Rüyada En Çok Neler Görüyoruz?

İnsanlar rüyalarında en çok neler görüyor. Rüyaların amacı var mı, kontrol edilebilirler mi? Bilimsel açıdan rüya ve rüya üzerine yapılan b,limsel çalışmalarda ulaşılan son bilgiler...RÜYA BİLİMİNeredeyse hepimiz, her...

İnsanlar rüyalarında en çok neler görüyor. Rüyaların amacı var mı, kontrol edilebilirler mi? Bilimsel açıdan rüya ve rüya üzerine yapılan b,limsel çalışmalarda ulaşılan son bilgiler...

RÜYA BİLİMİ

Neredeyse hepimiz, her gece alış­kın olduğumuz gerçeklik düzeyin­den son derece farklı, çoğunlukla kontrol edilemez olan bambaşka bir âlemde buluyoruz kendimizi. Bazen kanatlanıp uçtuğumuz, güzel hislerle uyandığımız bu rüyalar, kimi zaman da en büyük korkularımızı bir araya getirip derleyerek kâbuslara dönüşüyor. Bazılarımız da rüyasında gördüğü şeyleri gerçek hayatta uygula­yarak gelmiş geçmiş en büyük buluşlara imza attı.

Örneğin Dmitri Mendeleev periyodik tab­loyu oluşturma çabası için çözüm ararken uyuyakalıp rüyasında cevabı görmüş, o formülü uygu­ladığında elementleri kolayca sıralamıştı. Sinir hücrelerinin ilet­tiği sinyallerin kimyasal içerikte olduğunu düşünen ama bunu bir türlü ispatlayamayan Otto Loevvi de rüyasında bunun kanıtını elde etmenin yolunu gördü. Hemen uyanıp yakınındaki bir kağıt parçasına rüyanın özetini yazdı.

Ne var ki uyumaya devam etti ve sabah uyandığında rüyayı değil ama aldığı notları hatırlıyordu. Okumaya çalıştığında, uykulu bir haldeyken yazdığı için hiçbir şey anlayamadı. Rüyası pes etmedi; bir sonraki gece aynı rüyayı tek­rar gördü. Fikrini ispatlaması için gereken deneyi nasıl yapacağını gösteriyordu. Rüyadaki deneyi gerçekleştirdi ve nöroloji biliminin babası unvanına kavuştu.

Rüyaların ne olduğu, neden ortaya çıktığı, nasıl çalıştığı gibi sorular, insanoğlunun zihnini asırlardır meşgul eden şeyler listesinde en üst sıralarda. 19. yüzyılın sonlarına kadar bu konuda bilimsel bir açıklama yapabilen kimse çıkmadı. Rüyalar hakkındaki ilk gerçek incelemeler o yıllarda yaşayan iki büyük bilim insanı tarafından gerçekleştirildi: Sigmund Freud ve Cari Gustav Jung. Psikanalizin kurucusu Freud ve analitik psikolojinin babası Jung, rüyalarda baskın olan gücün bilinçdışı olduğuna karar verdiler. Ancak bu sözcük ikisi için farklı anlamlar taşıyordu. Freud'a göre, bilinçdışı bilincin derinlerinde saklıydı. Bastırılmış duygu ve arzularımız rüyaları kul­lanarak bazı evrensel semboller­le işaret veriyor, açığa çıkarılmak için yoğun bir çaba harcıyordu.

Bu sembolik sistemi, bireylerin geçmişinde bir noktada istemsiz olarak ortaya çıkmış olan Oidipus kompleksinin yansıması olarak gördü. Çocukluk yıllarında oluşan Oidipus kompleksi, kendi cinsin­deki ebeveyni saf dışı bırakma ve karşı cinsteki ebeveyni sahiplen­me dürtüsü olarak özetlenebilir. Jung ise ‘kolektif bilinçdışı’ olarak tanımladığı evrensel ortak hafızadan bahsetti. Ona göre, bu semboller bireysel bilincimizin ötesindeki arkaik bir hafızadan gelmekteydi. Diğer bir deyişle; bunların türümüzün kolektif hafızasına kazınmış olduğunu, insanoğlunun evrimsel süreçte edindiği tüm deneyimleri içerdiği­ni söylüyordu.

O zamandan bu yana tekno­lojik anlamda büyük bir gelişim gösterdiğimiz için yeni teoriler de üretmeyi başardık. Artık rüyaların beynimizde oluşturduğu yansı­mayı izleyebiliyor, böylece hem uyku hem de uyanıklık sürecinde nasıl bir etki yarattığına dair bazı ipuçları elde ediyoruz.

* Hatırlayamıyor olsak da (nadir rastlanan bazı durumlar hari­cinde) hepimizin gece boyunca gördüğü rüya sayısı 3 ila 6 arasında değişiyor.

* Her bir rüyanın 5-20 dakika arası sürdüğü düşünülmekte. Uyanınca rüyalarımı­zın %90'ını unutmuş oluyoruz.

* Rüyaları hatırlama­nın, uzun erimli hafıza kayıtlarını düzenleyip geliştirmek adına büyük faydası var.

