Deprem Bilimci Savaş Karabulut: Marmara'da büyük bir deprem olacak
Elazığ'da 41 yurttaşın yaşamını yitirdiği 6,8 şiddetindeki depremin gerçekleştiği günün sabahında Fikiryol'dan Tolgan Kaan Ateşli'nin Jeofizik Mühendisi ve Deprem Bilimci Dr. Savaş Karabulut ile depreme dair röportaj yaptı.
Karabulut, Marmara'da bulunan fay hattının 7,4 büyüklüğünde bir depremin gerçekleşmesi potansiyeline sahip olduğunu ifade etti.
İşte o röportaj:
Savaş hocam bilimsel karşılığıyla deprem nedir?
Deprem aslında şu demek; yer içerisinde bir enerji birikmesi oluyor. Biz ona ‘elastik deformasyon enerjisi’ diyoruz. Daha doğrusu; elastik şekil değiştirme enerjisi. Bu enerji yer içerisinde potansiyel olarak duruyor. Yerküre tek bir parça halinde değil. Yer kabuğu dediğimiz bir kısım var. Bu kabuğun kalınlığı ortalama 100 kilometre fakat bu değişiyor. Anadolu’da bu kalınlık ortalama 35 km, Batı’ya doğru geldiğimizde Ege Bölgesi’nde 5 km’lik bir kabuk var ve bunlar sabit değil.
Altta bir manto var ve bunlar bir yerden bir yere hareket ediyorlar. Biz bunu şöyle tarif ediyoruz; bir gemi su üzerinde gidiyor, iki gemiyi birbirine bağlarsanız ayrılmak istediklerinde zincirler kırılacaktır. İşte o zincirlerin kırılma anı depremin olma anıdır. Özetle, elastik deformasyon enerjisinin aniden açığa çıkmasıdır.
Deprem olmazsa yaşam olmaz. Deprem doğanın kendisidir. Doğayı dinamik kılan bir unsurdur deprem. Çünkü dünya ilk başta tek başına bir kıta halindeydi, sonra günümüzdeki halini aldı, 7 büyük kıta ve çokça küçük kıta oluştu. Şu an Arap ve Afrika zonları bizi sıkıştırıyor. Dolayısıyla Anadolu bloğu Batı’ya doğru kaçıyor. Bu kaçış sürdükçe, depremler olmaya devam edecek. Arap-Afrika levhasıyla Asya levhası birleşene kadar bu süreç devam edecek.
Yaşadığımız coğrafya deprem açısından ne gibi tehlike ve riskler barındırıyor?
Türkiye’de yaklaşık 20 milyon yıldan beri çok ciddi levha hareketleri var. Anadolu coğrafyası mevcut güzelliğini, doğasının her yerinin farklı olmasını, belki dört mevsimini bu tektonik hareketlere borçlu. Yani bizim topraklarımızın bu kadar verimli olmasının nedeni aslında depremlerin kendisidir. Biz Alp Himalaya dediğimiz kuşakta bulunuyoruz. Türkiye bu kuşağın içindedir ve dünyanın en tehlikeli kuşaklarından biridir. Biz depremle yaşamaya devam edeceğiz. Milyon yıllarca depremler devam edecek. Bu normalde doğamızın güzelliği açısından bir şans ancak bu şansı şanssızlığa çeviren hazırlıksızlık süreci.
Beklenen büyük İstanbul depremi, yurdun genelinde de İstanbul’da yaşayan yurttaşlarda da büyük bir korku ve panik yaratıyor. İstanbul risk altında mı?
Risk ile tehlikeyi birbirinden ayırmamız gerekiyor. Hayatın her alanında bizi bekleyen tehlikeler var. Çok sıcak çayı içersek boğazımız zarar görür. Dolayısıyla çok sıcak çay bizim için tehlikedir. Bunu riske çevirmek boğazımızın tahriş olmasıyla eş değerdir. Doğada da böyle… Deprem dediğimiz şey doğal güzelliği yaratan sürecin kendisi ama bizim için bir tehlike. Bunu riske çeviren şey ‘hasar görebilirlik’ dediğimiz şey. Hasar görebilirlik yoksa, risk de yoktur. O yüzden şunu söylemek gerekiyor: İstanbul coğrafyası 17 Ağustos 1999 depreminden sonra büyük ve bir ya da birden fazla deprem bekleyen bir pozisyonda şu anda. Bunu 99’dan beri biliyoruz. 1766 depreminden beri de biliyoruz aslında. Bu deprem her 250 yılda bir tekrarlayan deprem ve aslında 2011 yılına kadar Marmara’da bir deprem olması gerekiyordu. Fakat bu deprem meydana gelmedi ve biz şu anda hem Doğu Anadolu segmentinde hem de orta segmentte depremler bekliyoruz. Kapıda bekleyen bir tehlike var. Eğer biz gerekli önlemleri alırsak risk ortadan kalkar. Depremde riskin tanımı, can ve mal kaybının olmasıdır.
