Faik Öztrak: Artık millet korkmuyor, canına tak etti susmuyor
Öztrak'ın açıklamalarından öne çıkanlar şu şekilde:
Salgının yönetiminde ipin ucu kaçmış durumda… Açıklanan hasta ve vefat sayılarına artık kimse güvenmiyor. Sarayın kibirli adamı ve ortağı salgınla değil; salgınla mücadele eden doktorlarla uğraşıyor. Yüz yüze eğitimde de, uzaktan eğitimde de keşmekeş sürüyor.
İstanbul’da pandemi toplantısı yapılıyor. Milletin seçtiği Büyükşehir Belediye Başkanımız, toplantıya çağrılmıyor. Beş maskeyi millete bedava dağıtamayan hükümet, şimdi grip aşısında da patinaj yapıyor. Grip aşısı bulunamıyor. Sağlık Bakanlığı, “Dünyada aşı üretiminde sıkıntı var” diyor. Ne olduğu belirsiz bir risk belirleme sistemiyle, vatandaşlarımıza grip aşısı karneyle dağıtılıyor.
"Bu kadar beceriksizliğe de ancak PES denir"
Şikâyetler de sel olup akıyor. Bir vatandaşımız… 65 yaşında, Parkinsonizm hastası, aynı zamanda KOAH hastası aynı zamanda yüzde 97 engelli raporu var, ama bu yurttaşımızı grip aşısını hak eden risk grubunda saymıyorlar. bir başka vatandaşımız… 72 yaşında, Bypass olmuş, dört beş raporlu ilaç kullanıyor. Ona da “Sana aşı yok” diyorlar. Türk Eczacılar Birliği’nin girişimiyle, yurtdışından 1,5 milyon doz grip aşısı getirilecek. Bürokratik yazışmalar uzayınca, bu çok kritik dönemde aşıları İran’a kaptırıyorlar. Hayat Eve Sığar’a HES; bu kadar beceriksizliğe de ancak PES denir.
Bütçe tartışması
Devletin yerleşik kurumları, liyakatsizlik nedeniyle hızla yıpranıyor. Bu hafta TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda, bütçe görüşmeleri başlıyor. Hükümetin, 'TBMM’ye zamanında gönderme özenini göstermediği' bütçe, Saray’ın, Saray müteahhitlerinin, faiz lobilerinin yüzünü güldüren, vatandaşa “yoklukta sabret” diyen, askıda ekmekten başka bir şey vadetmeyen bir bütçe... Önümüzdeki yıl faizcilere ödenecek paradaki artış, toplanacak vergilerdeki artışın iki katı olacak. Buna karşılık vatandaşa hizmet için yapılacak harcamalardaki artış, vergilerdeki artışın yarısı olacak… Milletin ödeyeceği vergilerle, faiz lobileri ihya edilecek. Ve gelecek yıl devlet asgari 246 milyar lira daha borçlanacak.
Bütçe son derece özensiz hazırlanmış, TBMM’ye getirdikleri Torba Yasa’da Konaklama Vergisi’ni bir yıl erteleyip 2022’ye bırakıyorlar. Ama 2021 bütçesinde, 1 milyar TL Konaklama Vergisi’nden gelir yazılmış. Bir karar verin, bu vergiyi 2021’de alacak mısınız, almayacak mısınız?
Milli Gelirde azalma
Bu tek adam vesayet rejiminde, devlet kurumları liyakatsizlik ve öngörüsüzlükle malul edildi. Daha birkaç gün önce getirdikleri OVP de, ortalama dolar kurunun 6 lira 91 kuruş olması öngörülmüş, bu kurla da milli gelirimizin, 702 milyar dolar olacağı tahmin edilmişti. Bugün, Dolar 8 lirayı aştı. Euro ise 10 liraya koşuyor.
OVP’ye göre dolar kuru 2023’te 8 lira 2 kuruş olacaktı. Bugün dolar kuru 8 lira 5 kuruşun üzerinde. Hem de gösterge tahvilin faizinin yüzde 14’ü aşmasına rağmen… Bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete… Sosyal medyadan kendi kendini alkışlayan sosyete damadın Bundan haberi var mı? Belli ki yok. Zaten dolar kuruna da bakmıyor.
2020’de OVP kur tahmininin tutması için, yılın son aylarında doların ortalama 7 lira 34 kuruşa düşmesi gerek. Bu artık hayal… Bu yıl Milli Gelirimizin, OVP’de yazıldığı gibi 700 milyar doların üstünde olması da artık hayal. Nereden nereye? 2013’de 1 trilyon dolara yaklaşan milli gelirden 2020’de 600 milyar dolarlara düşen milli gelire… Küresel tahminlere göre, 2021’de artık en büyük 20 ekonomi liginden de düşüyoruz. İlk 20’deki yerimizi, nüfusu neredeyse bizim dörtte birimiz olan Tayvan’a bırakıyoruz. 2014’te düğmesine basılan tek adam rejimi projesinin, milletimize ağır maliyeti her gün biraz daha görünür hale gelirken, sosyete damat çıkmış; verdikleri kredilerle hormonlanmış ama sürdürülmesi mümkün olmayan göstergelere bakıp, 'Veriler, ekonomimizin büyüme patikasına girdiğini gösteriyor' diyor.