* Bir rüyayı, üzerinden uzun zaman geçtikten sonra hatırlamaya “rüya gecikmesi etkisi" deniyor.

* REM evresindeki rü­yalar, hem içerik hem de hatırlanma kalitesi bakımından uykunun diğer evrelerinde görü­lenlerden farklı.

İLK KEŞİF: REM UYKUSU

Rüyalar hakkında gerçekleştirilen ilk büyük araştırma 1953 yılında, uykudaki deneklerin beyin dalgalarının kayda geçirilmesiyle yapıldı. O yıllarda, beynin uyku sırasında tüm işlemleri durdurup dinlenmeye çekildiği varsayılıyordu. Ancak araştırmada yaklaşık olarak her 90 dakikada bir uyanık konuma geçtiği görüldü. Zihinsel aktiviteleri uyanık olduklarını işaret ediyor olsa da denek­lerin uyumaya devam ettikleri açıkça görülmekteydi. Kayda geçirilen bir diğer gariplik de tam bu aşamada cinsel olarak uyarılmış olmaları ve gözbebekleri hızla hareket ediyor olmasıydı. Gözlerdeki ani hareketler nedeniyle uykunun bu evre­sine, hızlı göz hareketli uyku anlamına gelen REM (Rapid Eye Movement) adı verildi. Araştırmacılar REM uykusundaki denekleri uyandırdıklarında, net olarak hatırlanan bir rüyadan uyandıklarını gör­düler. Bu sonuçlar, REM’in rüya görülen bir evre olduğunu gösterdi.

Günümüzde uykunun toplamda 90 da­kika kadar süren beş evreden oluştuğunu ve her gece bu evreleri 4-5 kere tekrar ettiğimizi biliyoruz:

Tavşan Uykusu: Alfa ve teta dalgaları

Toplam uyku süresinin %5’i.

Gözler yavaşça hareket ediyor, kaslar rahatlıyor. Bu esnada uyandırılan biri uyuyor olduğunun farkına varmakta zorlanıyor.

Derin Uykuya Geçiş: Teta dalgalan

Uyku süresinin %50’si.

Göz hareketleri duruyor, beyin dalgaları yavaşlıyor. Evre 2'de uyandırılan biri uykuda olduğunu hatırlıyor.

Derin Uyku: Delta dalgaları

Toplam uykunun %5'i.

Beyin son derece yavaş olan delta dalgalarını yaymaya başlıyor ama arada daha kısa ve hızlı olan dalgalar da beliriyor.

En Derin Uyku:  Delta dalgaları

Uykunun %15’ine yakın bölümü.

Beyin sadece delta dalgaları üretmeye başlıyor, göz ve kas hareketleri tamamen duruyor. Bu aşamada uyandırılan insanların zihni karışıyor, uyanık konuma geçmeleri birkaç dakika sürüyor.

REM Uykusu: Beta dalgaları

Uykunun %20-25’i REM evresinde geçiyor. Kalp atışları hızlanıyor, kan basıncı artı­yor, nefes ritmi bozuluyor, kol ve bacak kasları paralize oluyor. REM evresinde uyanmak, rüyaların net bir şekilde hatır­lanmasıyla sonuçlanıyor. Gecenin ilk REM uykusu, sonradan yaşanacak olanlara göre daha kısa.

Gece ilerledikçe derin uyku evresi git gide kısalıyor ama REM'in süresi uzuyor. Hatta sabaha yakın saatlerde derin uyku evresini atlayarak 1,2 ve REM evrelerini tekrar etmeye başlıyoruz. Bazı araştırma­lardan elde edilen sonuçlar, iç kaynaklı depresyon geçirenlerin (belirli bir sebep olmaksızın yaşanan depresyon) diğer aşamaları atlayarak direkt REM uykusu­na geçtiklerini, tüm uyku süresi boyunca bu evrede kaldıklarını gösterdi. Araştır­macılar, REM’in zaten negatif duyguları tetikleyen bir evre olduğunu ve aşırı miktarda maruz kalındığında depresyona sebep olabileceğini söylüyor. Ancak bu araştırmalardaki bireylerin beyinleri depresyon öncesinde de kontrol edilmiş olmadığı için ilk hangisinin başladığını kesin olarak bilemeyiz.

REM uykusunda kasların hareket edemez duruma gelmesi nedeniyle felç geçirmiş gibi oluyoruz. Dolayısıyla oturur pozisyondayken bu evreyi yaşama ihtimaliniz çok düşük. Paralize olmamız­la rüyalar arasında tuhaf bir bağlantı var. Kaslardan doğan hareket gücünü kaybettiğimiz an rüyalar diyarındaki özgürlüğümüz başlıyor. Uyku felcine neden olan şeyse beyin kökünden motor nöronlara yayılan glisin adlı bir amino asit. Bu nöronlar, hem dışarıdan hem de omurilikten gelen sinyallerin yöneti­minden sorumlu. Bilim insanları, REM uykusundaki kedilerin kaslarını paralize olmaktan kurtarıp hareket kabiliyetini geri verdiler ve uyanık oldukları anlar­daki davranışlarını sergilemeye devam ettiklerini gördüler. REM uykusu davranış bozukluğu adlı sendromu yaşayan insan­lar da aynı bu kediler gibi, rüya görürken yaşadıkları olayları uyuyan bedenleriyle dışa vuruyor. Dahası, rüyada bir mücadele içindeyse yanında uyuyan kişiye tekme veya yumruk atabiliyor. Dolayısıyla REM uykusu sırasında yaşanan uyku felcinin bizi bu tür tehlikelerden korumak için devreye girdiği açık. Doğa, rüya gördü­ğümüz esnada hareket etmemize engel olmak için oldukça pratik bir yöntem geliştirmiş.