"Marmara'daki fay hattı 7,4 büyüklüğünde deprem üretecek potansiyele sahip"
Beklenen deprem meydana geldiğinde İstanbul’da ne olacak?
Marmara’da yapılan bir çok deniz çalışmasından çıkan sonuca göre fayların nasıl çalıştığını biliyoruz, nasıl devam ettiklerini görüyoruz. Fayın ne yöne gittiği ise hala tartışılıyor. Fakat her ne durumda olursa olsun biz Marmara’nın kuzeyindeki fay çizgiselliklerini görebiliyoruz. Yalova önlerinden Adalar’ın güneyinden geçip, Kuzeybatı ve Güneydoğu doğrultulu bir fay düşünün. Bu fay Yeşilköy’e kadar uzanıyor. Eğer kırılırsa ortalama 7,4 büyüklüğünde deprem üretecek bir potansiyele sahip. Bizim en çok korktuğumuz Doğu segmenti ile orta segment. Zaten en son 24-26 Eylül depremleri de hemen bu orta segmentin kuzeyinde meydana geldi.
Biz depremleri iki tür tahmin edebiliyoruz. Bir, deterministik yöntemle bir de olasılıksal olarak. Deterministik yöntemde yer üstünde sismik çalışmalar yapıyoruz. Bu çalışmalarda fayın uzunluğunu buluyoruz. Bu uzunluğa göre ne kadarlık deprem üretebileceği bilgisine ulaşıyoruz.
"İstanbul'da yeni yapılan binalar bile risk altında"
Olasılıksal yöntemde ise zaman kavramı çok önemli. Marmara’da mevcut deprem kayıtlarını alıp, 1900’den günümüze verileri, zamana ve büyüklüğüne bağlı izliyoruz. Marmara’da 99 depreminden sonra en iyi çalışmalardan birinde, Marmara’da yüzde 60 olasılıkla 7 büyüklüğünde bir depremin 30 yılda olacağı söyleniyor. Her sene bu oran yüzde 2 buçuk artıyor. O oran yüzde 60’dan 70’lere geldi şu an ve çok büyük ve ciddi oranlardan söz ediyoruz. Son depremler de bunun alarmını veriyor. Çok kısa zaman içerisinde Marmara’da büyük bir deprem olacak.
Kapımızda ciddi bir tehlike var. Bu tehlike riske dönüşecek çünkü İstanbul’da yaklaşık 1 milyon 250 bin yapı var. Bu yapılardan yaklaşık 200 bini 99 depreminden sonra yapılmış. 2000 yılından sonra yapılan yeni binalarda dahi yüzde 17’lik bir hasar alma ihtimali olduğu söyleniyor. Bu durumda 99’dan önce yapılmış binaların durumunu düşünmek bile istemiyoruz. Binalarımız hazır değil.
‘İmar barışı’ kapsamına giren binalar depreme dayanıklı hale getirilmedi. İmar affına baş vuran kişilere “Siz başvurun binalarınız kaçak olmaktan çıksın” dediler. Para karşılığında yalnızca bir belge verdiler. İki gün sonra diyecekler ki; “Sen bize söyledin, biz de verdik. Biz bunun depreme dayanıklı olup olmadığını bilemeyiz”…
Şunu unutmayalım; Türkiye’de 2011 depremi hem dönemin valisinin, hem AFAD il müdürü ve başkanının mahkeme kararıyla ceza aldığı bir süreci başlattı. Mahkeme “Gerekli önlemleri almak zorundaydınız” dedi. Bir depremde, bırakın bir insanın ölmesini, burnunun kanamasının dahi sorumlusu idari yöneticilerdir. Bizim canımızı korumakla onlar sorumludur. Biz bu bilinçle hareket etmek zorundayız. Şu an canımız korunuyor değil.
"Devlet 2 daire fiyatına 1 apartman yapabilir"
Yurttaşlar depreme karşı önlem almak için ne yapmalı?
