Akit Yazarı: Barlas Amigo, Yiğit Bulut Yalaka

Akit Yazarı: Barlas Amigo, Yiğit Bulut Yalaka
Akit yazarı Faruk Köse, AKP'nin aldığı oyların arasında emanet oylar olduğunu söyledi.Akit gazetesi yazarı Faruk Köse T24'ten Hazal Özvarış'a konuştu. Dikkat çekici tespitlerde bulunan Köse'nin söyleşisinin ikinci bölümü...

Akit yazarı Faruk Köse, AKP'nin aldığı oyların arasında emanet oylar olduğunu söyledi.

Akit gazetesi yazarı Faruk Köse T24'ten Hazal Özvarış'a konuştu. Dikkat çekici tespitlerde bulunan Köse'nin söyleşisinin ikinci bölümü bugün yayınlandı. Köse söyleşinin ilk bölümünde “AKP döneminde İslami duyarlılıkların son derece zayıfladığını” söyledi ve şu notu düştü:

“Örneğin CHP iktidarda olsaydı, bizlere bu kadar hak vermeyebilirdi ama Müslümanların hayatında da bu kadar yozlaşma olmazdı. AKP’yle birlikte bizim kitle bir rehavete kapıldı.”

AKP’yi değerlendirirken İslami bir açıdan eleştiren ve eleştirileri arasına “otoriterleşme”yi de koyan Akit yazarı Köse, söyleşinin ikinci bölümünde “AKP’nin hatalarının en büyük sebebi” diyerek “muhafazakâr medyanın yalaka durumu”nu gösteriyor ve şunu söylüyor:

“Kelimenin tam anlamıyla, muhafazakâr medya kendini isnat etmiş olduğu Kur’ân’ın ahlakına aykırı davrandı.”

Tayyip Erdoğan’a ilahi bir aşk duyduğunu söyleyen Star Medya Grubu Başkanı Ethem Sancak ve Sabah başyazarı Mehmet Barlas için ifadelerini hatırlatarak kendisine yöneltilen soru üzerine “ilkesiz hareket eden AKP amigoları” tanımlaması yapan Köse, yazarı olduğu Akit’in de seçim döneminde parti bülteninden farkı olmadığı görüşünde.

“Vitrinindeki yamama kadrolarını ayıklamazsa AKP’nin, ANAP gibi çözülmeye gideceği” uyarısını yapan Faruk Köse, “kendi haline bırakılması durumunda Ahmet Davutoğlu’nun AKP ve Türkiye için bir şans olduğunu” belirtiyor. Ve seçim sonrası sarf edilen “Bir iç muhasebe yapacağız” sözleri üzerine “avans verdiklerini” açıklıyor.

AKP döneminde İslamcıların birlikte yaşama adına dindar olmayanlara nasıl bir güvence verdiğini de içeren T24’ün sorularından dikkat çekenler ve Faruk Köse’nin verdiği yanıtlar şöyle;

‘AKP’nin aldığı yüzde 40’ın içinde emanet oylar var’

- Kur’ân-ı Kerim’i mitingde kullanmasına tamam dediğiniz Erdoğan’ın halifeliğine hayır diyorsunuz. Çizgiyi nereye çekiyorsunuz?

Kur’ân-ı Kerim’in miting meydanında kullanılmış olmasının devamının getirilmesi lazım. Eğer devamı getirilmezse, işte bu bir araçsallaştırma olur. Eğer devam edilirse, o zaman “Senin referans aldığın Kur’ân’da bak ne yazıyor, sen ne yapıyorsun” diyebilecek insanlar. Kitleler artık uyanıyor, aptal değiller. Çizgi, Kur'an'ı hayatına bütünüyle yansıtıp yansıtmadığı noktasından çekilir. Halkın oylarının çok olması, halife olmayı hak edecek bir gerekçe olamaz. Nitekim oy dediğin konjonktürel bir şeydir. HDP'nin gerçek oyunun yüzde 13 olduğuna inanmıyorsunuz herhalde. Aynı şekilde, birçok insan alternatifi olmadığı için bugün AKP’ye oy verdi. Bu yüzde 40’ın içinde emanet oylar var.

- Sizce kimin emaneti onlar?

Alternatifsizlerin. Birçok kişi için oy verecek başka parti yok.

