ÇHD Genel Başkanı avukat Selçuk Kozağaçlı Soma Davası'nın ve birçok adalet aranan dosyanın gönüllü avukatlığını yapıyordu. 2017 yılında “Terör örgütü üyeliği” suçlamasıyla tutuklandı. Hakkındaki yargılama devam eden Kozağaçlı’ya yöneltilen suçlamalar arasında “Soma’da halkı hükümete karşı kışkırtma” suçlaması da yer alıyor. Kozağaçlı’nın tutuklu olduğu süreçte ise Soma Davası'nın tutuklu sanıkları tek tek tahliye edildi. Geçtiğimiz günlerde 41 işçinin öldüğü yeni bir maden faciası daha yaşandı. Cezaevinden sorularımızı yanıtlayan Kozağaçlı, “Bütün Cumhuriyet tarihinde madenlerde ölen üç işçiden ikisi bu adamların elinde ölmüş” dedi.
Öncelikle nasılsınız? Cezaevinde günleriniz nasıl geçiyor? Cezaevinden gündemi takip ettiğinizi biliyorum. Yaklaşık dört yıldır cezaevindesiniz. İçeriden dışarıyı nasıl gözlemliyorsunuz?
Çok teşekkür ediyorum. Aklımız hep sizde, hatta diyebilirim ki hiç içeri girmedik hep dışarıdaydık ve galiba hiçbiriniz dışarıda değilsiniz; topyekûn kapatıldık. Bir yandan burada koşullara direnirken diğer yandan da olup biteni takip etmeye çalışıyoruz. Aklımızın olanca açıklığıyla karamsarız ve irademizin bütün gücüyle iyimseriz. Mutlaka bu yoz ve halk düşmanı gidişe hep birlikte dur diyeceğiz. Emin olun en hafif kıpırtıyı, en küçük direnişi, gayreti hissediyoruz, yaprak kıpırdasa kendimizi orada, yanınızda hissediyoruz.
Sizinle yaptığım bir söyleşide, “Soma’nın hesabı sorulmadan her uykumuz yarım, her gülümsememiz buruk olacak” demiştiniz. Soma’da adalet sağlanamamışken 41 işçi daha maden ocağında can verdi. Maden işçilerinin “makûs kaderi” ülkemizde neden değişmiyor sizce? Uykularımız hep yarım, gülümsemelerimiz hep buruk mu olacak?
Bu ülkenin avukatları hep tetikte yaşamak zorunda. Meslek hayatım boyunca gittiğim her bir düğüne karşılık yirmi cenaze törenine katıldım. İş cinayetlerinde Avrupa birincisi -ve dünya üçüncüsü- bir ülkede avukat olmak bu anlama geliyor. "Makûs Kader" demişsiniz. Doğru ama “makûs” sadece uğursuz, kötü anlamına gelmiyor, aynı zamanda ters çevrilmiş, baş aşağı getirilmiş demek. Yani ancak ayakları üzerine düzelterek hakkından gelinebilecek bir kötülük. O da eylemle, iradeyle mümkün. Eğer birisi çıkıp da kitlesel olarak katledilmemize “Kader Planı” derse; O demekle kalmaz savcı, hâkim, mahkeme sizi değil de onu dinleyerek katilleri cezasız bırakırsa belki de artık şöyle söylememiz gerekiyor: “Hukuk kaderdir ve siyaset, bir kadere sahip olmaktan kurtulmak için yaptığımız şeydir." Özkan Agtaş, o çok etkileyici “Ceza ve Adalet” kitabını bu cümleyle bitirir. Yani siyaseten söz alabildiğimizde o makûs kaderi ayakları üzerine çevirebileceğimize inanın. “İş kazası davası” şeklinde tecelli eden hukuksal kaderimizden kurtulmak zorundayız. Örgütlenmek, direnmek, mücadele etmek zorundayız. Dava bunun sadece küçük bir parçası.
İş cinayetleri için yaptığınız bir açıklamada ise bunlara “kaza” denilemeyeceğini söylüyorsunuz ve neden kaza denilemeyeceğini açıklıyorsunuz. Ancak maden katliamlarında genellikle failler “taksirle insan öldürme” suçundan yargılanıyor. Bir hukukçu olarak bu durumu nasıl açıklarsınız?
"Taksir" kelimesi "kusur" ile aynı kökten geliyor. Kaza da taksir de istenmeyen sonuçlara işaret eder. Kazanın taksirden farkı, asla, hiçbir biçimde öngörülemeyecek olmasıdır. O madenin üzerine uçak düşseydi; "Niye bunu öngörüp tedbir almadınız" demezdik. Kehanet değil, bilimden, akıldan, meslekten, somut olgudan kaynaklı öngörüden söz ediyoruz.
Kusura kaza demek gündelik ağız alışkanlığımızdan kaynaklanıyor, beklenmedik anlamında; bundan vazgeçmek zorundayız.
Bu ülke tarihinin benim avukatlık yaptığım yirmi altı senesi boyunca hiç “iş kazası” görmedim. Bundan emin olun. Hepsi, belli bir failin, sermayenin, patronun, devletin, müdürün kusuru ve hatta kastıyla gerçekleşmiş yaralama ve öldürme eylemleriydi. İş güvenliği önleminden kısıp, güvenlik yatırımından vazgeçip, kâr için üretimi arttırıp “kaza oldu” diyemezsiniz. Anlaşıldığı kadarıyla henüz 2019'da dengelenmiş üretim derinliği -300 kotun altına inmiş bir ocakta üretim zorlamak kaza değil kasıttır. Nasıl yani, işçileri öldürmek mi istediler? Hayır elbette. Ama ölümleri öngördüler ve para kazanmak için razı oldular. Bu insan yaşamını, sarf malzemesi olarak görmek, maliyet kalemine dâhil etmektir. O nedenle bütün bu cinayetler “Olası Kasıt” ile işlenmiştir.