GÖREMEYENLERİN RÜYALARI (KÖRLERİN RÜYASI)

Görme özürlülerin rüyaları diğer insan- larınkinden farklı. Örneğin bazen görsel izlenimlerin yerini işitsel ve dokunsal deneyimler alıyor, tat ve kokuları daha yoğun hissediyorlar. Ama rüyaların içe­riği ya da duygusal yoğunluk açısından pek bir fark yok.

Bir başka şaşırtıcı ger­çek de normalden dört kat fazla kabus görüyor olmaları. Hatta bir araştırmada, doğuştan görme özrü olan bireylerin her dört rüyasından birinin kabus niteliğinde olduğu raporlandı. Bu oran görebilen insanlarda %6 civarında. Kopenhag Üniversitesinde gerçekleştirilen araş­tırma, uyanıkken yaşadığımız duyguların rüyalarda ortaya çıkma ihtimalinin güçlü olduğunu, göremeyen insanların gün içinde daha çok tehlikeye maruz kaldığını ve sonucun bununla bağlantı olduğunu söylüyor.

Daha da ilginç olan şu; bu insanlar çok fazla kabus gördüklerinin farkında değiller. Çünkü onları bizim gibi yorumlamıyor, bizler kadar rahatsız olmuyorlar.

Günümüzde uyku araştırma merkezle­rinde yapılan deneylerden, REM uyku­sundaki bir beynin, uyanık konumdaki halinden daha aktif olabildiğini biliyoruz. Beynimizin farklı birimleri o sırada güçlü bir iletişim gerçekleştiriyor. Yine de tüm teknolojik gücümüze rağmen, uyku esnasındaki beynin tam olarak hangi anda rüya görmeye başladığını kesin olarak bilemiyoruz. Araştırmacılar beyin dalga­larının değişimine ve REM'de gerçekleşen durumlara odaklanarak karar veriyor. Do­layısıyla birinin rüya görüp görmediğini anlamanın tek yolu, REM uykusundayken onu uyandırıp sormak. Bazı araştırmacılar, REM dışındaki evrelerde de rüya görüyor olabileceğimizi düşündü ve aynı yaklaşı­mı, denekleri diğer evrelerden uyandıra­rak uyguladılar. Böylece bu evrelerde de rüya gördüğümüz keşfedildi. Fakat bunlar REM rüyalarından farklı. REM dışı rüyalar, uyandığımızda kendimizi iyi hissetmemi­ze sebep olan son derece pozitif bir içeriğe sahip. Kendini olduğu gibi kabullenme ve özsaygı gibi benlik telakkisi temaları öne çıkıyor. REM rüyalarıysa çoğunlukla de­rinlerdeki korkuların açığa çıkmış hali gibi; negatif duygu ve deneyimlere dayanan temalar içeriyor. Bunun sebebi, beynin amigdala bölgesinin REM sırasında aktif olması. Amigdala, korku ve öfke gibi ilkel dürtülerden sorumlu.

RÜYALARIN AMACI

Rüyalar hem sinirbilim uzmanları hem de psikanalistler tarafından incelemekte. Sinirbilim uzmanları rüya gören beynin yapısına ve uykudaki değişimlere yoğun­laşırken, diğer araştırmacılar anlamları üzerinde çalışıyor. Harvard Üniversi­tesi psikiyatri uzmanlarından Robert Stickgold, kariyerini rüyaları araştırmaya adamış bilim insanlarından biri. Yaptığı araştırmalar, uyanıkken edinilen yeni tecrübelerin REM dışı rüyalarda test edil­diğini gösterdi. Beyin yeni bilgiyi hafızaya işlerken, bunu güçlendirmek için yarattığı senaryoları da ekliyor. Tüm bunlar rüya­lara deneme-yanılma deneyimleri olarak yansıyor. Örneğin, hayatınızda ilk defa otomobil kullanmayı denediğiniz bir gü­nün gecesinde bu deneyime ilişkin rüyalar görme ihtimaliniz çok fazla. Stickgold a göre, beynimiz bu rüyalara, gerçek hayatta denemeye korkacağımız riskli durumları da ekliyor. Böylece ertesi gün direksiyon başına oturduğunuzda daha deneyimli oluyorsunuz.

