Ali Babacan: Halk iradesi, seçme ve seçilme hakkı ayaklar altında

Ali Babacan: Halk iradesi, seçme ve seçilme hakkı ayaklar altında
DEVA Partisi’nin Diyarbakır İl kongresi başladı. Babacan, “12 yaşında hayatını kaybetmiş Ceylan Önkol’un şehrinden, Diyarbakır’dan herkese selamlarımı iletiyorum.” dedi. 

DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın konuşmasından öne çıkanlar şöyle: 

Genel Başkanı Ali Babacan bugün partisininin Diyarbakır İl kongresine gitmek için Diyarbakır’a gitti. 

Adaletin peşinde ömrünü feda eden Tahir Elçi’nin, Gözleriyle hafızalarımıza kazınan, 12 yaşında hayatını kaybetmiş Ceylan Önkol’un şehrinden, Diyarbakır’dan herkese selamlarımı iletiyorum. 

Haksızlık, hukuksuzluk almış başını gitmiş. İnsan hakları ayaklar altında. Özgürlüklerimizin her biri yavaş yavaş elimizden alınıyor.
İfade özgürlüğü kalmadı. Fikrini söyleyenler işten atılıyor, tutuklanıyor. Sosyal medyada eleştiri yapan gençler evlerinden alınıp götürülüyor. Gazeteciler haber yaptıkları için yargılanıyor.  Yargının en üst mahkemesine tehditler savruluyor.  İktidar partisi ve küçük ortakları, kendilerine göre bir “makbul vatandaş” kitlesi, “tek tip insan” kitlesi oluşturma gayretinde. 

Artık Yeter. Hukuk devletini hiçe sayan bu anlayışı asla kabul etmeyeceğiz.  Kim ne derse desin biz, insan haysiyetini, hak ve özgürlükleri, demokrasiyi, hukukun üstünlüğünü, kuvvetler ayrılığını savunmaktan asla vazgeçmeyeceğiz.  Biz, adil olacağız.  Biz, bu ülkedeki her bir bireyin eşit ve özgür vatandaş olması için mücadele edeceğiz. Unutmayalım ki, devlet insan için vardır. Hiç bir şey insan onurundan, insan haysiyetinden daha önemli değildir.  Biz hazırız. Türkiye’nin DEVA’sı bunları gerçekleştirmek için hazır. ...
Kıymetli arkadaşlarım,  Biliyorum tüm bu adaletsizliğin ortasında, hukuksuzluğun ortasında, bugünün Diyarbakır’ında konuşulması gereken en önemli konulardan birisi Kürt meselesidir. 

Erdoğan’ın sözlerini hatırlattı

Kürt meselesini, sizlere, Diyarbakırlılara anlatmaya çalışmayacağım. Sizler bu meseleyi iyi biliyorsunuz, bizzat yaşıyorsunuz. 

Onun içindir ki, bugün bu kürsüden, 5000 yıllık tarihinde nice medeniyete ev sahipliği yapmış bu kadim topraklardan; bu güngörmüş, bu çilekeş şehirden bütün Türkiye’ye sesleneceğim.  Evet, konumuz Kürt meselesi.  On yıllarca “Sözde Kürt Sorunu” denilerek inkar edilen, 

Ancak 2000’li yılların başında adı konulabilen,  Ama ne yazık ki bugün yine yasaklı bir söz haline gelmeye başlayan Kürt meselesinden bahsedeceğim bugün.  Biliyorsunuz, “Kürt sorunu” lafı bugünkü rejimi en fazla rahatsız eden söz haline gelmiş durumda. 