‘Ölümlerde sorumluluklarını gizliyorlar’
Türkiye Taşkömürü Kurumu Genel Müdürü Kazım Eroğlu 2013’te sekiz işçinin yaşamını yitirmesine neden olan Kozlu maden faciasının failiydi. Eroğlu bu iş cinayetinin baş sorumlusu olarak yargılandı. Bu süreçte Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı tarafından 2017 yılında Türkiye Taşkömürü Kurumu yönetim kurulu başkanlığı ve genel müdürlük görevlerine vekâleten, 2018 yılındaysa asli olarak atandı. Emekçilerin ölümünden sorumlu birisinin siyasi iktidar tarafından böyle bir kuruma atanmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Yeni Çeltek'i, Kozlu'yu saymıyorum; sadece bu iktidar döneminde 2003 Ermenek'ten bu yana, Küre, Kemalpaşa, Dursunbey, Karadon, Soma ve bir kere daha Ermenek, Siirt ve nihayet Amasra yaşandı. 475 toplu madenci ölümü ve toplamda 2 bin bireysel madenci ölümünden söz ediyoruz. Bütün Cumhuriyet tarihinde madenlerde ölen üç işçiden ikisi bu adamların elinde ölmüş. Yani Eroğlu gibilerinin, bırakın TTK genel müdürü olmayı pazarda kömür tezgâhının başında bile tutulmaması gerekir. Bu adamların kömürle, kömür parası ve rantıyla ilişkisini kesmek zorundayız. Aksi takdirde, hapiste tutulamadıkları için yeniden ve yeniden öldüreceklerdir. Siyasal iktidarlara ve sermayeye kazandırdıkları paranın karşılığını bu atamalarla alıyor, ölümlerde sorumluluklarını gizliyor ve cezasız kalıyorlar.
‘Katillerin dışarıda olması kimseyi karamsarlığa sevk etmesin’
Soma Katliamı'nda yaşamını yitiren işçilerin ailelerinin avukatlığını yapıyordunuz. Sizinle beraber meslektaşınız Can Atalay da Soma için adalet mücadelesi veriyordu ve 18 yıl hapis cezasına çarptırıldı. Adliye koridorlarında, duruşma salonlarında beraber olmanız gerekirken siz aynı cezaevindesiniz. Soma’nın failleri ise özgür. Neler söylemek istersiniz?
Doğru, Can ve ben hapisteyiz. Ancak bizi kapatanların yanıldıkları yer şurası; ne Can ne de ben biriciğiz. Bu alanda artık dünyanın en iyisi avukat ekipleri ile çalıştık, kömür madenini maden mühendisleri kadar, bazılarından daha iyi öğrenmiş avukatlar yetiştirdik. Güçlü avukat örgütleri inşa ettik. Bizi hapiste tutmak işlerine yaramaz. Lütfen bu meslektaşlarımızı takip edin, destekleyin. Yıllar geçtikçe sürecin en doğru bilgisini ve talebini onların seslendireceğini fark edeceksiniz. Biz de boş durmayız. O dosyalar gelir, buradan çalışırız. Katillerin bugün dışarıda olması, bir süre dışarıda kalması kimseyi karamsarlığa sevk etmesin. Soma, Çorlu, Hendek veya Amasra; asla vazgeçmeyiz, terk etmeyiz, yılmayız. Adalet talebini ne zamanın ruhuna ne de zamanın adliyesine terk ederiz.
‘14 Mayıs 2014 sabahı neredeysem orada olurdum’
Şu an özgür olsaydınız nerede ve ne yapıyor olurdunuz?
14 Mayıs 2014 sabahı neredeysem yine orada olurdum, bu sefer Amasra'da, ailelerin ve meslektaşlarımın, işçilerin yanında.
Soma'da da ilk günlerde zorlandık, saldırılara, linç girişimlerine, gözaltılara maruz kaldık ama vazgeçmedik. Bugün hem o acılı insanlar hem de geride kalan madenciler bizi bağrına basmış durumda. Meslektaşlarımın çalışmalarına, en iyi bildikleri işi yapmalarına izin verin. Bilin ki bugün avukatlara zorluk çıkaran her kimse, cinayetlerin üstünün örtülmesini isteyendir. Not alın, kim avukatı kente, adliyeye, olay yerine sokmuyor? Kim Amasra'da çalışmamızdan rahatsız? Bilin ki bu işle ya kurumsal ya kişisel ilgisi vardır, ölümlerin sorumluluğuna ortaktır.
Son olarak bir de uzmanlıktan söz etmeme izin verin. İş cinayeti incelemesine yanında Diyanet İşleri Başkanı götüren, hâkimi - savcıyı da ancak çay toplamaya götürür. Herkesin kendi uzmanı, uzmanlığı var. Onlar ölümün, cenazenin, yasın uzmanı; biz yaşamın uzmanıyız. Onların uzmanlığı hukuk, bizimkisi adalet. Öyle olsun. Ölü duasını onlar yapsın, biz geride kalanı, yaşayanı, çalışmak zorunda olanı koruyup kollayalım. Katledilenlerin hesabını soralım.
Herkesin bir uzmanlık alanı var dedim, güvenin, bu da benim uzmanlığım: Biz kazanacağız.