Fareler üzerinde yapılan deneylere de göz atmakta fayda var. Tıpkı bizler gibi onların beyni de iki farklı rüya modeli üzerinden işlem yapıyor. REM dışı rüya­larda geçmiş deneyimlerini gözden geçirip tekrar etme eğilimindeler. Örneğin, bir labirentte dolaşıyorlarsa bu yeni çevre­yi öğrenmelerine yardımcı olmak için harekete geçen nöronlar belirli bir kalıp oluşturuyor. Nöral bağlantılardan ibaret olan kalıplar, labirentte oldukları zaman yavaşça şekilleniyor. Fareler uykudayken beyinlerinde yine aynı kalıpların belirdiği görüldü. Ancak bu kez göz kırpma süresi kadar kısa bir zaman aralığında ortaya çıkıyordu. Bu durum, gündüz kazandıkları deneyimi hızlıca tekrar ettiklerini göste­riyor. Dahası, tekrar etmekle kalmıyor, bir sonraki sefer için yeni çözümler geliştiriyorlar. Dolayısıyla REM dışı rü­yalar konusunda bizden farklı oldukları söylenemez. Öyleyse REM rüyalarımızda da benzerlikler olmalı.

RÜYADAKİ ACI GERÇEKTE HİSSEDİLEBİLİR Mİ?

Bazı insanlar rüyalarında fiziksel acıya maruz kaldıklannı iletiyorlar. Ancak bu durum çoğunlukla acıya dair anılar nedeniyle oluşuyor.

İleri derecede yanık vakalarının incelendiği bir araştırmada; %39’unun, ilk birkaç gün boyunca fiziksel acıya dair rüyalar gördüğü, Rüyaların %30’unun sadece acı hissinden ibaret olduğu, bu insanların acıyı diğer hastalardan farklı deneyimledikleri ve daha fazla ağrı kesiciye ihtiyaç duydukları görüldü

Bundan yola çıkan Londra Üniversite Koleji ve Massachusetts Teknoloji Ens­titüsü araştırmacıları, birbirinden farklı araştırmalar yürütüp benzer sonuçlar elde ettiler. M.I.T. araştırmacısı Matthevv Wilson, beyinlerine bağlı elektrotlarla uyku süreçlerini yakından takip ettiği farelerde REM rüyalarının diğerlerine oranla daha uzun sürdüğünü tespit etti. Beyinleri bu kez bambaşka senaryolar kuruyor, yeni kalıplar oluşturuyor ve bunları son derece yavaş yapıyordu. Di­ğer bir deyişle, sanki yepyeni bir labirenti tanımaya çalışıyormuş gibi davranıyor­lardı.

Wilsona göre REM rüyalarının farkı şu; bu rüyalarda deneyimle işimiz yok. Geleceğe dönük senaryolar üzerinden hareket ediyor, geçmişle bağımızı koparıp olası bir geleceği yaşıyoruz. Londra Üni­versite Koleji araştırmacısı Hugo Spiers'ın deneyindeyse fareler önce kendilerinden saydam bir engel ile ayrılmış olan yiyece­ğin olduğu bölüme alındı ve ona ulaşmak için çabalamalarına izin verildi.

Ardından farklı bir yerde uyumaları sağlandı. Üçün­cü aşamada tekrar ilk bölüme alındılar ama bu kez engel orada değildi. Uyurken bir önceki deneyimi tekrar edip yiyeceğe ulaşmanın alternatif yollarını kurgula­dıkları için engelin ortadan kalktığını fark edemediler.

Spiers, “Tüm memeliler keşif için aynı yöntemi kullanır,” diyor; “Çevrenin bir haritasını çıkarmak ve bilinen kısımlara bilinmeyen olasılıkları eklemek.” Beynimiz hipokampus bölge­sinde gerçekleştirdiği bu haritalama işle­mini öyle çabuk yapıyor ki çoğu zaman sürecin tamamını bilinçli düzeyde takip edemiyoruz. Spier’in deneyinde erişilme­si engellenen bir yiyecek olduğundan, fareler REM rüyalarında geleceğe dair se­naryo oluştururken önceki deneyimlerini de dahil ettiler. Tekrar aynı bölüme alın­dıklarında, beklentileri o engele rağmen ulaşmayı denemekti. Sonuçta dümdüz yürümeleri yeterli olacakken, bunu hiç denemeyip dolambaçlı yollardan erişim kazandılar. Araştırma, hipokampusun REM uykusundaki gelecek senaryolarına müdahale edip geçmiş deneyimleri bura­ya ekleyebildiğim gösteriyor. Fakat bunu tek bir koşulda yapıyor: Fare örneğindeki gibi bir motivasyon kaynağı varsa.

RÜYALAR NE ANLAMA GELİYOR?

