'Bilgisiz Yetkililerle FATİH Projesi Yürümez!'

'Bilgisiz Yetkililerle FATİH Projesi Yürümez!'
İnsanı dışlayan hiçbir eğitim reformunun başarılı olma şansı yoktur diyen Prof. Dr. Yaşar Özden, FATİH projesinde " Sorun, ilgililer bilgisiz, bilgililer yetkisiz” dedi.TÜİK verilerine göre, Türkiye’de 6-15 yaş arası...

İnsanı dışlayan hiçbir eğitim reformunun başarılı olma şansı yoktur diyen Prof. Dr. Yaşar Özden, FATİH projesinde " Sorun, ilgililer bilgisiz, bilgililer yetkisiz” dedi.

TÜİK verilerine göre, Türkiye’de 6-15 yaş arası çocuklarda her gün internet kullanma oranı yüzde 45,6. Bilgisayar kullanmaya erken yaşta başlansa da, ileri düzey kullanımda parlak değiller. 21 ülkenin katıldığı Uluslararası Bilgisayar ve Bilgisayar Okuryazarlığı Çalışması (ICILS 2013) sonuçlarına göre, Türkiye’de öğrencilerin sadece yüzde 1’i ileri düzeyde bilgisayar becerilerine sahip, Çek Cumhuriyeti’nde bu oran yüzde 37, Kore’de yüzde 35, Avustralya’da yüzde 34 ve Polonya’da ise yüzde 33.

Türkiye’de bilişim teknolojileri dersi ilköğretim 5. ve 6. sınıflarda, haftada iki saat, zorunlu. Ders, 6. sınıftan itibaren seçmeli olarak alınabiliyor. Ancak Türkiye’de ileri düzey bilgisayar becerisine sahip öğrenci oranı sadece yüzde 1.

Branş öğretmenleriyse dertli. Müfredat, kursla görevlendirilen öğretmenler, sınıflarda yetersiz donanım, başlıca sorunları.

Türkiye’de yaklaşık 13 bin bilişim teknolojisi öğretmeni, 35 bin bilişim teknolojisi sınıfı var. Atama bekleyen de 12 bin 500 civarında öğretmen… Üniversitelerde ‘Bilgisayar ve Öğretim Teknolojileri Eğitimi’ bölümlerinin sayısı ise 52’yi bulmuş durumda. Bu bölümler her yıl 3 bin mezun veriyor.

Diğer yandan Milli Eğitim Bakanlığı ‘Fatih Projesi’ ile eğitimde bilgi teknolojileri entegrasyonunu sağlamaya çalışıyor.

Ancak bilişim teknolojileri öğretmenleri okullarda ‘tamirci’ gibi algılanmaktan, branş dışı öğretmenlere derslerde görev verilmesinden şikayetçiler. Bilgisayarın çocuklar için ödev yapmak, oyun oynamak ve sosyal medya ortamlarına katılmak ötesinde üretim aracı haline getirilmesi gerektiğini vurguluyor. O nedenle, derslere yazılım eğitiminin de eklenmesini istiyorlar. Hatta dersin ilköğretimden üniversiteye kadar zorunlu olmasını talep ediyorlar.

Geçtiğimiz günlerde, MEB Özel Öğretim Kurumları Genel Müdürü Ömer Faruk Yelkenci “Çocuklar bilişim öğretmenlerinden çok daha hızlı ilerleyebiliyor, derse gerek yok” diyerek bilişim öğretmenlerini adeta yok saydı.

Doğu Akdeniz Üniversitesi Bilgisayar ve Öğretim Teknolojileri Eğitimi Bölümü (BÖTE) öğretim üyesi Prof. Dr. Yaşar Özden ile FATİH projesini ve bu proje içerisinde hakettikleri yeri bulamayan Bilişim Öğretmenlerini konuştuk.

Tablet bilgisayar dağıtılması doğru mu, eğitimde nasıl etkin kullanılabilir?

