15 Temmuz darbe girişiminin ardından İstanbul 25. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen 'FETÖ'nün medya yapılanması davası'nda 'silahlı terör örgütü üyeliği' suçundan 6 yıl 3 ay hapis cezasına çarptırılan, denetimli serbestlik için başvuran fakat tahliye talebi reddedilen eski Zaman gazetesinin muhabiri Hanım Büşra Erdal, "kolejinde okumak ve gazetede çalışmaktan dışında 'cemaat' diye bilinen yapıyla ilişkisinin olmadığını" savundu.
Erdal, tutukluluğundan itibaren bulunduğu Bakırköy Kadın Cezaevi'nin koğuşunda Fethullah Gülen'in yeğeninin koğuşta kendisine saldırdığını da iddia etti.
Erdal'ın kamuoyuyla paylaştığı mektup özetle şöyle:
"Bakırköy Cezaevi’nde kalan son kadın gazeteci olarak 4 yıllık hapisliğin ardından kendimi bir kez daha anlatmak adına bu mektubu yazıyorum. Yargıtay, geçtiğimiz aylarda “FETÖ üyeliği” gerekçesiyle verilen 6 yıl 3 aylık hapis cezamı onadı. Denetimli serbestlik uygulamasıyla tahliye hakkımı kullanabilmem için geçmesi gereken 3 yıl 8 aylık süre dolduğu için de tahliye talebinde bulundum. Ancak Cezaevi Müdürlüğü "Örgütten ayrıldığına dair dairemize yazılı ya da sözlü bir beyanda bulunmamıştır" diyerek tahliye talebimi reddetti.
"Gülen soyadlı birinin saldırısına uğradım, aşağılandım"
Ben, 15 Temmuz darbe girişimi gibi korkunç bir eylemin gerçekliğini, kötülüğünü, acımasızlığını görmüş, o güne kadar “dini cemaat” bildiğim bu yapı ile düşüncelerimi, yolumu ayırmıştım. Ve bu kötülüğü nasıl yapabildiler? Kendilerine inanan sıradan Anadolu insanını nasıl göz göre göre ateşe atabildiler? Bütün bunların üstüne nasıl hiçbir şey olmamış gibi devam edebiliyorlar?.. vs. Bu sorular ve cevapları ile kendimi onlardan en uzağa koymuşken, işte o uzaklıktayken, dahi "Gülen" soyadlı birinin saldırısına uğradım, aşağılandım. Bu saldırının benim için simgesel bir anlamı oldu.
Geçmişte "cemaat" diye bilinen bu yapı ile ilişkim kolejinde okumak ve Zaman gazetesinde çalışmaktan öte olmadı. Özellikle 90’ların ikinci yarısında farklı yaşam tarzlarına, farklı görüşlere sahip sınıf arkadaşların, öğretmenlerin olduysa, Refah Partili gurbetçi çocuklarıyla dolu İzmir’de, İzmir’in renklerini taşıyan bir kolejde cemaati tanıdıysan ve sempati düzeyinde bir ilişkin varsa arka plandaki gizlenmiş kötülüğü göremiyorsun. Gün geliyor, sempatinin de etkisiyle aşırı, sorgusuz sualsiz bir şekilde bu yapıyı savunabiliyorsun. Benimkisi, öyle oldu. Ancak 15 Temmuz ile birlikte hakikati görebildim, düşüncelerim değişti.
"Kullanılmanın, aptallığın en acı şeklini yaşamış, görmüş oldum"
Bugün halâ "örgütten ayrılmadı" şeklinde bir iddiayı şahsıma hakaret olarak alıyorum. 15 Temmuz darbe girişiminin, sonrasında ortaya çıkan gerçeklerin, itirafların, organize kaçışların üstüne hâlâ bağım devam etseydi, bu en başta özbenliğime, ailemin verdiği özsaygıma, babamın ben daha çocukken kurduğu çocuk kitaplığıma, okuduğum kitaplara, sevdiğim yazar/şairlere, demokrasi bilincime, hayatımı anlamlandıran tüm değerlere ihanet olurdu. Bu, inancıma, kendime ihanet olurdu. Meslek hayatı "darbe karşıtlığı" üzerinden ilerlemiş bir gazeteci olarak savunduğum, yanında durduğum bu yapının darbeci çıkması, benim için şoke edici, utanç verici olmuştur.
Kullanılmanın, aptallığın en acı şeklini yaşamış, görmüş oldum. Bugün ne kadarının gerçek, ne kadarının gerçek dışı olduğunu bilmediğim bazı önemli yargı süreçlerinde ben habercilik yaptığımı düşünürken, onlar haberlerim üzerinden birilerine kötülük yapmışlar. Her ne kadar bunun bilincinde değildiysem de hakkına girdiğim insanlar olduğunu görüyorum. Ve hayatımın geri kalanında bunlarla anılmak, bu yük benim büyük utancım olacak.
Bu ülkede bir utanç bırakarak kaçıp gittiler. Kara bir leke bırakıp kaçıp gittiler. Kandırıp kaçıp gittiler, kullanıp kaçıp gittiler. Ben ise gözaltı kararı çıktığı gün polise teslim oldum. 4 yıldır hapisteyim ve 8 aydır da tek başıma bir hücrede kalıyorum. 4 yıllık bu yalnızlıktan çok şey öğrendim ben, bu sessizlikten en çoğunu..."