‘Torba yasalar çok sakıncalı’

- Temel hak ve hürriyetlerin önemli kısmı AB’ye uyum yasalarıyla verilmedi mi?

Elbette. Çünkü başka türlü, laik-Kemalist katı yapıyı kırmanın yolu yoktu. Ancak, şimdi bu kazanımlardan geri dönüşe neden olacakmış gibi duran torba yasaları ben çok sakıncalı buluyorum. Bunlar hem insan olarak, hem de özelde Müslüman olarak ayağımıza dolaşacak düzenlemeler. Biz asıl bunu tartışmalı ve çözüme kavuşturmalıyız. AK Parti, kendisi kazandırdığı hak ve özgürlükleri kendisi iptal edecek düzenlemeler getirmişken, biz bunları bırakıp, mesela Abdullah Gül başa gelsin mi tartışmaları yaparsak, çok basitleşiriz.

- Şunları yazan sizdiniz: “İddia ediyorum, başkanlığı Gül ve Erdoğan birlikte tesis edecek. Cumhurbaşkanlığı seçimi ardından Gül, AKP Başkanı olur. O başbakan olana kadar ikisinin de anlaşabileceği bir kişi vekâlet eder. Boşa atmıyorum, 1-Erdoğan’ın politik kararlılığı, 2- AKP kadrosunun sadakati nedeniyle bunları söylüyorum.”    

Evet, bunları ben yazdım, sonradan o hava sonradan dağıldı, kadrolar değişti. Ama bugünlerde yeniden aynı kulvara yönelme eğilimleri görüyorum.

- Sizi boşa çıkaran, Erdoğan sonrası AKP’ye kimin geleceğinin belirlendiği kongreyi Gül’ün görev süresi dolmadan bir gün önce yaparak sadakatte çatlak yaratan Erdoğan mı oldu? 

Hayır. Bir gün sonra da Erdoğan göreve gelecekti ve kitle partisi olduğu için koruması gereken dengeler vardı. Partiyi, dağılmadan, bir arada tutacak şekilde bırakmayı tercih etti ve bu doğru bir stratejiydi.

‘AKP, Gül’ü de geri kazanmalı’

- Detaylara “titizliğiniz” Erdoğan olunca mı ortaya çıkıyor?

Hayır. Bir gün siyasette uzun bir süre. Ben kongre tarihinin Gül’e karşı seçildiğini düşünmüyorum. Çünkü Gül partinin başına geçse bile başbakan olamazdı ki. Milletvekili değildi çünkü. Bu durumda partide iki başlılık olmaz mıydı? Erdoğan'ın güçlü liderliği sonrasında böyle bir iki başlılık, partiyi dağıtabilirdi.

- AKP’nin geri kazanmasını söylediğiniz “küskün dava arkadaşları” arasında Gül de var mı?

Tabii ki var. Cumhurbaşkanlığı’nı bıraktıktan sonra doğrudan “Sen bizim kurucumuz, ilk başbakan, ilk cumhurbaşkanımızsın. Partide istediğin makama buyur” denseydi “Ben illa şu makamı istiyorum” demezdi. Ama ona doğrudan konulan tavırdan sonra Gül kırıldı ve tavrını aday olmayarak gösterdi. Aday olsaydı, oluşan sinerjiyle AKP, en az yüzde 2 oy fazla alırdı.

‘Erdoğan seçimde sahaya inmemeliydi’

- AKP için yazdığınız Acil Eylem Planı’nda “Erdoğan’ın AKP’nin işlerine müdahale ediyor görüntüsünden kurtulması gerektiğini” yazdınız. Sizce Erdoğan, AKP’nin oylarını düşürdü mü?

Ben AKP’nin oylarını kaybetmesinin bir sebebinin sayın Erdoğan’ın sahaya inmesi olduğunu düşünüyorum. Ama sebep Erdoğan’a tepki değil. İnsanlar, Erdoğan sahaya çıkınca AKP’nin mevcut kadroları, Davutoğlu yetersiz mi diye tereddüde düştü. “Erdoğan, onlara güvenmiyor” izlenimi doğru.

- Sizce güvenseydi sahaya iner miydi?