“İNSANI DIŞLAYAN EĞİTİM REFORMU BAŞARILI OLAMAZ”

Evet, dağıtılabilir, gelir dağılımının bu kadar kötü olduğu bir ülkede sosyal adaletin sağlanması açısından bakıldığında temel eğitim seviyesinde ve hatta bütün eğitim seviyelerinde ihtiyacı olan herkese tablet ve benzeri teknolojik cihazların dağıtılması “sayısal yarılma, 1. Fazdaki” farklılığın ortadan kaldırılmasına yardımcı olacaktır. Sayısal yarılmadaki 1. Faz, bireylerin teknolojik cihazlara sahip olup olmamalarıyla ilgiliydi. Blogumda (

Günümüzde, 2. Faz başlamış durumda bu ise bu cihazları üretim amaçları için kullanabilenlerle kullanamayanları birbirinden ayırmaya başlamış durumda. Bunun farkına varan ülkeler Bilgisayar (Bilimi) Eğitimini doğrudan eğitim programlarına almaya başladılar ve bu tür dersleri okul öncesinden başlayarak temel eğitimin bütün kademlerinde zorunlu olarak vermeye çalışıyorlar.

Sorunun ikinci kısmına gelince bu cihazların etkin kullanımı için teknolojinin müfredata entegrasyonu ya da bütünleştirilmesi gerekir. Bunun için 3M (müfredatı, metot ve materyal) birlikte ele alınmalı ve gerekli düzenlemeler yapılmalıdır. Fakat bu noktada bir şeyi hatırlatmadan geçemeyeceğim, aslında bu 3M bizim eğitim sistemimizin en büyük sorunlarının da kaynağını teşkil etmektedir. Bunlar, eğitim sistemlerinin canlı olmayan kısmını oluşturdukları için kısa sürede reform yapıp sonuç almak isteyen siyasiler hep bu 3M’yi ya bütün ya da parça halinde değiştirip mucize beklemektedirler. Bunların en son ve dünya çapında büyük örneklerinden birisi olan FATİH projesi de bu yüzden başarılı olamamıştır. İnsanı dışlayan hiçbir eğitim reformunun başarılı olma şansı yoktur.

tablet

Başarılı eğitim örneklerine baktığımızda eğitim sistemin canlı öğelerinin bu iş çok iyi hazırlanmış olduklarını görmekteyiz (Finlandiya, G. Kore vb.). Tam bu noktada bir öğrenme tanımı yapacak olursak “oluşturmacı felsefeye göre öğrenme, anlam vermektir, fakat bu anlam ancak sosyal çevrenin desteğiyle oluşmaktadır” dolayısıyla, öğrenme için sosyal bir ortam ya da canlı desteği olamadan anlamlı öğrenmenin olmasını beklemek doğru değildir. Eğer öğrenme canlıların bir özelliği ise, öğrenen ve öğrenmeye yardımcı olanların öğrenmeye etkisi yadsınamaz. Benim bu konuda kavramlaştırdığım ve “Öğrenmede minimum yasası*” olarak adlandırdığım bir görüşüm var. Bu görüşe göre, öğrenme etkinliğinin kalitesi (çıktısı) o etkinliğe katılan canlılardan en az hazır olanın seviyesini geçemez. İyi öğrenci (hazır durumda olan) hazır olmayan öğrenme yardımcısı ya da hazır olmayan öğrenci iyi öğrenme yardımcısından oluşan ortamların başarısı hep hazır olmayan kadardır. Bu durumda, herhangi bir öğretim etkinliğinin kalitesi hep hazır olmayan canlı tarafından belirlenecektir. Şimdi, bu açıdan baktığımızda sadece 3M’yi değiştirerek reform yapmaya çalışırsanız sonucun hüsran olacağını bilmek için kahin olmaya gerek yok.

“İLGİLİLER BİLGİSİZ, BİLGİLİLER YETKİSİZ”

Dönelim FATİH projesine, 3M tarafındaki bütün çabalar sistemin canlı ögesi olan öğretmenler hazır olmadıkları için istenen sonucu vermemiştir. Projeyi hazırlayanlar insan boyutunu ciddiye almadıkları için 30 saatlik DAG eğitimleriyle (Dostlar Alışverişte Görsün) öğretmenlerin hazır olacaklarını düşünmüşler ve boşuna zaman ve para kaybına neden olmuşlardır. Hizmet içi eğitimler bütün öğretmenler için çok önemli etkinliklerdir ancak bizdeki uygulanış şekli ne yazık ki DAG eğitimleridir.

