Öztrak'tan sansür yasası’nın 29. maddesi için AYM'ye çağrı

CHP Sözcüsü Faik Öztrak partisinin genel merkezinde konuştu. Öztrak ‘sansür yasası’nın 29. maddesi için partinin AYM'ye yaptığı başvuruyla ilgili "Bu başvuru, Anayasa Mahkemesi için çok ciddi bir samimiyet sınavıdır" dedi.

CHP Sözcüsü Faik Öztrak, ‘sansür yasası’nın 29. maddesi için Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) yaptıkları başvuruya ilişkin, “Bu başvuru, Anayasa Mahkemesi için çok ciddi bir samimiyet sınavıdır. Milletin ifade özgürlüğünü, önümüzdeki seçimin adil ve güvenli bir biçimde yapılmasını alenen tehdit eden bu düzenlemenin ilk incelemesi 26 Ekim’de yapılacak. Demokrasimize, anayasal hak ve özgürlüklerimize yönelik bu tehdide Anayasa Mahkemesi ‘dur’ demelidir” dedi.

Faik Öztrak, partisinin genel merkezinde bugün düzenlediği basın toplantısında gündeme ilişkin değerlendirmelerde bulundu. Öztrak, şunları söyledi:

“Sözlerime başlarken meslek onurunu koruyarak görevini yapan, vatandaşlarımızın haber alma hakkının hayata geçmesini sağlayan tüm basın mensuplarımızın Dünya Gazeteciler Günü’nü kutluyorum. Ülkemizde gazetecilik kolay değil. Her şeyden önce, gazeteciler özgür değil. Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi’nde 180 ülke arasında 149. sıradayız. Basın özgürlüğü konusunda Sri Lanka’yla, Sudan’la komşuyuz. Sadece sansürü değil, oto sansürü; sadece medyaya değil, sosyal medyaya bile atılan kıskacı konuşuyoruz. Demokrasimizin dördüncü kuvveti medyaya Konya yolundaki yüksek binalardan nizam vermeye çalışanlar şunu unutmasın, hiçbir yönetim zulüm ile payidar kalmaz.

Yine bugün acı bir yıl dönümü. Basınımızın aydınlık yüzü, Atatürkçü bilim insanı ve yazar, kıymetli devlet adamı Ahmet Taner Kışlalı’nın katledilmesinin yıl dönümü. Bu ülkenin çok önemli bir değeriydi. Kendisini saygı ve rahmetle anıyorum.

'Anayasa mahkemesi için çok ciddi bir samimiyet sınavıdır'

Milletinin halini görmeyen, sesini duymayan, kendi halkını unutmuş bir yönetim; baskıyla, sansürle, yalan dolanla, akıl ve bilim dışı politikalarla ülkeyi idare etmeye, koltuğunu bırakmamaya uğraşıyor. Yolsuzluğu, yasakları, yoksulluğu bitirme vaadiyle oy alanlar, bu halka yolsuzluğun, yasakların, yoksulluğun daniskasını yaşattı. Milletin gözünden de gönlünden de düşen saray sosyetesi, zulmünü her geçen gün artırıyor. Ama bu toprakların irfanı, zulmü artanın zevalinin yakın olduğunu çok iyi bilir. Meşhur sözdür; ‘Halk, kendi hükümetinden korkmamalı; hükümet, kendi halkından korkmalıdır’. Halkın hükümetten korktuğu yerde tiranlık, hükümetin halktan korktuğu yerde özgürlük vardır. Ucube saray rejimi, artık yolun sonuna yaklaştı. Bunu kendisi de çok iyi biliyor. Halkı korkutarak; konuşmasını, yazmasını, protesto etmesini engelleyerek zulmünü gizlemeye, koltuğunu muhafazaya çalışıyor. Sarayın kibir abidesi, yine hiç şaşırtmadı. Milletin ifade özgürlüğüne darbe vuracak sansür Yasası’na da hemen imzayı bastı. Biz, bu Sansür Yasası’nın yürütmesinin durdurulması için Anayasa Mahkemesi’ne başvurumuzu yaptık. Hafta başında söylemiştim, bir kez daha tekrarlıyorum; bu başvuru, Anayasa Mahkemesi için çok ciddi bir samimiyet sınavıdır. Milletin ifade özgürlüğünü, önümüzdeki seçimin adil ve güvenli bir biçimde yapılmasını alenen tehdit eden bu düzenlemenin ilk incelemesi 26 Ekim’de yapılacak. Demokrasimize, anayasal hak ve özgürlüklerimize yönelik bu tehdide Anayasa Mahkemesi ‘dur’ demelidir. Anayasa Mahkemesi, varlık sebebi olan Anayasa’yı, temel hak ve özgürlükleri koruma görevini en iyi şekilde yerine getirdiğini göstermelidir.

