Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü: 379 milyon kadın aile içi şiddete maruz kaldı
UN Women, Women's Economic Empowerment Platform’un küresel elçilerinden Doç. Dr. Göknur Akçadağ, şiddetin önlenmesinde mesafe alınması için öncelikle şiddetin kaynağı olan eşitsizliğin varlığının kabul edilmesi gerektiğini vurguladı.
Georgetown Kadın, Barış ve Güvenlik Enstitüsü’nün hazırladığı Kadın, Barış ve Güvenlik Endeksi'nin hazırladığı raporda, 167 ülkede yapılan araştırmaya göre ülkelerin yüzde 90'ının cinsiyetçi yasalara sahip olduğu, bu ülkelerde kadınlara negatif ayrımcılık yapan en az bir yasa olduğunu gösterdiğine dikkat çekildi.Araştırma, 2018’de 379 milyon kadının aile içi şiddet gördüğünü de ortaya koydu. Türkiye’de ise kadınların en önemli sorunu olarak ‘şiddet’ üst sıralarda yer alıyor. Bu kapsamda İstanbul Emniyet Müdürlüğü Asayiş Şube Müdürlüğü’nün 2018 verileri ‘kadına şiddet’ ve ‘kadın cinayeti’ vakalarının artışını gözler önüne serdi. 2017 yılında 24 bin 52 kadına şiddet vakası gerçekleşirken bu rakam geçtiğimiz yıl 28 bin 554’e yükseldi.
25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Günü nedeniyle ulusal ve uluslararası hukuk açısından kadına yönelik şiddet, önleyici kanunlar, sözleşmeler, politikalar konusunda değerlendirmelerde bulunan Nişantaşı Üniversitesi Tarih Bölüm Başkanı, UN Women, Women's Economic Empowerment Platform’un küresel elçilerinden Doç. Dr. Göknur Akçadağ, “2018 İnsani Gelişme Endeksi raporuna göre dünya genelinde yaşanan eşitsizliklerin, sürdürülebilir insani gelişme sürecinin önündeki en büyük engellerden biri olduğunu vurguluyor” dedi.
"Şiddetin kaynağı kadına karşı güç kullanımı ve cinsiyetçi yaklaşım"
İstanbul’da emniyet birimlerine en fazla intikal eden başvuruların, tehdit, kasten yaralama, hakaret, tedbir kararına aykırılık, cinsel saldırı, cinsel taciz, cinsel istismar konuları olduğunu ifade eden Doç. Dr. Göknur Akçadağ, “İstanbul gibi metropol bir şehirde kadına yönelik şiddetin rakamları ve gerekçeleri, kadınların karşı karşıya olduğu durumu lokal bazda ortaya koymaktadır.
Çeşitli bahanelerle uygulanan şiddetin asıl nedeninin kadına karşı güç kullanımı ve cinsiyetçi yaklaşım olduğu, sadece ekonomik veya aile içi sorunlarla açıklanamayacağı, erkek eş için işsizlik ve yoksulluğun, kadına yönelik şiddeti olağanlaştırmak için bir araç işlevi gördüğünü görüyoruz” diye konuştu.
“Şiddet ortaya çıkmadan durdurmak çok daha önemlidir"
Kadına yönelik şiddet konusunda İstanbul Sözleşmesi’nin önemli kazanımlar oluşturduğunu kaydeden Doç. Dr. Akçadağ sözlerine şöyle devam etti:
“Kadınların insan haklarına ilişkin ihlallerin dünyanın her yerinde ve ülkemizde sürdüğü, toplumu derinden yaraladığı unutulmamalıdır. Uluslararası sözleşmeler ve 6284 sayılı kanun 2016-20 Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Ulusal Eylem Planı şiddeti önlemek için yeterli olsa bile, önemli olan uygulamadaki sorunların giderilmesidir. Yasalara rağmen, şiddetin önlenememesinin başta gelen nedenlerinden biri, ülkemizde cinsiyet eşitliği zihniyetinin yerleşmemiş olmasıdır. Şiddet ortaya çıkmadan durdurmak çok daha önemlidir.”
“Şiddetin kaynağı olan eşitsizliğin kabul edilmesi gerekir"
Şiddetin önlenmesinde mesafe alınması için öncelikle şiddetin kaynağı olan eşitsizliğin varlığının kabul edilmesi gerektiğini belirten Doç. Dr. Akçadağ, “Toplumun bu konuda okul öncesi süreçlerden başlanarak her kesimin eğitilmesi, kadınlar ve erkekler için eşit haklara dayanan eşit ilişkiler kurulması gerekmektedir. Ayrıca ana-babalık rollerindeki sorumluluk paylaşımı, aile yaşamının güç ilişkisi odaklı kadını aşağıda gören yaklaşımların, alışkanlıkların değişmesi, toplumun her kesiminin cinsiyet ayrımcılığına hassasiyetle yaklaşılması da sağlanmalıdır.
Resmi odakların ve sivil toplum kuruluşlarının etkin politikalar ve iş birlikleri geliştirmeleri önemlidir. Kadınlara ve kız çocuklarına yönelik şiddeti sona erdirmek kısa süreli bir çaba değildir, koordineli ve sürekli olarak çaba gösterilmesini gerekir” ifadelerini kullandı.
DHA