Hukuk ve adalet yoksa kimsenin canının, malının güvencesi de yoktur. Can ve mal güvenliği olmayan yerde yatırım yoktur. Yatırım yoksa iş yoktur, aş yoktur. Siz hukuku yok sayarsanız, Sanayileşme İcra Komitesi kurup, firmaların yapacakları ortaklıklara müdahale etmeye kalkarsanız, sonra da 'Bunu yabancı ortaklıklar için yaptık' derseniz, yerli, yabancı tüm yatırımcılar ürker.
İş âlemi yatırımdan cayar. Vatandaşlarımız, boş tencereye, boş cüzdana mahkûm olur.
Bugün ülkenin her yerinden feryatlar yükseliyor. Ardahan’da bir çiftçimiz, bir besicimiz bağırıyor: 'Devlet gelsin, biz ineklerimizi teslim edelim olsun bitsin. Onları da yesinler, doymuyorlar çünkü. Bir canımız kaldı verecek.' Antalya’da bir vatandaşımız sokak röportajına katılıyor. Ekonomideki hataları ve Saray hükümetini eleştiriyor. Bunun üzerine evini polisler basıyor. Artık insanlarımızın konuşmasından, dertlerini anlatmasından da korkuyorlar.
Ama artık millet korkmuyor, canına tak etti susmuyor. Bir esnaf Denizli’de Vali’ye, “Canıma yetti. Gebermek istiyorum” diye bağırıyor. Dün de Malatya’da, Servis ve minibüs esnafı Erdoğan’a çektikleri sıkıntıları anlattı. Erdoğan önce, “Tamam dediklerine kabul” dedi. Biz de “Vatandaş karşısında ilk defa nedamet getiriyor” zannettik. Ama esnaf “10 aydır işsiziz, eve ekmek götüremiyoruz” deyince, Saray’ın o meşhur kibri geri döndü. 'Bu çok abartılı' deyip vatandaşı susturdu. Esnafa bir çay torbası verip, 'Bu keyif çayı, iç bunu derdini unut' dedi. Bütün bunları da Malatya’daki Oda Başkanı, hesabından yayınladı. Anlaşılan şimdi de, 'Ekmek bulamıyorlarsa, keyif çayı içsinler' aşamasındayız.
Okul servisi deyip geçmeyin… Bu sorun ülke genelinde 200 bin esnafı, ve bu servislerde çalışan yaklaşık 400 bin kişiyi ilgilendiriyor. Bu insanlar 6 aydır mağdur. Genel Başkanımız Sayın Kemal Kılıçdaroğlu servisçi esnafının sorunlarını ve çözümlerini defalarca dile getirdi. Ama hükümetin aldırdığı yok. Varsa borç, yoksa faiz… Bu da esnafın derdine derman olmuyor. Bütün dünyanın yaptığını yapın, esnafa sizin kararlarınız nedeniyle mahrum kaldığı geliri ödeyin. Sigortasını, vergisini erteleyin.
Bugüne kadar hiçbir yönetim, milletimizin talepleri karşısında bu kadar çaresiz, bu kadar bigane kalmadı. Bunların millet için yapacak tek bir hayırlı işi kalmadı. Milletimiz bunları görüyor, notlarını veriyor, artık sabırsızlıkla beklediği sandıkta, biletlerini kesecek evlerine gönderecek.
Bunu gördükleri için artık varsa yoksa yandaşlarına çalışıyorlar. Millete veriyorlar talkını, yandaşları yutuyor salkımı. Bunun son örneği de TBMM’ye getirdikleri bu yasa teklifi… Bu teklifle, Elektrik Piyasası Kanunu ile bazı kanunlarda değişiklik yapılması amaçlanıyor. Yenilenebilir Enerji Kaynakları Destekleme Mekanizması, Yani YEKDEM’de önemli değişiklikler yapıyorlar. Her şeyden önce, biz, Yenilenebilir Enerjinin desteklenmesine karşı değiliz. Biz destek diye “dolar bazında fiyat garantisi” verilmesine karşıyız. Bizim milli paramız Türk Lirası. Dolar değil. Bir de bu düzenlemede, 2010 sonundaki dolar cinsinden verdikleri fiyatlar üzerinden yeni garanti vermişler. El insaf… O gün 1,5 TL olan dolar kuru; şimdi 8 lira oldu. Üstüne üstlük 10 yılda teknoloji değişti, yatırım maliyetleri yarı yarıya düştü, kullanılan girdi ülkemizin rüzgarı, güneşi, suyu… Sen hala daha 10 yıl öncenin dolar cinsinden fiyatını veriyorsun.