'Zulüm ile abat olmaya kalkanın akıbeti berbat olur'

Radyo Televizyon Üst Kurulu, ‘Recep Tayyip’in Üst Kurulu’ olmuştur. Başında bir parti komiseri, tüm muhalif kanallara ceza üstüne ceza yağdırmaktadır. Sarayın kibirlisi, seçim öncesi elindeki bu sopayı yitirmemek için milletvekili borsası bile kurdu. Zulüm ile abat olmaya kalkanın akıbeti berbat olur. En son TELE 1 için verilen ekran karartma cezası da diğerleri gibi, seçimlere kadar muhalif kanalları susturma planları, zalimin zulmünün arşa çıktığının bir başka göstergesidir. Bütün çabaları, özellikle seçim sathı mailine girdiğimiz bu dönemde, sebebi oldukları derin yoksulluk ve hayat pahalılığı görülmesin, yolsuzlukları duyulmasın, iş cinayetleri konuşulmasın. Sadece Cumhur İttifakı, havuz medyası, trol orduları dilediği gibi konuşsun, sövsün, saysın. Erdoğan, istediği gibi itibar cellatlığı yapsın, yalan yanlış konuşsun. Onun dışında da herkesin sesi kesilsin, millet susturulsun. Ama ne yaparlarsa yapsınlar. Mazlumun ahı indirir şahı. İfade özgürlüğünden, basın özgürlüğünden, milletin sesinden korkanlar, saray duvarlarının ardına, tetikçi memurlarının arkasına sığına dursun. Milletimiz yolsuzluğu da yasakları da yoksulluğu da yaşıyor. Artık sandıkta konuşacak. Tıpkı İstanbul seçimlerinde olduğu gibi, ne yaparsanız yapın konuşacak. Biz de bu sesin parazitsiz duyulması için her türlü önlemi aldık, almaya devam ediyoruz. Hep birlikte başaracağız. Sandıkta milletimizden çıkacak gür ses belli; kahrolsun istibdat, yaşasın hürriyet.

'Türk Lirası, Afganistan Afganisi karşısında bile değer kaybetti'