Bazı bilim insanları rüya görürken de bilinçli evrede olduğumuzu söylüyor. Özellikle REM rüyalarında bilinçli seçimler yapıyor, uyanıkken yaptığımız seçimlere uygun kararlar alıyor, gelecekte bunları nasıl kullanacağımızı planlıyoruz. Üstelik rüyada olduğumuzdan, tüm bunları risk almadan yapabilme şansına sahibiz. Yine de bir sorun var. Genelde hatırladığımız rüyalar bu kadar mantıklı senaryolar üzerinden yürümüyor. Örneğin, bir çiçeğin sizinle konuştuğunu ve bunu hiçbir anlamı olmayan sözcükler kullanarak yaptığını görebilirsiniz. Ya da parkta kitap okuduğunuzu görürken sahne bir anda değişip sizi bir gökdelenin tepesine ışınlayabilir. Yani bilincimize farklı yansıyan rüyalar da var.

Konuyla ilgili bir araştırma, bilinçli olarak istenmediğine karar verilmiş olup unutul­maya çalışılan travmatik anıların rüyalarda bolca kullanıldığını gösterdi. Özellikle de REM uykusu, bilinçli evrede bastırdığımız bu tür anıları tekrar işleyerek kolayca hatırlan­ması üzerine gizemli bir çalışma yürütüyor. Freud un görüşünü destekleyen bu bulguya ek olarak, bir başka araştırmada, hafızanın rüyalar aracılığıyla tekrar düzenlenip rahat­ça erişebilecek duruma getirilmesinin 7 gün sürdüğü tespit edildi. Araştırmacılar, otobi­yografik hafıza ve eylemsel belleğin, birbirin­den kopuk anıları bir araya getirip işleyerek daha güvenilir bir hafıza ortaya çıkarmaya çalıştığını düşünüyor. Bu araştırmalar, uyku­daki birinin dış dünyada gerçekleşen olumlu değişimleri rüyasına yeni öğeler olarak ekleyebildiğim de gösterdi. Örneğin, birisi o sırada odaya hoş kokulu güller getirip bırak­tığında, uyuyan kişi bu kokuyu olumlu bir deneyime çevirerek rüyaya dâhil edebiliyor.

Rüyada en çok görülen temalarsa şunlar:

-Okul, öğretmen, dersler ve öğrenme

-Kaçma, kovalanma, takip edilme

-Cinsel deneyimler

-Düşme

-Bir yere geç kalma

-Yaşayan bir insanın ölmüş olarak görülmesi

-Uçma ya da kısa bir süre için havalanma

-Bir sınavdan geçememe

-Düşmek üzere olma fakat son anda kurtul­ma

-Korkudan donakalma

TÜM RÜYALAR RENKLİ Mİ?

Araştırmalar, 30 yaşından genç olanların, renkli rüya görme olasılığının %80 olduğunu gösterdi. Yaşlandıkça siyah-beyaz rüyaların sayısı artıyor.

Örneğin, 60 yaşındaki insanların renkli rüya görme ihtimali %20 civarında. Ancak bu rakamlar, bir insanın sadece renkli ya da sadece siyah-beyaz rüya gördüğü anlamına gelmiyor. Aksine, 40'ın üstündeki yetişkinlerin her iki türden rüyayı da sıkça gördükleri, ikisini de aynı oranda hatırladıkları görüldü. Fakat daha genç olanlar siyah-beyaz rüyalarını bulanık olarak tanımlıyor, bu nedenle hatırlayamadıklarını söylüyorlar.

Sık görülen temaların bazılarıyla ilgili ilginç tespitler de var. Örneğin rüyada uçma teması, hava yolculuğunun mümkün olmaya başladığı 1956 yılından bu yana şaşırtıcı bir artış gösterdi. Araştırmalar, can sıkıcı rüyaların kökeninde, o sıralar hissedilen kaygı ve üzüntü duygularının olabileceğini de işaret etmekte. Tabii tüm bilim insanlarının bu görüşler üzerinde anlaştığını söyleyemeyiz. Bazıları rüya analizinin, kişinin kendini anlayabilmesi ve duygularını açığa çıkarabilmesi için güçlü bir yöntem olduğunu düşünürken, diğerleri anlamın yorumda değil, beyinde gerçekleşen süreçlerde saklı olabileceğini söylüyor.

Rüyaları Yönlendirmek

Yöniendirebildiğimiz rüyalarda karşımıza iki seçenek çıkıyor; bunun bir rüya olduğunu bildiğimiz için uyanmayı seçebilir ya da yönlendirip oynayarak sonuna kadar gidebiliriz. Beynimiz bu rüyalarda gamma

dalgaları yayıyor. Saniyede 40 kez titreşen gamma dalgaları, beyinde o sırada yüksek seviyeli dikkat ve derin bilişsel algı aktiviteleri yaşandığını gösteriyor.

Harvard Üniversitesi psiko­loglarından Deirdre Barrett, “Rüyada gördüğümüz şeyler hakkında fikir edinip hayata uyguladığımızda, içinde bulunduğumuz durumu iyileştire­bilme gücüne sahip oluyoruz,” diyor. Barrett, herkesin rüyaları kendine has filtrelerden süzerek yorumladığını, dolayısıyla iki kişi tamı tamına aynı rüyayı görse bile anlamlarının bireysel çıkarımla anlaşılmayacağını söylüyor. Dolayısıyla, psikolojik olarak sıralanmış olan temalara bakarak herkes için aynı sonucun alınacağı yönünde bir fikre kapılmak çok doğru bir yaklaşım değil.

