeldi,” diyor. “Belli bir süre öğretmen olan kaptanlarla uçuyorsun, ‘instructor’ dediğimiz eğitmenlerle yani. İlk birkaç sefer arkada ‘safety pilot’ denilen üçüncü bir kişi daha oluyor. Sonra seni yeterli görürlerse 2. pilot olarak uçmaya başlıyorsun.” Kokpitte yüzlerce düğme, ışık, vs. olduğunu düşününce insanın aklına gelen şeylerden biri, ilk uçuş anında strese girip girmediği oluyor. “Aslında stres yapacağın bir şey yok,” diyor gayet soğukkanlı bir şekilde. “Bu çok teknik ve bilimsel bir iş. Eğitim gayet güzel veriliyor. Prosedürler belirlenmiş, sıkı sıkıya bağlı kalman gerekiyor. Bu disiplini uyguladığın zaman panik yapacağın bir şey de kalmıyor.” Aklıma (muhtemelen sizin de aklınıza) gelen bir diğer şeyi soruyorum, “O düğmelerin hepsinin ne işe yaradığını biliyorsun değil mi?” Gülüyor. “Bu soruya bayılıyorum. Bilmediğimizin farz edilmesi harika. Bazen, ‘Ya tabii ki hepsini bilmiyordur,’ diyen oluyor, buna inanamıyorum, tabii ki hepsini biliyorum! Bunun için eğitim alıyorum.”
“Pilot olarak uçmak nasıl bir his?” diye sorunca gözleri parlayarak, “Müthiş! Çok seviyorum,” diyor ve devam ediyor, “Basıp gitme hissi çok güzel. Bir de hayatın kavuşmak üzerine kurulu oluyor. Her İstanbul’a dönüşüm eşime, sevdiklerime kavuşmak benim için. Bu şehirden de daha çok verim alabiliyorum. Her iniş bir stres boşalması oluyor, o da bir kutlamaya dönüşüyor sonra. Bunu seviyorum. Bir de aynı ay içerisinde Kenya’da safari yapıp Montreal’de dolaşabiliyorum. Bunu da çok seviyorum.” Gittiği yerlerden bazen hemen dönmesi gerekiyor, bazen de bir-iki gece kalma imkanı oluyor. Fakat bu kalışlar vur patlasın çal oynasın bir tatil havasında geçmiyor tabii. Onun önceliği kendisine iyi bakmak. “Hiç şakası yok. Çok yorucu bir iş. Kendini yorgun uçacak duruma sokmamalısın. Önceliğin dinlenme ve sağlık. Artan vakitte gezebiliyorsun. Ben önceden bayağı araştırma yapıyorum, blog’lara bakıyorum ve gittiğim zaman nokta atışları yapıyorum.”
Ayda altı-yedi uçuşu oluyor. İznini ise hafta sonuna denk getirmeye çalışıyor ki grubuyla Buddha’da konser verebilsin. Pilot olmaya karar verdiğinde grup arkadaşlarının ilk tepkisi, “Hah tam kendine göre bir iş buldun!” olmuş. “Kaptanlığın bana uyduğunu düşündüler (gülüyor). Daha çekip çeviren taraftayım genelde. Bir şeyleri organize etmekten zevk alıyorum, lakabım da ‘kaptan’ zaten artık,” derken hep dakik olduğunu öğrenmek de bir sürpriz olmuyor elbette. “Hayatımı hep programlarım. Bu hafta yapacağım spor, gitarda çalışacağım şeyler, okuyacaklarım hep bellidir. Bunları yazarım, uygulamaya çalışırım, uygulayamazsam da kendime çok kızarım,” deyince, “Sende bayağı Alman disiplini var yani,” diyorum, “Halbuki Antakyalıyım,” diyor gülerek.
Pilot olmanın müthiş bir his olduğundan bahsetti, peki ya müzisyenlik? “Benim kimliğim o,” diyor, “İnsanlar gelip, ‘Bir yandan hala bunu yapıyor olman güzel, e tabii hobi olarak devam et,’ diyorlar. Benim en sevmediğim laflar. Bir müzisyen her zaman müzisyendir. Kimlik olarak dünyada en mutlu olduğum yer, Kung Fu’nun gitaristi olmak. Buddha’da sahnedeki o yerimde dünyanın en mutlu insanıyım. Farklı gruplarda daha büyük sahnelerde de çaldım ama grup arkadaşlarım artık benim ailem gibi. Birbirimize desteğimiz sonsuz.”
“Hiç kullandığın uçağa bindiler mi?” diyorum, “Hayır, henüz değil,” diyor gülerek. Kim bilir belki bir gün, tıpkı Iron Maiden’ın pilot solisti Bruce Dickinson’ın yaptığı gibi, turneye çıkacakları uçağı o kullanıyor olur.