Milletimiz, bu istibdat rejiminin aşını, işini, ekmeğini, yılların birikimini elinden nasıl çaldığını görmüştür. Fukaralaşmanın ne demek olduğunu iliklerine kadar hissetmiştir. Geçtiğimiz yıl eylül ayında, ‘Faiz sebep, enflasyon netice’ diyerek bir safsata uydurdular, paramızı pul ettiler. Enflasyonu azdırdılar. Bunu ben söylemiyorum, resmi rakamlar söylüyor. Merkez Bankası’nın elinden faiz silahını aldıkları gün tabela faizi yüzde 19’du, bugün yüzde 10,5. Ama o gün yüzde 19 olan enflasyon, bugün yüzde 83. O gün 8 lira 60 kuruş olan dolar kuru, bugün 18 lira 60 kuruş. Milli paramız, o günden bugüne dolar karşısında yüzde 55 değer yitirdi. Dünya üzerinde dolar karşısında en çok değer yitiren para birimi, Türk lirası, bizim milli paramız. Milli paramız, sadece dolar karşısında değil, Bulgar levası karşısında yüzde 42, Papua Yeni Gine kinası karşısında yüzde 52,5, Mozambik metikali karşısında yüzde 53, Gürcistan larisi karşısında yüzde 58, işgal altındaki Ukrayna’nın grivnası karşısında yüzde 35, savaştaki Rusya’nın rublesi karşısında yüzde 60 değer kaybetti. Şunu anlamak gerçekten zor; Taliban’ın Kaleşnikoflu Merkez Bankası Başkanı bile bizdeki beceriksizlerden çok daha liyakatli çıktı. Türk lirası, Afganistan afganisi karşısında bile yüzde 53 değer kaybetti. Bu ülkeyi bu hale getirmeyi nasıl başardınız? Vatandaşın 3-5 kuruşunu, elinde avucunda ne varsa enflasyonla gasp ettiler. Peki kimleri sevindirdiler? Kendi batık yandaş şirketlerini ve faiz lobilerini. Devlet eliyle Cumhuriyet tarihimizde görülmemiş korkunç bir servet transferine son bir yılda imza attılar. ‘Kur Korumalı Mevduat’ dediler, bankaların ödeyeceği faizi, fakir fukaranın, garip gurebanın ödediği vergilerle milletin sırtına yüklediler.

'Kur korumalı mevduata ödedikleri faiz 85 milyar lira'

Bu yılın mart ayından eylül ayına kadar geçen 7 ayda, Kur Korumalı Mevduat’a ödedikleri faiz 85 milyar lira. Buna Merkez Bankası’nın ödediği faizi ise saklıyorlar. Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne, milletin vekillerine bilgi vermiyorlar. Millete ‘bürokratik vesayetle mücadele etme’ vaadiyle seçilenler, şimdi bürokratları eliyle millet iradesinin tecelligâhı Gazi Meclis’e bilgi vermiyor. Saray memurları eliyle vesayetin daniskasını uyguluyor. Allah’ın bildiğini milletten ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nden niye saklıyorsunuz? Sebebi olduğunuz talanı milletten saklamak için beyhude uğraşmayın.

'Bu ülkede kimin geliri beşe katlandı?'

İşte banka kârları ortada. Bu yılın ilk sekiz ayında bankaların net kârı yüzde 420 artmış. Beşe katlanmış, 252 milyar lira olmuş. Soruyoruz; bu ülkede kimin geliri beşe katlandı? İşçilerimizin, emekçilerimizin mi? Esnafımızın mı? Çiftçimizin mi? Memurlarımızın mı? Emeklilerimizin mi? Hayır. Ama faiz lobilerinin kârı beş kattan fazla arttı. Erdoğan ağzına ne zaman faiz kelimesini alsa, bu ülkede en çok yüzü gülen faiz lobileri oldu. Bu kural hiç değişmedi. İşte 2003’ten bu yana bütçeden faiz lobilerine yaptıkları ödeme; 526 milyar 821 milyon dolar. Bunu aya bölersek her ay bütçeden ödedikleri faiz, 2 milyar 222 milyon 873 bin dolar. Güne vurursak her gün ödedikleri faiz, 73 milyon 88 bin 363 dolar. Saat başına ödedikleri faiz, 3 milyon 45 bin 348 dolar. İşte Saray’ın faizle mücadelesi bu.