BİR RÜYANIN BİTTİĞİ ANDAN 5 DAKİKA SONRA İÇERİĞİNİ TAM OLARAK HATIRLAMA ŞANSIMIZ %50. 10 DAKİKA SONRA RÜYAYA AİT VERİLERİN %90’i UNUTUYORUZ.

KÂBUSLAR DA FAYDALI OLABİLİR

REM uykusundayken beynin birçok biriminin aktif olduğu keşfedildiğinde bu birimlerin kurduğu bağlantılar incelendi ve REM’in yaratıcı düşünce esnasında gerçekleşen süreçleri kullandığı görüldü. Bu gözlem REM rüyalarının yaratıcılık açı­sından çılgınca davramyor oluşuna da bir açıklama sunmuş oluyor. Hatta Mendeleev ve Otto Loewi’nin gördüğü türden, büyük buluşlarla sonuçlanan rüyaları da açık­lıyor. Deirdre Barrett, uyumadan hemen önce, görmek istediğimiz rüyanın temasını seçebileceğimizi, bunun için o konuyu kısa bir süre düşünüp ardından hemen uyumanın yeterli olduğunu söylüyor; “Araştırmalarımda, insanların %50’sinin bunu yapabildiğini gördüm.”

İnsanların yarısının, kafalarını kurca­layan konularda cevap almayı ya da en azından ipuçlan elde etmeyi başarıyor oluşu, rüyalann gerçekten önemli bir ama­cı olduğunu göstermekte. Peki aynı durum kâbuslar için de geçerli mi? Kâbusların çoğunlukla REM uykusunda yaşandığı bi­liniyor. Bunlardaki tema ve imajların diğer rüyalara oranla daha rahat hatırlanıyor olmasının sebebi, rüyadaki korku duygu­sunun yoğun oluşu. Ağır bir yemek sonra­sında uyuduğumuzda kâbus görme ihti­malimiz daha fazla. Çünkü metabolizma etkileniyor ve beyin aktiviteleri artırıyor. Beyin hazır böyle bir enerji bulmuşken REM uykusu sırasında kullanıp, mevcut duygusal sorunlarımıza çözümler üretmek adına çalışıyor. Amigdalanm da bu evreye müdahale edebilme gücü olduğundan, fazlaca aktif olması, korkuyla ilişkili her durumun yüzeye çıkması demek.

Kâbuslar, tüm diğer rüyalardan daha fazla anlam içeriyor olabilir. Bazı raporlar, görülen kâbusların, binlerce yıl öncesinde görülmüş olanlarla büyük benzerlikler ta­şıdığını göstermekte. Hatta ilk insanların sahip olduğu korku dolu kâbusları devam ettiriyor olabiliriz. FinlandiyalI bilişsel sinirbilim uzmanı Antti Revonsuo’nun,

Cari Gustav Jung’unki ile benzerlikler ta­şıyan teorisine göre, hepimiz hala en eski atalarımızın korkularını taşıyoruz. İlkel atalarımız, ne yöne dönerlerse dönsünler, ansızın karşılarına çıkan tehlikelerle dolu bir dünyada yaşadılar. Yani sürekli korku içinde olmaları anlaşılabilir bir durum. Peki ya bizler? Revonsuo, çok uzun bir zaman boyunca hissedildiği için o antik korkunun da tıpkı diğer özellikler gibi genlerimize kazındığını, ancak günümüz dünyasıyla çeliştiği için bu derin korkula­rı sadece rüyalara yansıttığımızı söylüyor. Bunları farkında olmadan kullanıyor, uyanık olduğumuzda o tecrübelerden elde ettiğimiz sonuçları yaşamımıza yan­sıtıyoruz. Böylece tehdit eden durumlar karşısında en doğru davranışı sergileme şansımız oluyor.

RÜYADAKİLERİ NASIL HATIRLIYORUZ?

Rüyaların hafızayla bağlantısını anlamak, sadece geldiği yeri ve amacını kavramak için değil, hafızanın nasıl çalıştığını çözmek adına da önemli. Şu ana dek elde edilen sonuçların gösterdiğine göre, bir rüyanın bittiği andan 5 dakika sonra içeriğini tam olarak hatırlama şansımız %50.10 dakika sonra rüyaya ait verilerin %90'mı unutuyoruz. Ayrıca gece boyunca gördüğümüz rüyaların %90’mı unutmuş oluyoruz. Yine de bazı insanlar bu konu­da diğerlerinden daha iddialı. Örneğin, unuttukları için hiç rüya görmediğini söyleyenler olduğu gibi, uyandıklarında birden fazla rüyayı net olarak hatırlaya- bilenler de var. Robert Stickgold, saatin alarm sesiyle uyanmanın da rüyaları hatırlamaya engel olduğunu söylüyor. Çünkü alarm gibi dış uyaranlar, uyandı­ğımızda dikkatimizi bambaşka bir yere odaklıyor.