Bunları söyledikten sonra, son bir cümle eğitimde birkaç dakika içinde sonuç alınabilecek mucize reçeteler yoktur, eğer mucize yaratmak isteniyorsa bu bir süreçtir ve ehil kişiler tarafından sabırla uygulanarak mucizeler yaratılabilir. Başarılı örneklere bakılacak olursa hepsinde 15-20 yıllık programlar sürekli takip edilerek uygulandığında Finlandiya mucizesi, G. Kore mucizesi.. gibi karşımıza çıkmaktadır. Türk mucizesi için yeterli bilgi ve birikime sahip olduğumuzu düşünüyorum. “Sorun, ilgililer bilgisiz, bilgililer yetkisiz.”

– Bilişim Öğretmenleri eğitim sisteminde neden dışlanıyor?

BİLİŞİM ÖĞRETMENLERİ OLMADAN OLMAZ!

Bu aslında oldukça karmaşık bir durum. Sorun, yetkili olanların “Yemedikleri peyniri tarif etmeye çalışmalarından” kaynaklanıyor. Ben bunu “Bizim çocuklar zaten biliyor sendromu” olarak adlandırıyorum. Geçenlerde internette eğitim teknolojisi konusunda bir canlı yayını izliyordum, uzman olarak konuşan kişi kamera kullanımı konusunda şöyle bir cümle kurdu “kameramız açık mı? değil mi? gençlerden yardım alayım, ne de olsa gençler teknolojiyi bizden iyi kullanıyor” güzel, o zaman o genç arkadaş konuşmalıydı o programda diye geçti aklımdan. Günümüzde, özellikle eğitim teknolojisi alanında hiçbir akademik çalışması olmayan, akademik derecesi olmayan kerameti kendinden menkul bir çok uzman bu alanın şekillenmesi için insanları yönlendiriyor, politika oluşturuyor, dolayısıyla bu tür sonuçlar kaçınılmaz oluyor. Aslında, akademik derece çok da önemli olmayabilir ama o durumda da bir kerametinizin olması gerekir, örneğin alana yön veren Mark Zukerberg, Bill Gates, gibi birçok kişi var. Bu iki ismi söylememin nedeni bu kişilerin Başkan Obama ile birlikte çocuklarınıza kodlama öğretin demelerindendir. Dünyada birçok ülke okulöncesinden başlayarak temel eğitim kademlerinde Bilgisayar (Bilimi) Eğitimini zorunlu hale getirmeye çalışırken eğer biz bu seviyelerde bu tür dersleri verebilecek öğretmenleri dışlıyorsak bunun bir açıklaması olmalıdır. Ben bu kadar öngörüsüzlüğün ya da cehaletin eğitimsiz olmayacağını düşünüyorum. Bu eğitimi nerede alıyorlarsa mutlaka incelemeliyiz ve gerekli önemleri almalıyız. Bizim çocuklar zaten biliyor sendromundan mustarip arkadaşlar neyin bilinmesi gerektiğini bilmedikleri için ya da “Bilmediklerini bilmedikleri için” akıl yürütüp çok kıymetli bir varlığımız olan Bilgisayar Öğretmenlerine hiç hak etmedikleri şekilde davranıyorlar. Ben bu durumun geçici olduğunu düşünüyorum. A.B.D. bizim 1990’larda yaptığımızı yeni yapmaya başladı ve okullarda bilgisayarla ilgili dersleri verebilecek diğer branş öğretmenlerine burs vereceğini açıkladı.

– E-içerik, BT rehber öğretmenliği gibi kursların açılmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

“SORUN ARTIK NİCELİK DEĞİL NİTELİK”

BT rehber öğretmen konusuyla devam edeyim, bir önceki soruda açıkladığım gibi bu 90’ların başına kadar bizim de uyguladığımız geçici bir çözümdü. Nedenine gelince ihtiyaç vardı fakat bu ihtiyacı yani Bilgisayar Öğretmenini yetiştirecek (meslek liseleri bu kapsama girmiyor, Temel Eğitim öğrencilerine Bilgisayar eğitimi verebilecek öğretmenler) kurumlar henüz yoktular. Okullardaki ihtiyacı hızla çözebilmek için yazları 200-300 saatlik Bilgisayar Formasyonu kursları düzenlendi, bu kurslardan mezun olanlara Bilgisayar Formatörü denildi. 1993-1994 yılında ODTÜ’de Fen Bilimleri Eğitimi Bölümü altında Bilgisayar Öğretmenliği anabilim dalı açıldı daha sonra bu anabilim dalı 1998 yılında Bilgisayar ve Öğretim Teknolojisi Bölümüne dönüştü. Her yıl bu bölümlerden 3000 civarında mezun veriliyor.