Ben olayı öyle değerlendirmiyorum. Partiden uzaklaşan, 3 dönemini dolduranlarla bile bir aradayız görüntüsü vermek için indiğini düşünüyorum. Ama önemli olan benim ne düşündüğüm değil, insanların bunu nasıl algıladığı. Erdoğan’ın tarzı da yanlış yansıdı ve menfi olarak bu sandığa yansıdı. Sahaya inmeseydi durum daha iyi olabilirdi. İnmemeliydi.

- Halkın seçtiği bir cumhurbaşkanı olmasa da Ahmet Necdet Sezer veya seçilseydi Ekmeleddin İhsanoğlu, sahaya inip CHP’ye oy istese “iyi niyet” arıyor olur muydunuz?

İyi niyet olsun olmasın, Erdoğan da olsa bir cumhurbaşkanının bir partiye oy istemek amacıyla sahaya inmesini tasvip etmiyorum. Bu kadroya olan güvenini başka şekilde gösterebilirdi.

‘Yamama kadroları ayıklamazsa, AKP ANAP gibi çözülmeye gider’

- AKP'nin kadrolarının sorunu sizce ne?

2002’de parti kurulurkenki kuşatıcı ruha sahip kadronun çoğu tasfiye edilerek, partiye, hem de etkin ve yetkin konumlara, İslami kesimlerin duyarlılığını hissetmeyen pek çok insan alındı. Bunlar yönlendirici kademelere yükseltildi. Bu da tabanda tepkiyle karşılandı.

- Sadece teşkilat mı, medya ayağı için de aynı şeyi söyler misiniz?

Hem teşkilat içi, hem medyanın dâhil olduğu bir menfi değişim bu. Partinin vitrinine, bizim kitlenin tasvip etmeyeceği insanlar sokuldu. Benim haklarım çiğnendiğinde o hakları iade etmek için gereken neyse onu yapacak eforu sarf etmeyecek kişiler bunlar. AKP hâlâ birinci parti ama sandık sonuçları toplumun verdiği bir uyarıydı. Ama bunu anlamazlarsa, anlamak yetmez, gereğini yaparak yamama kadroları ayıklamazsa, AKP, ANAP gibi çözülmeye gider.

- “Yamama kadro” için yazılarınızda “menfaatçi yalaka takımı” gibi tabirler de kullanıyorsunuz. Kim bunlar?

İlkeleri önemsediğim için isimleri paylaşmayacağım. Aksi özel bir sohbete girer. Ama bunlar bellidir, parti yönetimi de, teşkilatlar da, taban da, basın da bunları biliyor.

‘Yiğit Bulut menfaatperest, kaypaklığı sevmiyorum’

- Bülent Arınç, bir tartışma esnasında “yeni yetme” diyerek Yalçın Akdoğan’ı göstermişti. Daha sonra Akif Beki “yanaşma” diyerek Ethem Sancak’ı, Abdülkadir Selvi Sancak’ın yanı sıra Yiğit Bulut’u işaret etti ve Cem Küçük’ün Selvi’ye “Aydın Doğan’ın maaşlı elemanı”, Elif Çakır’ın Selvi’yi eleştirenlere “mermici” dediği bir tartışma yaşandı. Bu isimler kendi iradeleriyle bu seviyede tartışabilirken siz neden bunları konuşmanın “özel sohbet” olduğunu düşünüyorsunuz?

Ben öyle düşünüyorum. Kamuoyunda kişileri tartışmaktan ziyade, ilkeleri konuşmak ve partinin, iç bünyede kişileri ayıklaması gerektiğini söylüyorum. Ancak, bahsettiğiniz isimlerden mesela Yiğit Bulut hakkında birkaç kelam edebilirim.

- Bulut neden bir istisna?

Parti yönetiminde değil.

- Çoğu değil. Ayrıca Bulut, Erdoğan’ın başdanışmanı.

Cumhurbaşkanı herkese danışabilir. Ama Yiğit Bulut’un tamamen menfaat üzerinden hareket ettiğini düşünüyorum. Menfaaatperestlikle bir yerlere geldi. Daha önce Tayyip Erdoğan’ı çok sert eleştiren bir kimse “Bugün ondan başka insan göremiyorum” diyor ve buna makul gerekçe getirmiyorsa, bütün olumsuzluklara olumlu kılıf çizmeye çalışıyorsa bu etik değildir. Kaypaklığı sevmiyorum. İnsanlar elbette değişebilir ama ben Yiğit Bulut’ta fikri bir değişiklik görmüyorum. Tepkim, fikri değil de menfaat üzere değişimlere.