'Faiz lobilerine son bir çek yazıp çekip gidecekler”

Adalet ve Kalkınma Partisi, artık son bütçesi olan 2023 Bütçe Kanunu’nu Meclis’e sevk etti. Ve giderayak faiz lobilerini yine ihmal etmedi. 2023 bütçesine faiz ödemeleri için tamı tamına 566 milyar lira ödenek koymuşlar. OVP’deki ortalama dolar kuruyla 26 milyar 300 milyon dolar. Çok sevdikleri faiz lobilerine 26 milyar 300 milyon dolarlık son bir çek yazıp çekip gidecekler. Meclis’e bugün sundukları devri saltanatlarının son bütçesinde, Beşli Çetelerine giderayak son bir kıyağı da ihmal etmemişler. Geçilmeyen köprüler ve yollar için, yatılmayan hastane yatakları için 2023’te Beşli Çetelerine ayırdıkları para 102 milyar lira. E tabii 2023 bütçesinde sarayın debdebe ve şatafatı da unutulmamış. Enflasyonu yüzde 25’e düşürmeyi hedeflerken sarayın bütçesini yüzde 62 artırmışlar. 2022’de her gün 11 milyon 199 bin 938 lira harcayan Saray, ‘2023’te 18 milyon 183 bin 726 lira harcayacağım’ diyor. Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu. Faize, yandaşa, şatafata bütçeden ayrılan para 674 milyar lira. Ama bütçeden yatırıma ayrılan para 316 milyar lira. Milletimize taahhüdümüzdür; önümüzdeki seçimde iş başına geldiğimizde bu debdebe ve şatafat bitecek. Millet İttifakı’nın adayı Türkiye’nin 13. Cumhurbaşkanı olduğunda yeni Cumhurbaşkanı’mız, Çankaya Köşkü’nde debdebe ve şatafattan uzak, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin vakar ve asaletine uygun şekilde görevini yapacak.

'Bütçenin borçlanma limiti 6 yılda 14 katına çıkmış'

Bütçenin sınırlı imkanları, faize, yandaşa, debdebe ve şatafata aktarılırsa elbette ortaya çıkacak açık da borçla kapatılır. Ucube saray rejimi elinde bütçe kanunu ile alınan borçlanma limitleri, artmayı bırakın uçmuş. 2017’den 2023’e bütçe kanunları ile alınan borçlanma yetkisindeki artış, yüzde 100 değil, yüzde 200 değil, yüzde 500 değil, yüzde 800 değil, yüzde 1000 değil, tamı tamına yüzde 1.292. 2017’de yüzde 10’luk ilavesiyle 52 milyar lira olan borçlanma limiti, 2023 bütçesinde 727 milyar liraya çıkmış. ‘Ülkeyi şahlandıracak’ diye milletimize pazarladıkları bu ucube rejim, borçları şahlandırmış. Bütçenin borçlanma limiti, 6 yılda 14 katına çıkmış. İşte bunun adı beceriksizliktir, kifayetsizliktir, sorumsuzluktur, siyasi iflastır. Ama sarayın başındaki bezirgan, ‘Çıkmadık candan umut kesilmez’ demeye devam ediyor. Bu bütçe güya, her kesime 2023 hedeflerine uygun kaynakları ayırmış. İnsan, bunu derken bari biraz sıkılır.

'Bu, iflasın ilamı değil de nedir?'