RÜYA GECİKMESİ

Rüyaların birkaç gün, hatta bazen birkaç hafta sonra hatırlanmasının önemli bir sebebi var. Bu rüyaların uzun erimli hafızaya işlenmesi zaman alıyor ve ancak belli bir süre sonra dış uyaranlar yardı­mıyla hatırlanabilir hale geliyorlar.

Hafıza teorisyenlerine göre; duygular, öğrenme ve hafızadan sorumlu hipokampus, önceki gün yaşananlar içinden hangi­lerinin hafızaya kalıcı olarak kaydedilmesi gerektiğine karar vererek bir ayıklama yapıyor. Seçtiği verileri de neokortekse aktarıyor. Bu transfer süreci ortalama bir hafta kadar sürüyor.

Rüyalarımızı unutmamızın bir diğer nedeni kortizol hormonunun yoğun akti- vitesi olabilir. Gece geç saatlerde salgıla­nan yüksek seviyeli kortizol, hipokampal bölge ve neokortikal nöronlar arasındaki iletişimi sekteye uğratıyor. Hafızanın güçlenmesi, bu iletişimin düzgün bir şekilde kurulmasına bağlı. Bilim insanları, iletişimin bloke edilmesi sonucunda hem rüya içeriğinin değiştiğini hem de hafı­zanın zarar gördüğünü söylüyorlar. Ama rüyaları hatırlayamıyor olmamızın başka nedenleri de var. Örneğin uyanınca değil de gün içinde bir anda hatırladığımız rüyalar olduğunu biliyoruz. Bu durum, rüya hafızasının tamamen yok olmadı­ğını, yine de bir nedenle hatırlamanın zorlaştığını göstermekte. Beyin görüntü­lemeyle yapılan araştırmalarda, serebral kortekste bulunan kortikal nöronların elektriksel aktivitelerindeki dalgala- malar takip edildi ve şu sonuca ulaşıldı; Uyanıkken eylemsel belleğimiz ne kadar güçlü çalışıyorsa, gördüğümüz rüyaları hatırlama ihtimalimiz o kadar fazla. Çünkü her iki durumda da aynı nöronlar aktif oluyor. Roma Üniversitesinden Cristina Marzano, gönüllüler üzerin­de yaptığı beyin dalgaları ölçümünde başka bir şey daha keşfetti. Rüyalarını hatırlayabilen insanlar, beyinlerinin ön lobunda normal seviyenin üstünde teta dalgası üretiyor. Teta aktivitesindeki artış rüyaların hatırlanmasını kolaylaştırıyor ve otobiyografik hafızanın güçlü olmasını sağlıyor. Marzano ve ekibi, bir sonraki araştırmalarında, duygusal açıdan yoğun olan, bu nedenle kolay hatırlanan rüya­ların hipokampus ve amigdalanm ortak­laşa yarattığı bir mekanizmayla ortaya çıktığını gördü. Hafızadan sorumlu hipo­kampus ve güçlü duygulardan sorumlu amigdala ortaklığı, sabah unutmuş olsak da gün içinde duygusal olarak tetiklenip hatırlanan rüyaları açıklıyor.

KAYDET, HATIRLA, YÖNLENDİR

Rüyalarım hatırlamak isteyenler için en iyi çözüm bir rüya günlüğü tutmak ve uyanır uyanmaz kaydetmek. Uzmanlar, rüyanın o an kaydedilmesi gerektiğinin altını çiziyor. Çünkü ilerleyen saatlerde ya farklı hatırlamaya başlıyor ya da önemli bir bölümünü unutmuş oluyoruz.

Rüyaları kaydetmek, yönlendirebildiğimiz rüyaların sayısını artırmakta. Bu tür rüyaların hafıza ve duygusal gelişim açısından çok önemli olduğu düşünülüyor.

Boston Üniversitesi Tıp Okulu nörolog­larından Patrick McNamaranın, duygular ve rüyalar arasındaki bağlantı için oldukça ilginç bir açıklaması var: “Rüyalarda beynin duygu merkezi aşırı çalışırken, bu duyguları dengeleyecek birimler düşük seviyede işlem yapıyor. Baskın olarak hatırlanan şey duygular çünkü beynimiz en çok onları kullanıyor. Duygusal açıdan yoğun olan bir rüyayı, ne kadar anlamsız olsa da rahatça hatırlayabiliriz. Bu durum, rüyaların duygusal dengemizi bulmamız için oluştuğunu gösteriyor.” Bu tür rüyalar sırasında beynimiz duygusal anıları derliyor, bu yeniden düzenleme sayesinde uzun erimli hafızadaki sorunlar giderilmiş oluyor. Süreç bize kâbus olarak yansısa bile aslında beyin bunu negatif duygu yoğunluğunu azaltmak için gerçekleştir­mekte. Çünkü tüm bilgiler bir kez eksiksiz olarak işlendiğinde, duyguların hafızayı çarpıtması ihtimali azalıyor, sorun yaratan durumun çözümüne ulaşma ihtimalimiz artıyor.