Bunlar bir yana, 13 yıllık iktidar uzun bir süre ve AKP bir kitle partisi. Pek çok şahıs ve kesim partiye dâhil oldu, partiyle iletişime geçti. Türkiye ortalamasına göre bu uzun süre içinde her türlü pisliği yapan insanlar da partiyle temasa geçmiş ve iş yapmış olacaktır. Bu normal.

- Normal derken?

İnsanın olduğu yerde her türlü şey olur, o nedenle söylüyorum. Yani hata yapılması, bozulmalar falan, hepsi insani haller ve bu nedenle normal, yani olağan şeyler. Normal olmayan, bu insanların kilit noktalara doğru yükseliyor olması ve hataların düzeltilmemesi.

‘Ethem Sancak ve Mehmet Barlas ilkesiz AKP amigoları’

- Yanlışları söylememekten övgüde abartıya varan birkaç kişi: “Erdoğan’ı tanıyana kadar iki erkek arasındaki ilahi aşka inanmazdım” diyen Ethem Sancak, “Sünnetullah’a uygun olan başkanlık sistemidir” diyen Halime Kökçe, “Bal gibisiniz, çok başarılısınız” diyen Mehmet Barlas... Sizce bu isimleri ve daha fazlasını taraftarlıktan da öte holiganlığa götüren ne?

Bunlar çok kötü örnekler. Bunlar ilkesizce hareket eden AKP amigoları maalesef.

- Sizce bu kişilerin menfaati tam olarak ne; para mı, statü mü, iktidar mı?

Bilmiyorum. Bu maddi menfaat olabilir, konum, ün menfaati veya siyasi menfaat olabilir. Ama bunun içinde kesinlikle menfaat var. Başka türlü bir insan bu kadar yalakalaşamaz.

- “Havuz medyası” vakası varken sizce bu menfaatin para ile mesafeli olması mümkün mü?

Yapılan eleştirilerden biri de bu. AKP’nin doğrularını söylediğimde “Sen de mi şimdi havuzdan nemalanıyorsun”, çok affedersiniz “Sen de mi yalamaya başladın” diyorlar. Eleştirdiğimde ise “Yemini mi kıstılar” diyorlar. Bunları son derece çirkin görüyorum ve anlamakta zorlanıyorum. Açıkçası, bireysel olarak ben herhangi bir menfaat görmüşdeğilim. Zaten temel ilkem şudur: Asla kalemimi satmam, menfaat için yazmam. Hakkaniyet esas ilkemdir. İlkesel yazarım, yazdıklarımda ihtiyat payı bırakmayı ihmal etmem.

‘Erdoğan’a ‘anam babam sana feda olsun’ demek densizlik’

- Sizin maaşınız ne kadar?

Böyle şeylere girmeyelim. Ben herhangi bir menfaat görmedim. Başkaları ne kazanıyor bilemem. Ya da kazanıyor mu? Bilmediğim bir alanda insanları itham edemem. Ancak, mesela yalakalıktan başka bir şey olmayan “Anam babam sana feda olsun” sözlerini bir hocaya sordum, şeriata göre bir mahsuru yok dedi. Ama bu ifade, sahabenin Peygamber Efendimiz için kullandığı bir ifadedir. Bunu alıp Erdoğan ya da başka birine yamarsan, bu densizliktir.

- Ethem Sancak’ın Erdoğan’a aşkı, sizce ihaleler aksayınca da devam eder mi? Veya Mehmet Barlas Sabah başyazarlığını kaybetse Erdoğan’a “bal” der mi? Bu ilişkilerde paranın yeri sizce tartışılabilir mi?

Vardır diyebilmem için bilmem lazım. Ancak tahmin ediyorum ki, bu kişiler konumlarını kaybetseler bu söylemlerini de terk ederler. Ancak ilkesellik gereği, hakkında kesin bilgi sahibi olmadığım hususlarda kesin laflar etmemeyi tercih ediyorum. Zaten, mesela bu yüzden ben ne partinin cemaat hakkındaki, ne cemaatin parti hakkındaki düşüncelerini savunuyorum. Tarafsız kalmayı yeğliyorum. Elimde somut delil yok çünkü.