Bu millete 2023’te dünyanın ilk 10 ekonomisi arasına girmeyi vadeden kim? Sizsiniz. Bırakın ilk 10 ekonomi arasına girmeyi, ülkeyi ilk 20’den düşme sınırına getirdiniz. Erdoğan, 2023 için 2 trilyon dolar gelir vadetti. Peki getirdiği bütçe ne diyor? ‘2023’te ülkenin geliri, olsa olsa 867 milyar dolar olur’ diyor. Yani 2023 hedefinin yarısı bile değil. Millet, 1 trilyon 133 milyar dolar sizden alacaklı. Yine her bir vatandaşa 25 bin dolar gelir vadettiniz. Şimdi, ‘Hedefin yarısına bile ulaşamayacağız, kişi başına gelir 10 bin 71 dolar olacak’ diyorsunuz. Hadi dünyada kriz vardı, 25 bin dolar olmadı, bari 20 bin dolar olsun. Ama olan ne? 10 bin 71 dolar. İşte bu, rezaletin daniskasıdır. Başka da bir izahı olmaz. Millete yüzde 5 enflasyon vadettiniz, ama bugün ipe sapa gelmez ekonomi yönetiminizle Türkiye’yi dünyanın en yüksek enflasyonuna sahip ilk beş ekonomisi arasına soktunuz. Verdiğiniz hiçbir sözü tutmadınız. Bu, iflasın ilamı değil de nedir? Ama şimdi müflis tüccarlar gibi eski defterleri karıştırıyorlar. 2023 vaatlerini yerine getiremeyenler, milletten çıkıp bir özür dilemesi gerekiyorken hâlâ caka satmaya kalkıyor. Pes doğrusu. Hep söylüyoruz; bütçe, bir hükümetin tercihlerini gösterir. Erdoğan’ın son bütçesinin tercihleri de bizi şaşırtmamıştır. Tercihlerinde millet değil faiz lobileri olanlara, millet değil yandaş ve besleme müteahhitler olanlara, milletin değil debdebe ve şatafatın peşinde koşanlara milletimiz, sandıkta okkalı bir şamar atmaya hazırlanmaktadır. Tüm kamuoyu yoklamalarının gösterdiği de budur.

'Faciaların isimleri değişiyor ama söyledikleri hiç değişmiyor'