Bu başlık da tıpkı emek başlığı, eğitim başlığı ve nicesi gibi ancak örgütlü olarak verilecek bir mücadeleyle sonuca varabilir. İnsanlar her depremden sonra bireysel kurtuluşlar aramaya başlıyor. Apartmandaki her bir birey kendi çözümünü arıyor. Yaşadığı apartmanda binanın risk barındırdığını bilen, çıkıp gidiyor eğer parası varsa. Parası olmayan ise kalmaya devam ediyor. Ya da apartman olarak karar alıyor, binaları kontrol ediyorlar. Yeni yönetmeliğe göre baştan yapıyorlar. Ama paraları yoksa bunu yapamazlar. Güvenli barınma hakkı kamusal bir haktır, ‘kamu’ dediğimiz şey devletin kendisidir. Onlar bunu test etmekle mükelleftir zaten. Gelir İdaresi Başkanlığı’nın rakamlarına göre ortalama 5 katlı bir binanın maliyeti, 1 milyar 250 bin lira. Fakat müteahhitin aldığı para 2 buçuk trilyon.
Depremden sonra ‘Yapı denetim yasası’ çıkarıldı. Binaların yapı riski kontrolü işlemi özelleştirildi. Bunların özel şirketlerce değil devlet eli ile yapılması gerekir. Eğer artı değer ortadan kaldırılırsa, bu mesele özelinde de özelleştirmeler sonlandırılırsa; devlet 2 daire fiyatına 1 apartman yapabilir.
Medyada kimi isimler görüyoruz, deprem üzerine açıklamalar yapan. İzleyici ya da okurlar bu açıklamalarda verilen bilgilerin doğruluğuna inanmalı mı? Yurttaşlar için depreme dair doğru bilgiyi ayırmanın bir yolu var mı?
Önce şunu söylemem gerekiyor, bu işin kahinleri çıktı. Deprem bilimle, bilimsel yöntemlerle ve belli bir fizik kuralıyla çözülebilir. Eğer deprem ile ilgili “Şu gün olacak” diyebiliyorsanız, onunla ilgili bir matematik modeliniz olması ve bir fizik yasası kullanmanız gerekir. Depremle ilgili açıklama yapan kişinin kimliği çok önemli. Doktoralı birisinin olması gerekir. Bu kişi sismolojiye hakim mi, deprem bilimi üzerine çalışıyor mu, ölçüm çalışmaları var mı; bunlara bakmak gerekir. Açıklama yapan kişinin kendine ait yayınları var mı, yoksa hangi yayınları refere ederek açıklamalarını yapıyor; buna bakmak gerekir.
"Bilimin verdiği şiddet oranını küçültüyorlar"
İstanbul’da en çok etkilenecek alanlar zemin koşullarına bağlı olarak Büyükçekmece ile Küçükçekmece arası. Avcılar’dan sahil şeridinde Samatya’ya kadar olan kısımda da ağır hissedilecek. Marmara’da depremin büyüklüğünü de yerini de söyleyebiliyoruz. Tek söyleyemediğimiz şey ise zamanı. Bilime kaynak aktarılırsa, üniversiteler özgürleşirse, akademisyenler ürettikleri verilerle bunun zamanını dahi söyleyebilecek duruma gelebilir. Hava tahmincileri bundan 50 yıl önce yağmurun ne zaman yağacağını söyleyemiyorlardı. Sistem o kadar gelişti ki; ilçe ilçe yer ve zaman verebiliyorlar artık. Sismologların yegane amacı da budur. Bilim buna ulaşacak. İnsanlar, bilimsel veriler ve yayınlarla konuşanlara güvensinler. Herkes her şeyi söyleyebilir, inanmasınlar.
Hatta mesele o kadar siyasi ki; birileri siyasi iktidarın işini kolaylaştırabilmek için bile deprem biliminin beklediği şiddeti küçülterek söyleyebiliyor. Bilim insanının görevi bu değil. Bilim insanının görevi en büyük tehlikeyi göz önüne alarak hareket etmektir. Manisa depreminden sonra “Bakın kimse ölmedi” dediler. İnsanların hayatını kaybetmemiş olması depreme hazır olduğumuz manasına gelmez. İnsanlar deprem anında ne yapacağını biliyorsa, binasına güveniyorsa, kamu yaşam alanlarına ve kamu kullanımına açık alanlara güvenebiliyorsa depreme hazırız demektir. Ancak durum şu an görüldüğü üzere hiç öyle değil.