Bu teklifin 13. Maddesi, geriye doğru “fiyat garantisi imtiyazı” diye, bugüne kadar görmediğimiz bir mekanizma getiriyor. Bundan önce dolar bazında fiyat garantisi, 2015’ten sonra işletmeye alınmış santraller için yoktu. Şimdi getirdikleri bu düzenlemeyle, 2020 sonuna kadar işletmeye alınacak santrallere, dolar bazında eski ballı fiyatlardan garanti veriyorlar. Hem de 10 yıl süreyle. Hangi firmalar ve kimler bu işten nemalanacak? Bir de ömrünü tamamlamış lastikleri, bu yasayla biyokütle diye tanımlayacaklar. Kimi zengin etmek için bunların bertarafını teşvik kapsamına alıyorsunuz?
Mevcut kapasiteler dikkate alındığında, bu yasayla tüketiciye yüklenecek, yıllık 10 milyar dolar civarında bir yükten bahsediyoruz. Bu yük 10 yıllık garanti süresinde toplam 100 milyar doları geçecek, tüketicinin ve sanayicinin elektrik faturasına yansıyacak.
ÖSO bayraklı gösteriler
Derler ki, “Dost bin ise azdır, düşman bir ise çoktur.” Tek adam vesayet rejimi elinde her alanda olduğu gibi dış politikada da kurucu ayarlarımızdan koptuk. İhvan hayallerine takıldılar, 'Yurtta sulh, cihanda sulh' ilkesinden uzaklaştılar. Bunun neticesinde elimizde kala kala yaklaşık 5 milyon Suriyeli, onlara bakmak için harcadığımız 50 milyar dolarlık koca bir fatura kaldı.
Ve şimdi o Suriyeliler, İzmir’den, İstanbul’a kadar, ellerinde ÖSO bayraklarıyla, meydanlarda gösteri yapar hale geldi. Bu ülkede Somalı madencilere, çiftçilere, baro başkanlarına tanınmayan yürüyüş hakkı, ÖSO bayraklı Suriyelilere tanınıyor.
Türkiye'ye ambargo
Ne yazık ki, Türkiye’miz dünyada yalnızlaştı. Çevremizde ne kadar ülke varsa bize karşı birleştirmeyi bu saray hükümeti başardı. Şimdi Suudi Arabistan, Türk ürünlerine boykot çağrısı yapıyor. Tarihi bağlarımız olan pek çok Kuzey Afrika ülkesi Suudi Arabistan’ın ardına takılıyor. Ama bu boykota karşı, Saray sözcüleri “Gülüp geçiyoruz” demekle yetiniyor. Bu, gülüp geçilecek bir iş değil. İhracatçı üreticiler, tesislerini yurtdışına kaydırmayı düşünüyor. Boykotu durdurmak için, hiç bir planları yok.
Ne yazık ki yaşadığımız devlet krizi, dış politikamıza da sirayet etti. Dış politika bir devlet politikasıdır. Bu nedenle profesyonel bir bürokrasi eliyle yürütülür. Ama bugün bizim Dış İşleri Bakanlığı’nın adı var, kendi yok. Büyükelçiliklerimiz mütekait AK Parti vekilleriyle doldu. Yolsuzluktan aklanmamış eski bakanlar şimdi büyükelçi yapıldı.
Bugün, dış politikamız, AK Parti İl Kongrelerinde, iç siyasete malzeme yapılıyor. Bu arada; Almanya’da cami, polis tarafından basılıyor, Fransa’da, Peygamberimiz Hazreti Muhammed’e hakaret eden karikatürlerin, düşünce özgürlüğü denilerek binalara asılmasına göz yumuluyor. Avrupa’nın popülist siyasetçileri İslam’a ayar vermekten bahsediyor. Türkiye düşmanlığı, seçime giden ülkelerde popülist siyasetçilerin en önemli ekmeği oluyor.
Bu sorumsuzlukları önleme makamındaki AK Parti Genel Başkanı da bunu fırsat biliyor. Bağırıp çağırarak bu saygısızlıkları, hadsizlikleri, kendisi bu sefer içerde siyasete malzeme yapıyor. Ekonomik buhranın üstünü örtmeye çalışıyor. Diplomasinin bir gücü de üslubundan gelir. Dış politika, il kongrelerinin malzemesi olunca, diplomatik üsluptan uzaklaşılıyor. Diplomasinin zorlayıcılığı kullanılamaz hale geliyor. En haklı olduğumuz davalarımızı bile anlatmakta, savunmakta güçlük yaşıyoruz. Halk aç, iş yok, millette para yok. Askıda ekmek, bedava kek, Kızılay’a kan verene 5 litrelik ayçiçek yağı vermek, milletin kafasına çay torbaları atmak da algıyı yönetmeye yetmeyince, parti kongrelerinde sağa sola bağırarak, gürültü çıkararak buhranın üstünü kapatmaya çalışıyorlar. Ama bu arada, dünyada haklılığımızı tüketiyorlarmış umurlarında değil.