“Neleri eksik ki? Ne diye hala Kürt sorunu deyip duruyorsunuz” diyorlar.  Kabul etmeliyiz ki, mevcut iktidar partisinin ilk döneminde, Avrupa Birliği sürecinin hızlanmasının da katkısıyla, cesur reformlar gerçekleştirmişti.   Peki şimdi durum ne?  Bazı temel reformlar dışında çok fazla bir şey kalmadı geriye.  Ülkeyi yönetenlerin son yıllardaki tarzı, üslubu, kendilerine buldukları yeni ortakların saplantıları doğrultusunda atılan adımlar, yeniden Kürt sorununu oluşturdu ve sorun gittikçe büyüyor.  Aslında bu sorun, tüm ülkemizi, tüm vatandaşlarımızı ilgilendiren temel sorunların da yansıması. Şu anda toplumumuzun tüm kesimlerini etkileyen ve yeniden hızla büyüyen bir hukuk sorunumuz var. Adalet sorunumuz var. Hızla büyüyen bir eşit vatandaşlık sorunumuz var. Her şey 2005 yılında o günkü Başbakanın Diyarbakır konuşmasında “Kürt sorunu vardır ve benim sorunumdur” sözleriyle başlamıştı. 

Ve her şey 2015’te aynı kişinin “Kardeşim ne Kürt sorunu ya? Artık Kürt sorunu yok, daha ne istiyorsun?” sözleriyle bitti. 

Şivan Perwer’i hatırlattı

Ben bu konuşmamda acı sonla biten bu hikayeyi unutanlara hatırlatmak ve nereden nereye geldiğimize şöyle bir bakmak istiyorum. 

2002 yılı öncesi Kürt sorunu deyince ilk akla gelen şey Kürtçe üzerindeki yasaklardı. 2002-2015 arasındaki yıllar Kürt dili üzerindeki baskıların son bulduğu, Kürtçe televizyon yayınının başladığı, üniversitelerde lisans üstü düzeyde Kürtçe programının açıldığı, şehirlerde Kürtçe tabelaların boy gösterdiği yıllardı.  Ama şu anda görüyoruz ki, eğitim veren enstitüler hem müfredat hem de kadro olarak zayıflatılıyor. Vaktinde asılan tabelalar da birer birer kaldırılıyor.  Reform yılları; Avrupa’ya kaçmak zorunda kalan Kürt aydınlarının büyük umutlarla Türkiye’ye döndüğü yıllardı. Bugünse çok sayıda aydın ve siyasetçi her an tutuklanma tehdidi altında yaşamaktansa yurtdışına çıkıp gurbetçi olarak yaşamayı göze alıyor. Yani göç yine başladı.  Mesela Şivan Perwer 2013 yılında 37 yıllık ayrılıktan sonra Türkiye’ye gelip Diyarbakır’da o zamanki başbakanla el ele tutuşmuştu.  Aynı gün Diyarbakır’da başbakanla el ele tutuşan bir başka isim ise, mevcut iklim yüzünden Türkiye’de değil.  Hatırlayın, Ak Parti’nin iktidara gelir gelmez gündeme getirdiği konuların başında yerel yönetimlerin güçlendirilmesi geliyordu. Muhalefetin engellemesi yüzünden çıkarılamayan Yerel Yönetim Reformu Türkiye tarihinin o zamana kadar gördüğü en köklü reformlardan biriydi.  Peki o günlerden bugüne geldiğimizde ne görüyoruz?  Seçilmiş belediye başkanlarını makamlarından indirip yerine atanmış kişileri oturtuyorlar. Hem de bir iki değil. 48 belediyeye kayyum atandı. 6’sına da kazandıktan sonra YSK mazbata vermemişti zaten.  Halk iradesi, seçme ve seçilme hakkı ayaklar altında. Seçimler adeta bir aldatmaca haline getirilmiş. 

“Seçmen iradesi gasp edilemez”

İktidar seçimle kazanamadığı her belediyeyi hukuksuzca ele geçirmeye çalışıyor. Seçimde kaybettiği şehirlere kayyum atıyor. 

