"Kent insanları, kent köpeklerinden rahatsız"

Kent İnsanları, kent köpeklerinden rahatsızmış. Ne güzel, rahatsız olduğun canlıyı öldür. Sanki dünya sadece insana ait. Ve sanki rahatsız olma tasarrufu sadece insana dair.


Kent insanları ile kentte yaşayan insanları birbirinden ayırmak gerekir. Kentlilik başka bir şey, kentte yaşıyor olmak başka bir şeydir çünkü. Kentte yaşamak insanı kentli kılmaz. İnsan kentleşir. Hatta kentleşme dahi insanı kentli yapmaya yetmez. Kentli olmak üç beş nesil geçmiş deneyim ama daha çok kentteki üretim ilişkilerinde rol almak yanında, kentli olmanın sosyolojine uygun tutum ve davranış oryantasyonu ile ilgili bir durumdur.

Bu tarihsel, üretim ilişkileri ile ilgili ve antropolojik bir konudur ama şu kadarını söylemekte fayda olsa gerekir; en azından yeni bir tartışma konusu olması bakımından. Kentlerdeki köpekler konusu, kentleşmiş ve kentli insanların sorun ettiği bir konu olmaktan çok, kentte yaşayan, kentli olmayan, kentleşememiş insanların ve toplulukların sorun ettiği bir konudur daha çok. Bu biraz da köylülük ve kırsallık geçişinden kurtulma arzusunun bir eğilimi de olabilir.

Öte yandan kent çepherlerinde ve gettolarda yaşayanların, köpekler ile karşılaşma olasılığının ve gerçeğinin altını çizmek gerekir tabi. Ama şu bir gerçek, köpeklere ilişkin an agresif, en acımasız ve en trol insanları gözlemleyin veya inceleyin, karşınıza kentteki geçmişi fazla olmayan veya kentleşememiş kişilerden oluştuğunu görürsünüz… Bunun bir açıklaması elbette var. Bu, kentli insanın kentlerdeki köpekleri çok sevdiği anlamına gelmez ama köpeklerin yaşam hakkı konusunda daha olgunlaşmış bir düşünceye ve bakış açılarına sahip olabildikleri anlamına gelir…

Diğer bir konu “kentte yaşayan başıboş köpekler” tanımlaması ile “kent köpekleri” tanımlamasının kıyaslama açısından kentlilik ve köylülük üzerinden de değerlendirilmesi gerektiği üzerinedir. Köpekler kentlere insanlar gibi sistematik olarak bir yerlerden göç edip gelmemişlerdir. Oralarda yaşarken ve nesiller boyu hayatlarını devam ettirirlerken büyüyen çarpık kentleşmenin içerisinde kalmışlar ve bunun yanı sıra yakın çevrelerden yine insan türünün neden olduğu zorunluluklar nedeniyle yaşamda kalmanın mücadelesi ile kentlere yönelmişlerdir. Bu arada haliyle tıpkı insan türü gibi üremişler ve çoğalmışlardır.

Şimdi bu analizi bir yana bırakarak basit, anlaşılır ve belki de absürt ama “eşitlikçi yaşam hakkı” bağlamında bir kıyaslama ile yolumuza/yazımıza devam edelim;

İnsanlar hayvanlardan rahatsızmış.
E, hayvanlar da insanlardan rahatsız. Ne yapacağız şimdi?
Hayvan çeteleri varmış.
E, insan çeteleri de var. Nasıl yapalım?
Köpekler saldırıyormuş.
İnsanlar da saldırıyor ve yaralıyor. Dahası öldürüyor.

PEKİ, ÇÖZÜM?

Öncelikle, her canlı kendi türüne ve diğer türlere diğerine saygı gösterecek. Gösteremiyorsa tahammül edecek. Çünkü dünya herkesin. Herkes dünyalı.

Ne güzel, rahatsız olduğun canlıyı öldür. Sanki dünya sadece insana ait. Ve sanki rahatsız olma tasarrufu sadece insana dair. Elbette insanların katili, hırsızı, namussuzu işlem görüyor ve hapse atılıyor. Kimseyi asmıyoruz veya zehirli ilaç vererek uyutmuyoruz öyle değil mi? Ama hapse atılanlar ıslah olmayacak kadar kötü olanlar ve tehlikeli olmaktan vazgeçemeyecek kadar hastalıklı olanlar öyle değil mi? İnsan öldüreni dahi 3, 5 yıl sonra serbest bırakıyoruz.

Köpeklerin saldırgan olanları, hasta olanları, çete başlarını ayıklayalım ve tedavilerini yaparak, yaşamlarını başka canlılara zarar vermeyecek şekilde sürdürmelerine imkan verelim. Bitti gitti… Hepsi bu…

Evet kentlerde hayvan popülasyonu arttı. Ama unutmayın insan popülasyonu da arttı. Popülasyon artışı sadece insanın hakkı olan bir özgürlük değil.

Her neyse, buna rağmen kentlerdeki hayvanların sistematik bir planlama ve uygulama ile kısırlaştırılmaları bu sorunu 3, bilemedin 5 yılda tamamen çözer. O nedenle olur olmaz yerlere harcanan paraların bir kısmıyla hayvanların sistematik kısırlaştırmalarını yapalım, 3, 5 yıl sabredelim, sorun kendiliğinden bitecektir. 3, 5 yıl uğruna hayvanları esaret koşullarına, eziyet koşullarına kapatarak ve sahiplenen olmazsa öldürerek sorunu çözemeyiz. Sadece insanlığımızı çözeriz. Geride çözülmeyen ne kaldıysa tabi…

Velhasıl katil olmayın… Daha fazla katil olmayın… Soykırım yapmayın… Ve soykırımı savunmayın… İnsan soykırımı ile hayvan ve tür soykırımı aynı şeydir…

Bir köpeği öldürmekle, bir insanı öldürmek eşdeğerdir… Bunu algıladığımız an daha merhametli, daha vicdanlı ve doğaya daha saygılı oluruz… Bunu anladığımız zaman daha iyi oluruz. Dahası bunu bilinçli bir duygusallık ve duyarlılıkla içselleştirir ve hayatımıza katarsak daha inançlı ve daha dindar oluruz…

Yazar: İsmail Topkaya -İndigo

Yaşam Haberleri