Dünya genelinde popülist iktidarların hep bir “Anayasa Mahkemesi” derdi var. Polonya’da, Macaristan’da ve hatta ABD’de Donald Trump döneminde, hep iktidarların Anayasa Mahkemesi’ni ele geçirme ve kendi siyasi hedefleri için araçsallaştırma çabalarına tanık olduk.
Türkiye’de de sıranın Anayasa Mahkemesi’ne geleceği belliydi: denge ve denetleme mekanizmalarının başlıcası ve anayasal düzenin garantisi olan Anayasa Mahkemesi’nin iktidara göre yeniden “dizayn edilmesi” gerekiyor. Gerekiyor çünkü, bu şekilde iktidara “ayak bağı” olan her şeyden kurtulmak mümkün olacak. İktidarın yaptığı ve yapabileceği hiçbir şeyin denetimi, dengesi, durduranı olamayacak.
Yeni Anayasa sürecinde olduğumuzu da unutmayalım: Anayasa Mahkemesi’nin kapatılması değil, Yeni Anayasa’ya göre tasarlanması söz konusu.
Popülist iktidarlar için, Anayasa Mahkemesi’ni “ele geçirmek”, kuvvetler ayrılığı sisteminin değiştirmek demek: tabii, bu da kuvvetler ayrılığının ortadan kaldırılması manasına geliyor. Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi’nin yeniden tasarlanmasıyla da; kuvvetler ayrılığını geride bırakılması, “iktidar için kuvvetler birliğine” geçilmesi hedefleniyor.
Yeniden dizayn edilen Anayasa Mahkemesi de, iktidar sahibi olana karşı bir denge unsuru olarak değil; iktidarda olanın kendi çıkarları ve hedeflerine ulaşmak için kullandığı bir araca dönüşecek.
Anayasa Mahkemesi’nin “fethi” ile, Türkiye’de de “popülist anayasalcılık” egemen kılınmaya; yani popülist bir iktidarın kendine hizmet edecek anayasası ve muhalefeti imkânsızlaştıran anayasa mahkemesi oluşturulmaya çalışılıyor.
“Popülist anayasalcığın” anayasa mahkemeleri, vatandaşların haklarını korumak yerine iktidarın haklarını korumak şu farklı görevleri yerine getiriyor:
- İktidarın tüm eylemlerini; her ne olurlarsa olsunlar, “anayasaya uygun” çerçevesine sokup hukuken meşrulaştırıyor.
- İktidarın, her türlü muhalefeti tasfiye etmesini sağlıyor: “her türlü” vurgusunu yapıyorum çünkü, sadece “olağan şüpheli” muhalefet partileri, muhalif kamuoyunun ezilmesinin değil-iktidarın kendi içinde farklı düşüncenin yok edilmesinin de önünü açıyor.
- İktidar, kamuoyunun tepkisini çekecek uygulamalarının mesuliyetini anayasa mahkemesine devrederek kendine fatura kesilmesini engelliyor.
- Anayasaya aykırı eylemle ilişkin davalarda, aykırılığa “göz yuman” biçimde karar alıyor. Popülist iktidar kendi anayasasını yapmış olsa bile; iktidarın ihtiyaçları sürekli değişiyor ve hiçbir kısıtlamayla da karşılaşmadan hareket etmek istiyor. Popülist Anayasa Mahkemesi de, yasama ve yürütmenin
- anayasaya ters düşmesi söz olduğunda, kararlarını böyle bir “aykırılık yokmuş” gibi alıyor.
- Popülist anayasalcılık düzeninde, Anayasa Mahkemesi yargıçları ve diğer hâkimler, “medyatikleşerek” iktidarın tüm eylemlerinin kamuoyu nezdinde savunuyor; kamuoyu algılarını yönlendiriyorlar.
Anayasa Mahkemelerinin, popülist iktidarlar tarafından “araçsallaştırılması” özellikle Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinde rastladığımız bir durum:
Macaristan ve Polonya da, bu konunun en temel örneği ülkeler. Macaristan’da Başbakan Viktor Orbán, 2010’da iktidara gelir gelmez “anayasa” ve “anayasa mahkemesi” konularını ele aldı. Orbán öncesi, Macaristan’ın dünya genelinde anayasa mahkemeleri arasında kararları hukuk felsefesi tartışmaları yaratan düzeyde güçlü ve “ilerici” bir Anayasa Mahkemesi vardı. Orbán, iktidarda bir yılı dolmadan yeni bir anayasa yaptı: muhafazakâr, “aile” ve “Hıristiyanlık değerlerini” vurgulayarak halk nezdinde meşruiyet algısı yaratılan bu anayasa, aslında tamamen Orbán’ı iktidarda kalıcı hale getirmek üzere tasarlanmıştı. Orbán’ın ikinci hedefi de, adım adım Anayasa Mahkemesi’nin “denge ve denetleme” işlevini yok etmek oldu. Orbán’ın partisi Fidesz’in kurucu kadrosu hukukçulardan oluştuğu için, popülist anayasalcılığı oturtmak konusunda son derece “açık gözlü” hareket ettiler.
Türkiye’deyse, ilk değil “son hamle” olarak kaldığı kadarıyla da demokrasiye, “şah çekiliyor”. Bundan sonra, eğer devreye sokulan plan işlerse, demokrasiye “şah mat” denilecek; ülkenin totaliterleşmesi tamamlanacak.
“Ayak bağı” olan sadece Anayasa Mahkemesi değil tabii; Türkiye’nin Avrupa Birliği üyelik sürecinin sonlandırılması ve Avrupa kurumlarıyla olan hukuki bağının da kesilmesiyle, popülist iktidarın sonsuz bir özgürlüğe kavuşması hedefleniyor. İktidarın sonsuz özgürlüğü, iktidar dışındakilerin sonsuz esareti
demek. Tabii, kendini iktidarın parçası sayan milletvekilleri, partililer, parti yakınları da sanmasınlar ki, onlar da “sonsuz özgürlüğe” sahip olacaklar.
Onların da kaderi, “iki dudak” arasında olacak. Kaldı ki, iktidarı kim ele geçirirse; popülist anayasalcılığı kendi hizmetine sokacak… Kuvvetler ayrılığından, kuvvetler birliğine gitmek işte böyle bir şey; bugün
kendini avcı sanan da, olmuş yarın av…Sonuçta, adalet herkese lazım; hukuk devleti, herkesin o son kapısı ve kurtarıcısı.