Sadece belediye başkanları görevden alınmıyor, belediye meclisleri de çalışmaz hale getiriliyor. Vatandaş oy vermiş, birilerini meclise seçmiş, birilerini başkan seçmiş kimin umrunda. Şunu açıkça görüyoruz: İktidarın kayyum politikası, kazanamadığı seçimlerde halkı cezalandırma yöntemine döndü.  Kimse halkının oyunu gasp edemez. Seçimlere ve seçim sonuçlarına saygı gösterilmesi, demokrasinin temelidir.  Bizim sözünü verdiğimiz Türkiye’de, bağımsız ve tarafsız yargıdan başka hiç kimse, seçilmiş bir insanı görevden alamayacak. 

Seçilmişlerin güvencesi, seçmen iradesinin güvencesidir.  Biz, seçmen iradesinin her türlü iradeden üstün olduğuna inanıyoruz. Seçmen iradesi gasp edilemez. 

“Bu halk bunu hak etmiyor”

Bu şehir, 12 Eylül’ün işkenceleriyle anıldığı gibi, hukuksuz pek çok fotoğrafa da sahne oldu. 2002 sonrasında gerçekleşen en önemli değişiklik, faili meçhul cinayetlerin son bulması ve “işkenceye sıfır tolerans” uygulamasıydı. Bunlar elbette hayati önemde adımlardı. Ama ne yazık ki bugün bambaşka bir noktadayız. İki sene evvel Van’da mantar toplayan köylülere işkence uygulayan ve “terörist” diyenler, yargının köylülerin masumiyetini ispatlaması karşısında özür bile dilemedi.  Hatta birkaç hafta evvel yine Van’da, helikopterden atıldığı iddia edilen vatandaşlarımız hastaneye kaldırıldı. Gözaltına alınanlardan Servet Turgut, yoğun bakımdan çıkamadan ne yazık ki vefat etti. Yetkililer olayın soruşturmasının sürdüğünü söylüyor. Dosya hakkında gizlilik kararı olduğu için soruşturmanın hangi aşamada olduğunu da bilmiyoruz.  Ama sorarım size, bildiğimiz kadarı bile, bize çok şey anlatmıyor mu?  2000’li yıllarda sıfırlanan işkencenin ve faili meçhul cinayetlerin geri dönüşünün alarm zillerini duymuyor musunuz?  Son dönemde duyduklarımız, 90’lı yılların karanlığında karakolların kapısından canlı girip bir daha çıkamayan kurbanları çağrıştırmıyor mu?  Bu halk, bu şehir, bu bölge, bu ülke bunu hak etmiyor.  Suçu işleyen kim olursa olsun, isterse kamu görevlisi olsun, hukuki ve idari işlemler sonuna kadar adalete uygun olarak yürütülmelidir.  Türkiye’de yaşayan her bir bireyin tüm haklarının güvencesi olmak için biz hazırız.  Bu ülkede kimse kimliğinden, siyasi fikrinden, düşüncesinden ötürü, hiçbir koşulda kötü muamele göremez, görmeyecek. Gelelim, güncel bir gelişmeye...
Altı yıl sonra tekrar gündeme getirilen Kobani Soruşturması’na... 

2014 yılında yaşanan ve 53 kişinin ölümüne yol açan şiddet olaylarının soruşturulmasına itiraz etmek, hukuk devletini savunan hiç kimse için mümkün değildir. Yargı tabi ki gereğini yapmak zorundadır. 

Ama yargıdaki dosyalar da ülkeyi yönetenlerin elinde, işlerine gelince rafa kaldırıp ihtiyaç duyduklarında raftan indirip kullanacakları baskı ve şantaj malzemeleri değildir.  Birlikte düşünelim: 