‘Gülen cemaati hakkında yazılanları delil olarak görmüyorum’

- Gülen cemaatine “terör örgütü” denilmesine yol açan hükümetin sarf ettiği iddiaları ya da hükümete yakın medyada yazılanları siz “delil” olarak görmüyor musunuz?

Hayır. Öyle görseydim, ben de aynı şeyleri yazardım. Bana inandırıcı gelmiyor. Bunun bir iktidar çatışmasının geldiği nihai hal olduğunu düşünüyor ve akıntıya kapılmak istemiyorum.

‘AKP hatalarının en büyük sebebi bu medyanın yalaka durumu’

- Muhafazakâr medya sizi hayal kırıklığına mı uğrattı?

Hayal kırıklığından da öte. Bu olmamalıydı. Bizim Müslümanlar olarak omurga sahibi olmamız lazım. AKP’nin bazı hataları varsa bu hataların en büyük sebebi bu medyanın yalaka durumudur. AKP’nin hatalarını yok sayan, her yaptığını yücelten, böylece hatalarını düzeltme gereğini hissetmesine mani olan bu medyayı tarif edecek kelime bulamıyorum.

‘Muhafazakâr medya Kur’ân ahlakına aykırı davrandı’

- Bir yazınızda yer alan “Bizden diye yanlışlara göz yummak Kur’ân ahlakına uygun mu” sorunuzdan yola çıkarak soracağız: Sizce muhafazakâr medya Kur’ân ahlakına aykırı mı davrandı?

Evet. Kelimenin tam anlamıyla, muhafazakâr medya kendini isnat etmiş olduğu Kur’ân’ın ahlakına aykırı davrandı.

‘Muhafazakâr medya açıkça ‘Yanlış yazdık’ manşetleri atmadıkça...’

- Tam olarak hangi noktalarda?

Bütün noktalarını sayıp dökecek halde değilim. Ama savunduğu ekolün doğrularını da, yanlışlarını da söylemelilerdi, ilkeli duruş budur. Kur’ân, mü'minlerin birbirlerine iyiliğini emreder, kötülüğünü yasaklar. Biz AKP’nin her şeyini iyi, muhalefetin her şeyini kötü hanesine yazdık. Muhafazakâr medya bu tutumunu düzeltmedikçe, açıkça “yanlış yazdık” diye manşetler atmadıkça Kur’ân ahlakını temsil ettiğini söyleyemez.

‘Akit’in de özür dilemesi gereken yayınları vardır’

- Akit de “özür dilemesi gereken yayınlar” listenizde var mı? Sizce gazeteniz yakın gelecekte özür dilemesi gereken hatalar yapıyor mu?

Şu şu diye bir örnek veremeyeceğim ama bence, evet, Akit'in de özür dilemesi gereken yayınları olabilir. Vardır da. Günü geldiğinde herkes hatasını anlayacak da, bu iş işten geçmeden olmalı.

- Siz bugün hükümete yakın medyayı okuduğunuzda haberlerin doğruluğuna güveniyor musunuz?

Maalesef hayır. Sadece haber metinlerinin içeriği değil, sunum tarzı da ayrıca önemli. Öyle bir sunum yapılabiliyor ki, insanlar bambaşka algılara kapılabiliyor. Başlıkta, spotta yazanı haber metninde bulamıyorsunuz mesela. Sadece manşet ve spotları okuyanlar, metni okumazlarsa, yanlış kanaat sahibi olabiliyorlar.

- “Hataları vardır” dediğiniz Akit’in de attığı manşetin muhabiri olmayabiliyor.

Akit’in bir yayın kurulu var. Bütün haberler oraya geliyor, kurul toplanıyor ve manşete orada karar veriliyor. O yüzden muhabir adı kullanılmıyor.

- Aklımızdaki 2003’te Akit’ten ayrılan Saadet Partisi Basın Danışmanı Halis Mutlu imzasıyla 23 Mayıs 2015’te atılan “2000 h&aacirc;kimle karanlık plan” manşeti.

Onu sorduğumda aynı isimde başka biri olduğunu söylediler. Bunu gazetede de açıkladılar zaten.

‘Seçim döneminde Akit’in parti bülteninden farkı yoktu’

- Özellikle seçim döneminde, Akit’te AKP övülürken, diğer partiler eleştirildi veya itham edildi. Sizce bu dönem Akit’in parti bülteninden bir farkı var mıydı?