RÜYALARIN REHBERİ

İçeriği nasıl olursa olsun, tüm rüyaları öncelikle bıraktıkları duygusal izlerle hatırlıyoruz. Hatta bir rüyanın hatırlanmaya değer olup olmadığını da rüyadaki duygu yoğunluğu belirliyor. Bu duygular olumlu da olabilir, olumsuz da. Araştırmalar, olumsuz rüyaların hatırlanma olasılığının daha yüksek olduğunu göstermekte.

Bunun sebebi, bu rüyalara eşlik eden korku duygusunun çok yoğun oluşu. Bazı araştırmacılar, kötü rüyaların daha önemli olduğunu, beynin bu rüyalar aracılığıyla duygusal dengemizi bulmamıza yardımcı olduğunu düşünüyor.

HAKİMİYETİ DEVRALMAK

Tüm bu araştırmalar, rüyaların gerçekten bir amacı olduğunu vurguluyor. Öyleyse ‘bilinçli rüya (lucid dream) olarak tanım­lanan, rüyayı gören kişinin hakimiyeti devralıp onu yönlendirdiği örneklere de bakmak gerek. Bilinçli rüyaların diğer­lerinden farkı şu; o sırada gördüğümüz şeyin bir rüya olduğunu biliyoruz. Jung bu tür rüyaların, sorularımızın cevabını verebilecek nitelikte olduğunu fark edip yıllarca incelemiş, hatta bizzat kendisi üzerinde de deneyler yapmıştı. Almanya Max Planck Enstitüsünde gerçekleştiri­len bir çalışmada, rüyaları yönlendirme becerisinin tüm sinirbilim araştırma­larına yön verebilecek kadar güçlü bir yöntem olduğu görüldü.

Beynimiz bilinçli rüyalarda gamma dalgaları yayıyor. Bu, normal uyku mekanizmasından hayli farklı bir durum. Saniyede 40 kez titreşen gamma dalgala­rı, beyinde o sırada yüksek seviyeli dikkat ve derin bilişsel algı aktiviteleri yaşan­dığını gösteriyor. Dahası, bu dalgalar beynin tüm birimlerini harekete geçirip ortaklaşa çalışacak duruma getiriyor. Bu da son derece yüksek bir işlem kapasitesi demek. Araştırmalar, gamma aktivitesi yüksek olan insanların kıvrak zekalı, ge­nelde mutlu ve şefkatli bireyler olduğunu gösterdi.

Yönlendirebildiğimiz rüyalarda karşı­mıza iki seçenek çıkıyor; bunun bir rüya olduğunu bildiğimiz için uyanmayı seçe­bilir ya da yönlendirip oynayarak sonu­na kadar gidebiliriz. Dr. Martin Dresler önderliğinde Max Planck Enstitüsünde yapılan araştırmada çarpıcı bir so­nuç daha elde edildi. Bilinçli rüyaları sıkça yaşayan insanlar, biliş ötesi olarak tanımlanan öz saygı, kendiyle barışık olma, kendini kabullenme gibi konularda daha başarılılar. Ama beyinlerinde bunun olmasına yol açan bir takım değişimler var. Örneğin gri madde miktarının normalden fazla olması dikkat çekici. Gri madde, üst düzey bilgileri işlediğimiz hücreleri içeriyor, başkalarının duygu ve düşüncelerini anla¬mamızda etkili oluyor. Dresler, bilinçli rüya görmek isteyenlere şu tavsiyede bulunuyor: “Uyandığınızda tüm rüyalarınızı yazın. Bu hem kâbusların sayısını azaltacak hem de rüyalarınızı yönlendirme becerinizi geliştirecek. Kayıt altına alman rüyalar üzerinde düşünme şansım bulursunuz. Beynimiz bizden bunu talep ediyor.

Uzun bir zaman boyunca bir fenomen olarak kabul edilmiş olan bilinçli rüyalar hakkındaki araştırmalar öylesine yeni ki henüz onları nasıl kullanacağımızı tam olarak anlayabilmiş değiliz. Ama ortaya çıkan gerçeklerden biri de şu; düzenli olarak meditasyon yapmak rüyaları bilinçli olarak yönlendirmeye yardımcı oluyor. Stanford Üniversitesinden Stephen LaBerge de rüyaların zihinsel aktiviteler ve bilinci anlama yönünde çok önemli olduğunu düşünüyor

“Rüyalarım yönlendirebilenler, hayatta karşılaştıkları sorunları ele alma konusunda şaşırtıcı bir ustalığa sahip. Problem çözme becerileri bir tarafa, yaratıcılıkları ve hafızaları da gelişiyor. Daha az kâbus görüyorlar çünkü rüyaları üzerinde hakimiyet kurmayı başarıyorlar.” Yönlendirilebilen rüyalar için “bilincin melez evresi" terimi kullanılmakta. Bu terim, sadece uyku ve uyanıklık arasında var olabilen yüksek seviyeli bilişsel aktiviteler anlamına geliyor. Araştırmacılar, önümüzdeki beş yıl içinde konu hakkında öğreneceklerimizin, zihin araştırmalarını başka bir boyuta taşıyacağı konusunda iddialı.

Yaşam Haberleri