2015 yılının Şubat ayında, yani Kobani olaylarından dört ay sonra, hükümet üyeleri Dolmabahçe’de mutabakat metni okurken dört ay önceki Kobani ile ilgili çağrıdan haberdar değiller miydi?  Elbette haberdardılar. Ama o tarihlerde Çözüm Süreci devam ediyordu ve Dolmabahçe’deki o fotoğrafa ihtiyaçları vardı.  Yıllar geçti, aynı kişilerin bu sefer ihtiyaçları değişti.  Bugün ise küçük ortakların peşine takılmış, hızlı adımlarla 90’ların Kürt politikasına doğru koşan yönetimin birilerini düşmanlaştırmaya ve muhalefet partilerini tehdit etmeye ihtiyacı var.  Ancak unutmayalım ki, güçler ayrımının net olduğu bir hukuk devletinde Yargı siyasi amaçlara hizmet etmek için bir araç olarak kullanılamaz. Bu tablo kabul edilemez.  Türkiye’yi yönetenlere sesleniyorum:  Demokratik yollarla siyasi mücadeleye inanmış vatandaşlarımıza, âdeta ‘seçimler gereksiz’ duygusu yaşatarak, zaten büyümekte olan Kürt Meselesini daha da büyütmeyin.  Zaten büyük ölçüde işlevini yitirmiş olan bir Meclis var. Oradaki seçilmiş siyasetçileri keyfi yargılamalara maruz bırakmayın.  Daha dün çözüm sürecinde birlikte çalıştıklarınızı, şimdi apar topar düzenlenen fezlekelerle tutuklatmayın.  Biz, demokratik zemini daraltanlara ve meşru siyaset kanallarını engelleyenlere karşı ısrarla demokrasiyi savunacağız, çözümün siyasette olacağını savunacağız.  Biz oyunuza, iradenize ve hatta tüm seçtiklerinize sahip çıkmak için buradayız. ... Değerli konuklar, bizi izleyen değerli vatandaşlarımız, Biz, bu topraklarda siyaset yollarını kapatan herkese karşı buradayız. 

"Biz analar ağlamasın diye buradayız"

Onlarca yıldır terör eylemleri düzenleyen, gencecik çocuklarımızı dağa çıkmaya zorlayan, vatandaşlarımıza baskı yapan, siyasetin alanını daraltan bölücü terör örgütüne sonuna kadar karşıyız.  Oluşturduğu güvenlik sorunları nedeniyle bölgenin kalkınmasının önünde en önemli engel olan, bölgeye yatırım yapmak isteyenleri ürküten, yeni istihdam oluşmasının önüne set çeken terör örgütüne sonuna kadar karşıyız. Yöntem olarak şiddeti seçen ve ölümden beslenen tüm yapılara karşıyız.  Terör örgütleriyle mücadele çok yönlü bir mücadele olmalıdır. Sadece güvenlik enstrumanları değil, diplomasi ve uluslar arası siyasi ilişkiler de ustaca kullanılmalıdır.  Biz halkımızın kamu birimlerinin hukuksuz baskısı ile, terör örgütünün baskısı arasında sıkıştırılmasına asla izin vermeyeceğiz.  Biz sokaklarda TOMAların olmadığı, sabaha karşı operasyonların yapılmadığı bir Diyarbakır için buradayız.  Biz analar ağlamasın diye buradayız. Biz demokratik siyaset için hazırız. Buradayız. Peki Diyarbakır hazır mı?  Biz DEVA Partisi olarak günümüz Türkiye’sinde, halkımıza ve siyasete güveniyoruz.  Herkesin de halka ve siyasete güvenmesi gerektiğini vurguluyoruz. Hukuk dışı uygulamaları hiçbir koşulda kabul etmiyoruz.  Öte yandan, yapılan hukuksuzluklar terör eylemlerini asla meşrulaştıramaz. Terör eylemlerinin varlığı da devletin hukuk dışı uygulamalarını meşru kılamaz. Terörle sonuna kadar mücadele edilmelidir. Ancak bu mücadele hukuk devleti ilkeleri çerçevesinde sürdürülmelidir. 