Tam bir hafta önce Amasra’dan gelen acı haberle Türkiye’nin yüreğine ateş düştü. 41 maden emekçimiz, tedbirsizliğe ve ihmale kurban gitti. Sayıştay raporunun bu madenle ilgili bulgularını daha önce paylaştık. Evladını, eşini kaybeden acılı ailelerin şahitlikleri ve söyledikleri de ortada. Bu faciada yaşamını kaybeden madencimiz Soner Ak’ın acılı eşi Özge Ak’ın söyledikleri ise iman tahtasının altında vicdan taşıyan herkesi sarsacak nitelikte. Patlamadan üç gün önce, ‘Gaz çok ama yapacak bir şey yok’ diyerek madende çalışmaya devam eden Soner AK’a, ‘Bize sizin keyfiniz değil, kömür lazım’ diyen anlayış, 41 madencimizi hayattan koparıp aldı. Ama arsız, kendini güçlü sanınca haklıyı haksız çıkarmaya kalkar. İşte sarayın İletişim Başkanlığı’nın çıkardığı bülten. Bu kâğıt parçasına göre, Sayıştay’ın önerileri dikkate alınmış. Kurum Degaj Yönergesi uygulanmış. Soma ve Ermenek maden facialarından sonra da madenlerde gerekli iyileştirmeler yapılmış. Bunu hangi bilirkişi söylüyor? Sarayın dezenformasyoncusu. Erdoğan da partisinin grup toplantısında bunları tekrarlıyor. Biz, boşa demiyoruz; bunların en büyük siyasi sermayesi, arsızlık. Yakında ‘Bu faciada neden öldünüz’ diye 41 madencimizi suçlarlarsa hiç şaşırmayın. ‘Dünün güneşiyle bugünün çamaşırı kurutulmaz’ derler. Ama Erdoğan, 301 madencimizin katledildiği Soma faciasında ne dediyse aynısını 41 canımızı yitirdiğimiz Amasra faciasında tekrarladı durdu. Anlaşılıyor ki Erdoğan’ın elinde, maden facialarında yapacağı konuşma için standart bir metin var. Faciaların isimleri ve ölenlerin sayıları değişiyor ama söyledikleri hiç değişmiyor. 8 yıl önce Soma’da yaptığı açıklamada, maden kazalarında 1906’da Fransa’da, 1914’te Japonya’da, 1942’de Çin’de ölenleri saydı. 20. yüzyılın başında yaşanan maden facialarıyla 21. yüzyılın Türkiye’sindeki maden kazalarını bir tuttu. Bu sözleri o dönem büyük bir tepki yarattı. Şimdi, 8 yıl sonra yine çıktı, geçen yüzyıl yaşanmış maden facialarını bu kez tarih vermeden aynen sıraladı. Bunlar boş laflar. Ortada tek bir korkunç hakikat var. Erdoğan, ülkemizi, maden kazalarında yitirilen madenci sayısında birinci yaptı. Nokta. 8 yıl önce Soma’da 301 canımızı yitirdiğimizde Erdoğan, ‘Bu kaza en küçük detayına kadar araştırılıyor. Hiçbir ihmalin göz ardı edilmesine izin vermeyeceğiz. Olay aydınlatılacak hem aileleri hem de kamuoyunu tatmin edici adımlar atılacaktır. Herkes müsterih olsun’ demişti. Ama Soma davasında suçlu bulunanlar, türlü yargı kumpaslarıyla serbest bırakıldı. Hayatını kaybeden madencilerin avukatlarından başka hiçbir tutuklu kalmadı. Bugün Amasra’daki facia için de Erdoğan aynı lafları edip duruyor. Anlaşılıyor ki Soma’da ne olduysa Amasra’da da aynısı olacak. Bir hafta geçti. Denetçi sayısı, savcı sayısı açık artırmaya çıktı. Ama ortada suçlanan gözaltına alınan yok. İstifa eden veya görevden alınan yok. Başta Enerji Bakanı, herkes yerli yerinde, koltuklarına yapışmış oturuyor. Ama diyoruz ya bu ucube yönetimin en büyük siyasi sermayesi, arsızlık. Arsız neden arlanır, çul da giyer sallanır. Bizim inancımızda önce tedbir, sonra tevekkül vardır. Kendi beceriksizliğine, kendi kifayetsizliğine ‘kader’ demek, yüce Allah’a iftira atmaktan farksızdır. İşte bu zihniyet elinde, memlekette madenlerdeki katliamlar kader olmuştur. Yoksulluk kader olmuştur. İşsizlik kader olmuştur. Kadın cinayetleri kader olmuştur. Ama hakkını da yemeyelim. Erdoğan’ın tedbir aldığı, hatta aşırı müdebbir olduğu bir yer var; kendi güvenliği. Erdoğan, Allah’ın evine giderken bile yüzlerce araçlık koruma konvoyuyla gidiyor. ‘Önce güvenliğim, sonra kader planı’ demeyi biliyor. Hem de nasıl biliyor. İşte Emniyet Genel Müdürlüğü’nün verileri ortada. Sadece bu yılın ilk 8 ayında Erdoğan’ın koruması için harcanan para 337 milyon 722 bin 804 lira. Yani her ay Erdoğan’ın güvenliği için harcanan para 40 milyon liranın üstünde. Peki Erdoğan’ın açıklamasına göre facianın yaşandığı Amasra madeninde 20 yılda iş güvenliği için harcanan para ne kadar? 38,5 milyon lira. Erdoğan’ın güvenliği için bir ayda yapılan masraf, Amasra’da iş güvenliğini sağlamak için 20 yılda harcanan paradan fazla. Cumhurbaşkanlığı makamının güvenliği için tabii ki gerekli her türlü önlem alınmalı. Ama şu soruyu da herkes kendine sorsun. Erdoğan kendi güvenliği için aldığı tedbiri madenlerdeki işçilerimiz için de alsaydı sadece son üç yılda 189 canımız aramızdan ayrılır mıydı? Türkiye, madenlerde en çok emekçisini kaybeden ülke olur muydu? Bu sorunun cevabını milletimizin ferasetine emanet ediyoruz.

