İlker Başbuğ: O saldırının arkasında ABD'nin olduğunu düşünüyorum
Eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ Cumhuriyet'e verdiği söyleşide ,"21 Ekim 2007 tarihindeki Dağlıca saldırısı, çok önemli bir kırılma noktasıydı. Bu saldırı, PKK terör örgütünün tek başına yaptığı bir eylem değildi. Taktiksel bir eylem de değildi. Stratejik hedefe yönelikti. O saldırının arkasında ABD yönetiminin olduğunu düşünüyorum. Bu saldırıdan yaklaşık bir ay sonra, 15 Kasım 2007’de, orduya karşı yürütülen asimetrik psikolojik harbin propaganda bülteni olan Taraf gazetesi çıkmaya başladı. Dağlıca saldırısından bir hafta önce de, 15 Ekim 2007 tarihinde, David Phillips’in, açılım sürecine ilham kaynağı olan ünlü raporu açıklanmıştı. Taraf, merkez medyayı, ana akım medyayı da çok fazla etkiliyordu. Yaptığı yalan haberler, attığı manşetler, ertesi gün ana akım medyada kullanılıyordu. Dağlıca ve Aktütün saldırılarında, Balyoz kumpasında yaptığı haberleri, bir gün sonra diğer gazetelerde okuyorduk. Taraf gazetesine gelen yazılar, haberler hep emniyet içinde yuvalanmış FETÖ’cüler tarafından servis ediliyordu." dedi.
Halkımız fazla hoşlanmaz
"Bu saldırılara karşı siz ne yaptınız?" sorusuna Başbuğ, "Asimetrik psikolojik harpte, ilk hamleyi yapan, ilk algıyı yaratan, başarılı olur. O dönemde ciddi ve başarılı basın toplantıları yaptık. Bunlar medyada geniş ölçüde yer aldı. Fakat Dağlıca saldırısı öylesine planlı ve stratejik bir hamleydi ki, bizim çabalarımız umulan etkiyi sağlamadı. Maalesef Türk Silahlı Kuvvetleri, bunlara gerekli yanıtları vermede istenen düzeyde başarılı olamadı. Şu da var, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin, sebebi ne olursa olsun medyada çok sık yer almasından halkımız fazla hoşlanmaz." diye yanıt verdi. Söyleşinin ilgili bölümü şöyle:
Stratejik hedef; Türk ordusunun terörle mücadelede başarılı olamadığına, terörü bitiremediğine, o nedenle geriye kalan tek yolun siyasi çözüm olduğuna halkı inandırmaktı. Nitekim o dönemde kamuoyu büyük bir karamsarlığa kapıldı. Siyasi otorite üzerinde de medya vasıtasıyla baskı kuruldu. Öyle bir siyasi ortam oluştu ki, çok farklı kesimler siyasi çözümü savunur hale geldi. Amaç da kamuoyunu David Phillips’in raporundaki çizgiye getirmek, çözüm sürecine ikna etmekti. Çözüm sürecinin önündeki en büyük engel Türk ordusu olarak görüldüğünden, ordunun, güvenlik politikalarının hazırlanmasındaki etkisini azaltmaktı. Zaten 2009’da Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın, “Açılımın altyapısının Dağlıca baskınından sonra yapılan diplomatik çalışmalarla başladığını” söylemesi, Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun “Dağlıca baskınından sonra bir yol ayrımına gelindiğini” açıklaması, stratejik hedefin ne olduğunu ortaya koyuyor.
AKP’nin hedefleriyle örtüşüyordu
AKP, 3 Kasım 2002’de iktidara geldiğinde dışarıda siyasi meşruiyetini öncelikle Avrupa Birliği’nde arıyordu. Avrupa Birliği de, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin milli güvenlik konularındaki etkisinin azaltılmasını, fikrini söylemesinin önlenmesini istiyordu. Türkiye’deki liberaller ise sürekli askeri vesayet olduğunu söylüyor, bundan yakınıyorlardı. Avrupa’nın ve liberallerin bu tutumu, AKP’nin hedefleriyle örtüşüyordu."