12 Eylül’ü hatırlattı

Bu şehir cezaevinde Türkçe olarak öğrendiği tek cümle “Kamber Ateş nasılsın” diyen annelerin gözyaşlarına çok tanık oldu. Hatırlıyorsunuz değil mi?  Türkçe bilmediği için bir anne oğluna cezaevi görüşü boyunca sadece oğlunun ismini ve “nasılsın”ı söyleyebildi. “Kamber Ateş nasılsın” diye diye ağladı. Annelere evlatlarıyla anadilinde konuşmayı yasaklayanları gördük. Bugün onları hayırla anan var mı?  Eğer böyle giderse, şimdi yeniden Kürt Sorununu dirilten, vatandaşlarımızın demokratik haklarını elinden almaya çalışan hükumeti ve küçük ortaklarını da – açık söylüyorum- kimse hayırla anmayacak. 

Bu topraklarda konuşulan her bir dil, her bir lehçe bizim zenginliğimizdir. 

Resmi ve ortak dilimiz olan Türkçe’nin iyi öğretilmesinin yanında, anadili hakkı kapsamında bütün vatandaşlarımızın anadillerini kullanmaları ve geliştirmeleri için demokratik bir hukuk devletine yakışan bütün düzenlemeleri yapacağız. 

Dil de dahil olmak üzere eğitime erişimin ve eğitimde fırsat eşitliğinin önündeki her türlü engeli kaldıracağız. 

"Krizlerden beslenmeyeceğiz"

Komşularımızla ilişkilerimizde bölgesel ve tarihsel hukukumuza aykırı uygulamalar görüyoruz. Bugünkü yönetim, komşularımızın her biriyle farklı çatışma alanları oluşturmak için adeta özel gayret gösteriyor.  Sınırın ötesinde yaşayan sivil halk düşman değil arkadaşlar! Türk, Kürt, Arap şehirleri bizim akrabalarımızın şehirleri. Irak’taki, Suriye’deki komşularımızla konuştuğumuz dil aynı. Güçlü bir tarih ve kültür ortaklığımız var.  Öyle bir ülkede yaşıyoruz ki, 100 yıl önce dedelerimizin, ninelerimizin bir arada yaşadığı şehirler adeta ortadan ikiye bölünmüş.  Şimdi biz sınırların böldüğü Suruçlu ile Kobaneliyi, Akçakaleli ile Tel Abyad’lıyı Ceylanpınarlı ile Resulayn’lıyı nasıl ayırt edebiliriz? Bu insanların hepsi bizim için birdir, hepsi akrabamızdır. Hepsinin barışı, huzuru, güvenliği, mutluluğu bizim için birdir. 

Arap, Kürt, Türkmen, Müslüman veya Süryani... Komşumuzun dinine, diline, ırkına bakabilir miyiz? Bakmayacağız. Komşularımızla karşılıklı güven, dayanışma ve işbirliği esası ile ilişkilerimizi geliştireceğiz. Biz ülkemizin toprak bütünlüğünü korumak ve sınır güvenliğini sağlamak kaydıyla, komşularımızla ilişkilerimizi iyileştireceğiz. Güvenlik ihtiyacımızın düşman üreterek değil, dost kazanarak sağlanacağını gayet iyi biliyoruz. Kavgayla, düşmanlıkla elde edilecek bir çözüm olmadığını da biliyoruz. Bölgemizde ortak ilkeler ve değerler etrafında şekillenen işbirliği platformları kuracağız ve bunları koruyacağız. Merkezi insan olan, ülkemizin çıkarlarını en yüksek seviyede koruyacak bir dış politika uygulayacağız. Türkiye’yi tüm müttefikleriyle, komşularıyla ve bölge ülkeleriyle, iç siyasetlerine karışmama ilkesi çerçevesinde, yapıcı ve dengeli diyaloglar kurabilir duruma getireceğiz. Türkiyemizin, Güney Doğu Anadolumuzun, Doğu Anadolumuzun kalkınması için, ekonomimizin büyümesi için, tüm bölgeyi bir istikrar ve refah havzası yapmak zorundayız. Biz krizlerden beslenmeyeceğiz. 