En çok gürültüyü boş teneke çıkarır. Bunu da herkes bilir. İl kongrelerinde 'Ambargo uygularsanız uygulayın' diye rest çekmek, hörelenmek ne demek, Siz bir NATO müttefikine, 'Bana ambargo uygulayamazsınız' deme, Milletin hakkını savunma, ambargoyu önleme makamındasınız. Bu atarlı tavırla anlaşılan yine, 'Bu can, bu tende kaldıkça rahibi vermem' senaryosunu devreye sokuyorsunuz. Nasıl rahibi bir emirle verdiyseniz; S 400’leri de hangara atıp, ülkenin “en pahalı hurdası” haline getirmeye hazırlanıyorsunuz.
Ekonomide ve devlette sebep olduğunuz krizin üzerine, dış politika şalını örtemezsiniz. Çünkü orada da derin bir yalnızlık krizindesiniz. Ne yaptığınızı bu milletimiz artık çok iyi görüyor. Notunuzu veriyor. Artık önüme gelsin dediği sandıkta da sizi evinize gönderecek.
Enis Berberoğlu kararı
Türkiye’de yaşanan devlet krizi, ülkedeki ekonomik buhranı giderek daha da derinleştiriyor. Can ve mal güvenliğini tehdit ediyor. Yaşanan bu sürecin en önemli nedeni adalet direğinin çökmesi… Ucube tek adam rejiminin, vesayeti altındaki yargıçlar, devletin adalet direğine darbe üstüne, darbe indiriyorlar. Anayasanın açık hükmüne rağmen, Saray'ın hâkimleri, milletvekilimiz Enis Berberoğlu’nun dokunulmazlığını tanımadı, anayasaya aykırı bir şekilde hakkındaki davaları sürdürdüler. Sarayın hâkimleri milletvekilinin hakkını hukukunu gasp ederken, TBMM’nin hukukuna saldırırken, TBMM Başkanı’nın buna sesi çıkmadı. Yargının, milletvekillerini de sarayın vesayeti altına sokmak amacıyla verdiği, yasama organının yetkilerine açıkça tecavüz ettiği kararını okutarak, Meclis'in hukukuna, milletin iradesine sahip çıkamadı.
Sonunda Anayasa Mahkemesi, bu hukuk cinayetini görerek oy birliğiyle 'Hak ihlalini durdurun' diye karar verdi. Ama Anayasamıza göre, Anayasa Mahkemesi kararlarına, doğru yanlış demeden uyması gereken, İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi bu karara uymadı. Anayasayı ihlal etti. Anayasayı tağyir, tebdil ve ilga suçunu işledi. Bu yerel mahkemenin kararına karşı bir üst mahkeme olan, İstanbul 15. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gidildi.
Bu mahkeme de Anayasa Mahkemesi kararına uymak yerine, milletvekiline akıl verdi, “Sin külahın görünmesin” diyerek, topu Bölge Adliye Mahkemesi’ne atar gibi yaptı. Anayasayı ihlal etti. Bu sıralı hukuk cinayetleri, bunun Saray'ın şatafatlı salonlarında senaryosu yazılan “Organize bir iş” olduğunu gösteriyor.
TBMM Başkanı, yargının saldırıları karşısında Meclis’in hukukunu tahkim edecek, milletvekilinin tetikçi yargıçların oyuncağı olmasını önleyecek yasa değişikliği teklifini derhal gündeme getirmelidir. TBMM adına HSK’ya suç duyurusunda bulunmalı, başında olduğu HSK’yı bugüne kadar toplamayan Adalet Bakanı’nın, HSK’yı toplayarak, Meclis hukukuna tecavüze yeltenen hâkimler hakkında, gerekli işlemleri derhal başlatmasını sağlamalıdır. Tarih herkesi, yaptıkları kadar, yapmadıklarıyla da yargılayacaktır.
Ve son bir çağrı da Anayasa Mahkemesi’ne… Mahkemenin kararlarına, alt mahkemelerin direnmesi, hukuk hiyerarşisinin yok olması demektir. Bu, yok olmamalıdır. Anayasa Mahkemesi, konumunun ağırlığına uygun olarak, bu hukuksuzluğa karşı tavrını koymak zorundadır.