Dolayısıyla, başlangıçtaki sayısal sorun artık sorun olmaktan çıkmış durumdadır. Şimdi asıl sorun nicelik değil nitelik olarak karşımızda durmaktadır. Ne yazık ki, bu konuda yetkili olan kişilerin bir türlü konuyu anlayamamaları ve popülist yaklaşımları sonucunda bu kurslar diğer öğretmenlik alanlarında ki Pedagojik Formasyon kursları gibi veriliyor. 4 yıllık lisans programları varken, 100 saatlik kursla bu iş oluyorsa bu yöntemi bütün 4 yıllık programlara uygulayıp herkese hukuk, tıp, mühendislik vb. kurslar açalım öğrencileri boşu boşuna yormayalım ve bir mucize eğitim çözümü yaratalım. Ciddi olarak eğitimle uğraşanlar bu tür cin çözümlere ancak güleceklerdir. İnsanları kandırmayalım, özellikle de bu yüzyılda bilgisayar becerileri olmayan bireylerin oluşturduğu toplumların yarışa dezavantajlı olarak başlayacağını göz önüne aldığımızda 100 saatlik kurslardan mezun olanların çok istekli ve yeteneklilerini bir kenara bıraktığımızda yeni nesillere verebileceklerinin sınırlı olacağını söylemek yanlış olmayacaktır. Aslı varken kopyasını kullanmak ucuz etin yahnisi deyişini pekiştirmekten öteye geçmeyecektir.

e-içerik konusu ise eğer bir hizmet içi eğitim olarak, bilgi yenilemek amacıyla veriliyorsa buna bir itirazım olmaz. Tek önerim bu eğitimlerin DAG (dostlar alışverişte görsün) formatında olmaması olur. E-içerik günümüzde eğitim ortamlarına teknoloji entegrasyonu sırasında en fazla yararlandığımız ögelerden bir tanesidir. Uygun e-içerik alan bilgisi olan bireylerin katkısıyla daha fazla anlam kazanacaktır. Dolayısıyla, bu kursların düzenlenmesi düzenlenmesi doğru olabilir.

Fakat, insanları birkaç günlüğüne bir yere toplayıp işin ehli olmayan kişilerden eğitim aldırıp sonra bu kişilerden e- içerik üretmelerini beklemek saflıktan öte bir durum olacaktır. Bu eğitimlerin teknoloji desteğiyle yaşam boyu sürecek şekilde işin ehli kişilerce verilmesi gerekir. İşin ehli kavramı önemli sadece alan bilgisine sahip kişilere, sadece alan bilgisi bilgisayar olan kişilerce verilecek eğitimlerin başarılı olmadığı konusunda alan yazında epeyce bilgi bulunmaktadır. E-içerik, sadece alan bilgisi değil aynı zamanda belirli bir pedagoji bilgisini de gerektirir (temel eğitim ve okulöncesi için) dolaysıyla, parçaları bir araya getirerek bütünü oluşturmak çoğu zaman olası değildir, bütün parçaların toplamından büyük olabilmektedir.

E-içerik geliştirme konusunda benzer bir çok proje başlatıldı ama bir sonuca ulaşmadı. Hatırladıklarım arasında, ADOBE firmasının ürünleri bütün temel eğitim öğrenci ve öğretmenleri için lisanslandı ve bu firmanın Flash programı kullanılarak oluşturacak olan animasyonlu e-içerikler, e-içerik ambarında biriktirilip herkes tarafından kullanılacaktı. Bu ambara konulan ve paylaşılan, eğitim sistemimizin e-içerik sorununu çözen bir adres ve çözüm varsa görmek isterim.

Bu proje için harcanan lisans paralarıyla çok daha başarılı işler yapmak mümkünken bu hayalleri gören ve hayatları boyunca bu programları kullanarak hiçbir şey üretmemiş, üretmemiş uzmanlar eliyle boşu boşuna zaman ve para kaybetti bu ülke. Korkum o ki, gene birkaç günlük kurslarla öğretmenler bir yerlere toplanacaklar, kursu vermek üzere ahbap çavuş ilişkisi dışında kerameti olmayan kişiler bu süreyi lak lakla dolduracak ve yeni nur topu gibi dostlar alışverişte olsun etkinliğimiz raporlardaki yerini alıp istatistiklerimizi şişirecek.

“Sorunlar onları yaratanların mantığıyla çözülemez”, A. Einstein.

Ayla Özdemir-Sözcü