"890 esnaf kepenk kapattı"

Ülkemizin içinden geçmekte olduğu ekonomik krizi eminim her biriniz tek tek hissediyorsunuz. Biliyorum; Diyarbakır’da son dokuz ayda 890 esnaf kepenklerini kapattı. Ekonominin gerçek durumunu çok iyi gördüğünüzü biliyorum.  Hükümet bambaşka bir tablo sunmaya çalışsa da, hayat pahalılığı ve işsizliğin toplumumuzu nasıl etkilediğini görüyorum.  Hükumet yalanlarla, çarpıtmalarla kandırmaya çalışsa da siz enflasyonu da, döviz kurlarının etkisini de çok iyi biliyorsunuz.  “Biz döviz kuruna bakmıyoruz, ilgilenmiyoruz" diyorlar. Halkı cahil sanıyorlar.  Diyarbakır esnafı işyerine ürün alırken yükselen kuru hissetmiyor mu?  Diyarbakır çiftçisi mazot alırken yükselen kurdan etkilenmiyor mu?  Döviz kurundaki artışın er ya da geç elektrik fiyatlarına yansıdığını bu halk bilmiyor mu?  Halk her gün sokakta, pazarda, bakkalda, manavda gerçek enflasyonu da işsizliği de iliklerine kadar hissediyor.  Orta direk yıkılıyor değerli arkadaşlar. Hükumetin yaptığı yanlışlar yüzünden orta direk yıkılıyor. Bunları görüyoruz. Geçen hafta açıklanan ekonomik program Türkiye’nin fakirleştiğini ilan etmiştir. 2013 yılında 961 milyar dolara ulaşan milli gelirimizin bu yıl 702 milyara gerileyeceği, aynı dönemde fert başına milli gelirimizin 12.594 dolardan 8.381 dolara düşeceği açıklanmıştır. İsraf ve yanlış yönetim sonucu hükümetin bütçe açığı tarihin en yüksek seviyesine çıkmıştır. Türkiye her geçen gün yoksullaşıyor. Artık yeter. Biz bu yanlışların bedelini ödemek istemiyoruz. Halkımız bunu hak etmiyor. Biz, bu kötü yönetimi sona erdireceğiz. Biz bu yoksulluğu sona erdireceğiz. Ekonomiyi ehil olmayan ellerden kurtaracağız. Bu milletin kaynaklarını küçük bir zümrenin çıkarı uğruna heba eden anlayışa son vereceğiz. Merkez Bankası, TÜİK ve Bankacılık Düzenleme ve Denetleme (BDDK) gibi tüm kurumları yeniden ayağa kaldıracağız. İktidar olanların niyetleriyle şekillenen, keyfi kararlarla ülkenin geleceğini karartan tüm uygulamalara son vereceğiz. Hukuk devletini yeniden inşa ederek güven tesis edeceğiz. Bu ülkeyi mahrum kaldığı yatırımlara kavuşturacağız. Güven ve istikrar ortamında ülkemizi çok daha müreffeh günlere taşıyacağız. 

"Tek referansları kendi bilgi ve birikimleri olacak"

Diyarbakır’ın müthiş bir gençlik potansiyeli var. Ancak gençlerimizin çoğuna iyi bir eğitim fırsatı sunulmuyor. Özellikle merkezden uzak okullara yeterli öğretmen ataması yapmıyor, yeterli eğitim malzemesi sağlamıyor. Anne babalar çocuklarının geleceğinden endişe duyuyor. Bu ülkede anne babaların tek derdi çocuklarının eğitimi. Çocuklarının geleceği. Bu ülke ceketini satıp çocuğunu okutan anne babaların ülkesi. Oysa devletin görevi her bir çocuğumuza, gencimize eğitimde fırsat eşitliğini sağlamaktır. Gelir adaletsizliğinin had safhada olduğu bu tarihi şehirde çocuklarımız sokakta çalışmak zorunda kalıyor. Mevsimlik işçi olmak için başka şehirlere göç ediyor. 

Arkadaşlar, bu ülkenin en büyük kaynağı, en büyük zenginliği insan. Bizim öyle zengin petrol kaynaklarımız, zengin maden rezervlerimiz yok. Ama bizim dünyanın hiçbir yerinde göremeyeceğiniz kadar iyi insan kaynağımız var. Gençlerimiz var. Çocuklarımız var. 

