Ayasofya'nın statüsü için açık mektup
Akademisyenler, “Kanaatimizce temel mesele, ‘Ayasofya müze mi yoksa camii mi olsun?’ değil, bilakis ‘Ayasofya’yı en iyi şekilde nasıl koruyabiliriz?’ olmalı” dedi; “Endişemiz, süregelen ve hâlihazırda sadece ‘söylem münakaşası’ şeklinde seyreden tartışmaların Ayasofya’nın tarihi ve arkeolojik bulgularının zarar görmesi ve sanat eserlerinin gizlenmesi ile sonuçlanacak benzer şekilde özensiz ve yanlış müdahalelere maruz kalması” ifadelerini kullandı.
"Ayasofya yerel ve bölgesel siyasete âlet edilemeyecek kadar güzel bir anıt ve önemli bir tarihi belge" denilen açık mektupta, 1500 yıllık yapının tarihi ve arkeolojik bulgularının zarar görmesi, sanat eserlerinin gizlenmesi gibi müdahalelerden duyulan endişe vurgulandı.
Açıklamanın tamamı şöyle:
"Değerli meslektaşlarımız,
2 Temmuz 2020 tarihinde T.C. Danıştay Başkanlığı Ayasofya’nın resmi statüsü ile ilgili kararını kamuoyuna duyuracak. Çeşitli bilim dernekleri ve kuruluşlar bu gelişmeyle ilgili kaygı ve endişelerini dile getirmeye devam ediyorlar. Bizans ve Osmanlı tarihi, kültürü ve sanatları üzerine araştırma yapan bilim insanları olarak bizim bu metni kaleme almaktaki amacımız henüz alınmamış bir karara itiraz etmek değil, ortak kaygılarımızı hâlihazırda sahip olduğumuz bilgilere dayanarak açıklığa kavuşturmak.
Kanaatimizce temel mesele “Ayasofya müze mi yoksa camii mi olsun?” değil, bilakis “Ayasofya’yı en iyi şekilde nasıl koruyabiliriz?” olmalı. Başka bir deyişle biz, yapının işlevi meselesi ile idaresini (ve koruma sorumluluğunu) birbirinden ayrı tutuyoruz. Endişemiz, yapının işlevine dair süregelen tartışmaların önümüzde duran elzem sorunlara cevap verebilecek ölçekte bir idari strateji geliştirmeye engel olması. Özellikle yapının tarihi dokusunun korunması, Bizans ve Osmanlı eserlerinin görünürlüğünün devamı, kitle turizminin sağlıklı bir şekilde idamesi ve deprem tehlikesine karşı gerekli tedbirlerin alınması gibi meseleler bizim için öncelik taşıyor.
Bilindiği üzere 1453’ten 1934’e dek cami olarak hizmet veren Ayasofya’nın idaresi Fatih Sultan Mehmet’in kurduğu vakıf tarafından sağlanmıştır. Türkiye Cumhuriyeti’nin 1923’te ilanından sonra bu ve benzer vakıfların temsil ve idaresi Vakıflar Genel Müdürlüğü’ne geçmiştir. 1920’lerin sonuna kadar camii olarak kullanılmaya devam eden Ayasofya’da bu durum ihtiyaç sonucu başlayan restorasyonu yürüten ekibin 1931’den itibaren mozaik bezemeleri gün yüzüne çıkarmasıyla değişmiştir. Bu tarihi kazanımın yadsınamaz önemi dönemin Bakanlar Kurulu’nu binanın idare ve denetimini Maarif Bakanlığı’na devretmeye teşvik ve ikna etmiştir.
Yapının idaresinin el değiştirmesi ile eş zamanlı meydana gelen işlev değişikliği sonucunda Ayasofya ibadete kapanmıştır. Bununla beraber bu dönüşüm mutlak olmamış, tarihi yapının hem işlevi hem de idaresi o tarihten beri muhtelif değişikliklere uğrayarak bugüne kadar gelmiştir. Ayasofya günümüzde, Maarif Bakanlığı’ndan ayrılan T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından yönetiliyor. Bir yandan da yapının işlevinin hudutları gittikçe daha görünür olan Müslüman cemaatin isteklerini karşılayabilmek maksadıyla genişletilmiştir. 1991’de Hünkar Mahfili Müslüman cemaatin ibadetine açılmış, 2016’dan bu yana ise tam zamanlı bir imam Ayasofya’da hizmet vermeye başlamıştır. Günümüzde minarelerinden ezan sesi yükselen yapıda Kadir Gecesi Kur’an tilaveti ve dualarla kutlanıyor.
Bu açıdan Ayasofya hâlihazırda hem bir müze hem de camii olarak faaliyet gösteriyor. Bildiğimiz kadarıyla yapının ibadethane rolünün genişletilmesi şu ana dek Ayasofya’ya herhangi bir zarar vermemiş, içinde yer alan sanat eserlerinin yeniden gizlenmesine sebep olmamıştır. Bu bağlamda T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı ehil ve sorumluluk sahibi bir idare sergilemeye devam etmekte.
Bununla beraber uzun yıllardır muhtelif sesler yapının sorumluluğunun T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bırakılmasının gayri meşru olduğunu iddia ediyor. Bu kişiler vakıf taşınmazlarını yöneten vakfiyelerin ebedi ve değişmez olduğunu, bu nedenle Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin 1934’te Ayasofya’yı ‘sekülerleştirme’ yetkisine sahip olmadığını savunuyorlar. Bu iddiaya göre, binanın meşru idare mercii Vakıflar Genel Müdürlüğü.
Son yıllarda Vakıflar Genel Müdürlüğü devraldığı diğer Bizans dönemi anıtsal eserlerini Müslüman ibadetine açtı. Elimizde olumsuz bir örnek olarak 2013’ten beri idaresi ve uğradığı değişiklikler itiraz ve eleştirilere neden olan Trabzon’daki diğer Ayasofya bulunuyor. Bu tarihi yapıyı ibadete uygun hale getirmek için iç mekânına müdahale eden paravanlar yerleştirilerek Bizans freskleri kapatılmış ve taban mozaiklerinin üzeri ahşap ile örtülmüştür. Güncel tartışmalarda kendine daha az yer bulabilmiş ama uğradığı zararlar çok daha derin ve kalıcı olan Trakya Vize’deki Küçük Ayasofya ise 2006’da geçirdiği restorasyondan tarihi dokusu ciddi şekilde hasar alarak çıkmıştır.
Endişemiz, süregelen ve hâlihazırda sadece ‘söylem münakaşası’ şeklinde seyreden tartışmaların Ayasofya’nın tarihi ve arkeolojik bulgularının zarar görmesi ve sanat eserlerinin gizlenmesi ile sonuçlanacak benzer şekilde özensiz ve yanlış müdahalelere maruz kalması.
Ayasofya yerel ve bölgesel siyasete âlet edilemeyecek kadar güzel bir anıt ve önemli bir tarihi belge. Birbiri ardına gelen Bizans, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti yönetimleri bu anıtı zamanın yıkıcı etkilerinden korumuş ve değerini sadece kendileri için değil, bizler de dâhil olmak üzere bütün gelecek nesiller için muhafaza etmeyi başarmıştır. Mevcut Türkiye Cumhuriyeti devletinin bu korumacı ve sorumluk sahibi idare geleneğini sürdürmesi bizim, Bizans ve Osmanlı tarihi, kültürü ve sanatları üzerine çalışan bilim insanları için hayati öneme sahip."