Samimiyetle söyleyeyim; parti bülteninden bir farkı yoktu. Ama niye öyle olduğu ayrı bir konu. Başka nasıl bir alternatif olabilirdi ki? Bu gazetenin patronajı, yakın olduğu bir partiyi karar aşamasında kendi haline mi bırakacaktı, yoksa “ikazlarıma sonra devam ederim” mi diyecekti? Patronaj bu yönü tercih etmiş olabilir. Ben bireysel olarak bu yönü tercih etmedim, yayın yönetmeni olsaydım da böyle yapmazdım. Ama bu yöndeki tercihe de bir şey diyemem.

- Ama parti bülteni olarak gördüğünüz bir gazetede yazmakta sorun görmüyorsunuz.

Hayır, görmüyorum. Laik-Kemalist devlet düzenini, rejimi de benimsemiyorum, ama bu sistem içinde yaşıyorum. Önemli olan, bireysel duruşumun ne olduğu. Yazdığım birçok yazıda çok sayıda okuyucudan “Gazetem başka, sen başka şey söylüyorsun” şikâyeti alıyorum. “Defol git” diyenler oluyor. Ama (Akit’in sahibi ve İcra Kurulu Başkanı) Mustafa Karahasanoğlu, bu konu açıldığında “Sen bir şeyi hak olarak görüyorsan, yazmanda benim için sıkıntı yok” diyor.

‘Emlak Bankası’ndan Akit’e yolsuzluk haberlerine karşı 5 milyarlık teklif’

- Hükümete yakın bazı gazetelerin ya sahibi belli değil, ya da sahipleri kamu ihaleleri ile haşır neşir. Akit’in sahibi Karahasanoğlu’nun yayın dışında işleri var mı?

Mustafa Karahasanoğlu Milli Gazete’nin yayın yönetmenliğini yapmıştı. O süreçte gazetenin tirajı ilk kez 100 bini aşmıştı. Milli Gazete sonrası uzun yıllar nalburluk yaptı, bir boya firmasının bölge bayisiydi. Merkezi Aksaray’daki nalbur dükkânında Cuma dergisini çıkardı. Dergi, gazete olabilecek tiraja geldiğinde gazete çıkarmaya karar verdi.

- Nalbur işleri hâlâ devam ediyor mu?

Gazeteden sonra o işleri tasfiye etti. Karahasanoğlu, gazeteyi borçla kurdu. Hatta hatırlıyorum da, "Cebimde personelin üç aylık maaşı hazır, eğer yürütemezsem, kendilerine iş bulana kadar üç ay geçinebilirler" demişti. Yine, örneğin hakkında yolsuzluk haberleri yaptıkları Emlak Bankası’nın, yayını kesmesi şartıyla 5 milyarlık reklam teklifini, bankalardan reklam almayı kabul etmediği için reddetmişti. Oysa o parayı alsaydı o günden borcu kalmaz, üstelik tesis sahibi olabilirdi.

‘Akit’in sahibinin bazı yayınlardan rahatsızlıkları oldu’   

- Bankalardan veya hakkında yolsuzluk haberi yaptıkları bir bankadan reklam almayı kabul etmeyen Karahasanoğlu, gazetesinde bazı haberlerin kaynaksız veya belgesiz yayımlanmasını dert ediniyor mu?

Yayın Kurulu’na girmediğim için o konuda ne diyor bilmiyorum. Ama zaman zaman özel görüşmelerimizde yayınlarla ilgili rahatsızlıkları olduğunu söyler ve vebal almaktan son derece rahatsız olduğunu ifade ettiği olur.

‘Akreditasyon uygulanan bir basın toplantısına katılmam’

- Erdoğan’ın uçak kadrosundan kendisini eleştirenler elenirken siz, daimi davetli olmayı kabul eder miydiniz?

Özel geziler farklı şeyler, Erdoğan yanına kimi alırsa alır, bunu eleştirmek doğru değil. Ama umuma açık toplantılarda akreditasyonu ben yanlış buluyorum. Darbecilerin akreditasyon uygulamasından biz çok muztarip olduk. “Çağırmazlarsa çağırmasınlar” desek de, bunu ilkesel olarak yanlış buluyorduk. Bugün aynının yapılmasını nasıl kabul edebiliriz ki? Şahsen ben, akreditasyon uygulanan bir basın toplantısına katılmam.