'Ne demişler? Kişi kendinden bilir işi'

Erdoğan’ın gardırobu sürekli değiştirdiği gömleklerle dolu olabilir. Ama ‘Ahlak gömleğini çıkartan, artık hiçbir gömleği giyemez’. Giyse bile o gömlek ya pot yapar ya bol gelir. Sayın Genel Başkan’ımızın Amerika’da bilim insanlarıyla gerçekleştirdiği vizyon ziyareti, Erdoğan’ı anlaşılan çok rahatsız etmiş. Grup toplantısında bu ziyaretin ‘karanlık tarafları’ olduğundan bahsetmiş. Ne demişler? Kişi kendinden bilir işi. Sayın Erdoğan, bu ülkede Başbakan olmadan önce Soros’la fotoğraflar veren sizsiniz. Daha partinizin genel başkanı iken Amerika’da karanlıklar prensiyle (Richard Perle) gizli saklı masaya oturan sizsiniz. ‘Çizmeli adam’ dersem belki daha iyi hatırlarsınız. Daha partinizin genel başkanı iken Washington’da CIA’in Türkiye Masası eski şefi Graham Fuller’la görüşmeler yapan da sizsiniz. ‘Dön de bu hasret bitsin’ diye methiyeler dizdiğiniz Hoca Efendi’nizi Pensilvanya’ya yerleştirenin de bu Graham Fuller olduğu malumunuz. Belki bu kitaptan kendisini daha iyi hatırlarsınız. Ne diyor bu kitapta CIA’in Türkiye Masası Şefi? Sayfa 119’dan okuyorum; ‘Gülen cemaatinin birçok üyesi bugün artık, Gülen hareketine bir alternatif olarak değil ama onun siyasi bir tamamlayıcısı olarak AKP’ye katılmıştır’. İşte o günlerde CIA mutfağında yazılmış bu kitapta dile getirilenler.

'Giderayak ‘aldatıldım’ diye milletin huzuruna çıkmasın'

Yine aynı mutfaklarda yazılan bu kitapta pişirilen muhafazakarlığa takılan ‘ılımlı-ılımsız’ çeşitli sıfatlar var. Şimdilerde bunlara çok benzeyen ‘muhafazakar devrimci’ sözü ağızınızdan dökülmeye başladı. Ne demişler? Can çıkar, huy çıkmaz. Erdoğan’a tavsiyemiz, bu kelimeleri kulağına kim fısıldıyorsa iyice bir kolaçan etsin. Sonra giderayak ‘Aldatıldım’ diye milletin huzuruna çıkmasın.

'Bu ülke geçmişte de çok badireler atlattı'

Türkiye, güzel ve kudretli bir ülkedir. İnsanlarımız çalışkandır, zekidir. Dünyanın her yerinde bu ülkeyi seven, kalbi ülkesi için atan yurttaşlarımız var. Biz Harvard’da, MIT’de bunu gördük. Türkiye, kendi sırtına tüneyen, Türkiye’nin sırtına tünediği için kendini dev sanan cüceleri sırtından attığı gün, medeniyet ve refah yolunda dev adımlarla koşmaya başlayacaktır. Bizim bundan hiç şüphemiz yok. İstibdat yanlıları elbette umutsuzluk, karamsarlık yaymaya çalışacaktır. Ama bu ülke, geçmişte de çok badireler atlattı, yine atlatacaktır. Artık karanlığı hep beraber yırtıp atma zamanıdır. Kendi içimizde de tüm komşularımızla da huzur içinde yaşama zamanıdır. Ekmeği, aşı, işi hep beraber büyütme zamanıdır. Aşımızı, ekmeğimizi hakça paylaşma zamanıdır. Çağrımız milletimize. Katılın bize.

'Milletimiz, sandıkta gereken cevabı verecek'

Nebati Bakan’ın yaptığı, tam da şecaat arz ederken sirkatin söylemektir. ‘Yeni model’ falan deyip millete yaşattıkları ekonomik buhranın, sebebi oldukları ekonomik yıkımın taammüden yapıldığının ikrarıdır. Bilerek ve isteyerek bu yıkıma sebep olmuşlardır. Şimdi Nebati Bakan, çıkıp bir de övünerek bunu ikrar etmektedir. Milletimiz, sandıkta da bu kifayetsizlere gereken cevabı verecek.”

Siyaset Haberleri