Bizim gençlerimiz geleceğe korkuyla, kaygıyla değil; umut ve heyecanla bakmayı hak ediyor. Bu ülkenin çocukları iyi bir gelecek, iyi bir ülke hak ediyor. Bizim doğu ile batı, kuzey ile güney, köy ile şehir ayrımı yapma lüksümüz yok. Türkiye’nin, bu ülkenin tek hedefi ortak bir gelecek olmak zorunda. Biz çocuklarımızın, gençlerimizin her birinin dünyadaki yaşıtlarıyla eşit seviyede eğitim alabileceği, eşit hayat yaşayacağı, eşit ekonomik koşullara kavuşacağı ama en önemlisi benzer hayaller kuracağı, benzer hedefler için çalışacağı ülke için çalışacağız. Dijitalleşen dünyanın gerisinde bırakılan gençlerimizi, diğer ülkelerde yaşayan gençlerle eşit seviyeye getireceğiz. 

Gençlerimizin umudunu çalmaya kimsenin hakkı yok. Biz öncelikle bu toprakların en ücra köylerine varana dek eğitimde fırsat eşitliğini sağlayacağız. Biz, gençlerimize iş imkanları oluşturacağız. Biz, kamuda işe alımlarda mülakat sistemini kaldıracağız. Biz, işi ayrıcalıklı nüfuzlu kişilere değil ehil olana teslim edeceğiz. Tayin ve terfilerde de tek ölçümüz olacak, o da liyakat olacaktır. Gençler, artık referans aramak zorunda kalmayacak. Tek referansları kendi bilgi ve birikimleri olacak. 

"Eşsiz Surlarıyla, Hevsel Bahçeleriyle, doğasıyla kenara itildi"

Bölgede özellikle sulama sıkıntısından dolayı stratejik öneme haiz pamuk, mısır ve buğdaydan istenilen verim alınamamaktadır. Bugünlerde hasadı gerçekleştirilen ve bölgenin beyaz altını olan pamuk, artan girdi maliyetleri ve fiyatlardaki istikrarsızlık sebebiyle eski cazibesini kaybetmiştir. Pamuk destekleme primi son 3 yıldır hiç arttırılmamıştır. Yaşanan ekonomik krizin en büyük sıkıntısını çiftçiler çekmektedir. Dolar kurunun artışından dolayı ilaç, gübre ve tohum gibi girdi maliyetlerdeki yüksek artışlar çiftçimizin üretim gücünü ciddi manada sekteye uğratmıştır. Kırdan kente göçen vatandaşlarımızı tekrar köyüne döndürmek, tekrar üretim sürecinin içine almak için sosyal ve ekonomik projeler acilen devreye alınmalıdır. Özellikle küçük baş hayvan yetiştiriciliği için uygun olan kırsal bölgelerimizde uygulanacak ayni destek projeler ile kentlerden kırsala dönüş hızlanacaktır. Bu anlamada bölge iklimine uygun koyun yetiştiriciliği desteklenmelidir. Koyun yetiştiriciliğine uygun meralarımızın çokluğu ve geçmiş tecrübeler bu alanın potansiyelini bize göstermiştir. Ekonomik dönüşü kısa ve hızlı olan koyun yetiştiriciliği bölge ve ülke ekonomisine çok kısa zaman zarfında ciddi katkılar sağlayacaktır. Arıcılık, ipek böceği üretimi, meyve işleme gibi alanlarda da önemli bir potansiyel mevcuttur. Diyarbakır binlerce yıllık tarihiyle, eşsiz Surlarıyla, Hevsel Bahçeleriyle, doğasıyla kenara itildi. Diyarbakırlı gençlerimiz işsiz. Diyarbakırlı gençlerimizin umudunu çaldılar. Diyarbakır’ın sorunu çok, derdi çok biliyoruz.