Özgür Özel: Suriye macerasında feda edilecek bir tane bile Mehmetçiğimiz yoktur

CHP Lideri Özgür Özel, "CHP, II. Dünya Savaşı koşullarında bile bu memleketin evlatlarını ölüme gitmekten korumuş İsmet Paşa'nın partisidir. Bu macerada feda edilecek bir tane bile Mehmetçiğimiz yoktur." dedi.

CHP Lideri Özgür Özel, partisinin grup toplantısında engellilerin sorunlarına dikkat çekip başladı. Özel, iktidarın engelli istatistiklerini şeffaf olarak paylaşmadığını belirtti.

Engelli aylıklarının yetersiz olduğunu vurgulayan Özel, iktidara geldiklerinde Engelliler Bakanlığı kuracaklarını söyledi. Engelli aylığını net asgari ücrete çıkaracaklarını duyurdu. Özel ayrıca evde bakım parasını da net asgari ücret seviyesine yükselteceklerini ve engelli öğretmen atamalarının yapılması gerektiğini ifade etti.

Özel, Dünya Madenciler Günü'nde maden kazalarına dikkat çekti ve işçilere senikalaşma çağrısı yaptı. DİSK İş Genel Başkanı Remzi Çalışkan ve AKUT'un kurucusu Nasuh Mahruki'nin tutukluluklarını ve TRT World Forumu'ndaki protestocu gençlerin tutuklanmasını kınadı.

Suriye politikasına eleştiriler yönelten Özel, Suriye ile diyalog çağrısında bulundu. Özel, tek bir Mehmetçiğin bile kanının Suriye'de dökülmemesi gerektiğnii vurguladı. Özel, Bahçeli'ye yanıt vermek yerine de onun konuşma metninin yırtıp attı.

Özel, Türk lirasının değersizleşmesine de dikkat çekmek için paradan kule yaptı.

Son olarak, kredi kartı borçlarına çözüm önerileri sundu ve asgari ücret talebini 30.000 TL olarak yineledi. Özgür Özel şöyle konuştu:

ENGELLİ YURTTAŞLARIMIZ İÇİN GÜÇLÜ BİR BAKANLIK

"Bugün Dünya Engelliler Günü. Biraz önce engelli yurttaşlarımızı temsilen üç satranç sporcusunu kürsüde ağırladık. Salonda da çok sayıda engelli yurttaşımız var. "İrade engel tanımaz" temasıyla Görme Engelliler Satranç Turnuvası dün benim yaptığım sembolik açılışla başladı ve gün boyu kıyasıya bir rekabetin sonucunda bu önemli sonuçlar elde edildi.

Tabii ki önemli olan turnuvanın kendisi ve bir iradenin engel tanımıyor olmasıydı. Dün akşam yemekte birlikteydik. Hoş sohbet ettik. Neler yapacağımızı, gelecekte engellilerin sorunlarını nasıl çözeceğimizi konuştuk.

Bugün ellerindeki beyaz bastonlarıyla Anıtkabir'in merdivenlerini çıktılar. Gazi Mustafa Kemal'in önünde hep birlikteydik. Şimdi de burada bizimle birlikteler. Ben kendilerinin bu salonda iken özellikle devletin onlarla ilgili istatistikleri düzgün tutmadığını ya da tutuyorsa da bizlerle paylaşmadığını,çünkü engellilere yapılan yardımları bir lütuf, onlardan oy alma aracı halinde kullandığını üzüntüyle takip ediyoruz.

Bir verdikleri istatistiğe göre 4 milyon 800 82 bin engelli var. TÜİK 5 milyon 841 bin diyor. Ama STK'lar, engellilerin kuruluşları rakamın 10 milyona yakın olduğunu söylüyorlar. Doğru düzgün istatistik tutmayan, şeffafça paylaşmayan, engellinin sayısında engelli dernekleriyle bile uyuşmayan bir anlayış yönetiyor maalesef ülkeyi.

Ve Bakanlığın sayfasına baktığınızda beş çeşit engelli aylığı var. Yaşlı aylığı, engelli yaşlı aylığı, yüzde 40-69 arası engelli aylığı, yüzde 70 ve üzeri engelli aylığı, 18 yaş altı engelli aylığı, engelli yakını aylığı ve silikozis aylığı. En düşük engelli aylığı söylemeye utanıyorum, 2.800 TL En fazlası da 5.000 TL 'ye kadar ancak çıkıyor. Biz birazdan da konuşacağız, 12.500'yle 17.000TL'yle sefalet olduğunu anlatırken birileri engellilerin 2.800'yle dezavantajlarını ortadan kaldırdıklarını iddia ediyor.

Ne yanlışlar yaptıklarının üzerinde hep durduk, durmuyoruz. Bundan sonra biz neler yapacağımızı söylüyoruz. Ben dün tüm engellilerimizle konuşurken de ifade ettim, güçlü bir bütçesi olan, icracı bir Engelliler Bakanlığı iktidarımızın ilk gününde hayata geçecek.

Engellilerin bağımsız bireyler olduğu, yardım değil hak talep ettiklerini bilerek tüm adımlarımızı buna göre atacağız.

Engellilerin eğitimden istihdama kadar tüm haklara erişiminde önlerine konan tüm engelleri kaldırmak için onlarla birlikte çalışacağız. Engelli haklarından yararlanmak için Dünya Sağlık Örgütü kriterlerine aykırı olarak en az yüzde 40 vücut fonksiyon kaybına sahip olma koşulunu derhal kaldıracağız.


ENGELLİ AYLIĞI NET ASGARİ ÜCRET OLACAK

Engellilerin kamu ücretlerinden ücretsiz ya da indirimli yararlanmalarına dayanan bugünkü sosyal destek sistemi yerine engeli, engelli olmalarından kaynaklı ilave tüm masraflarını karşılamaya yönelik aylık engelli ödeme sistemine geçeceğiz.

Engelli maaşını net asgari ücret yapacağız, net asgari ücret.

Engelli ve yaşlısına bakan, çoğunlukla sosyal güvenceden yoksun kadınlardan oluşan vatandaşlarımıza ödenen evde bakım parasını net asgari ücret düzeyine çıkaracağız. Engelliler Haftası'nda ödenmek üzere her yıl seyyanen net asgari ücreti bu hafta, Engelliler Haftası'nda tüm engellilere yılda bir kez vermekten geri durmayacağız.

ENGELLİ ÖĞRETMEN ATAMALARI YAPILACAK

Özel eğitim merkezlerinde öğrenci başına dörtte bir asgari ücret ödeniyor. Bu yetmediği için sistem çökmüş durumda. Bu ödemeyi bir asgari ücret düzeyine çıkaracağız. Özel eğitim merkezlerine giden 0-12 yaş aralığındaki öğrencilerin seans sayılarını 8+4, ki çok yetersiz, 8+4 saatten net 20 saate çıkaracağız. 2024 yılında engelli öğretmen ataması yapılmadı. 2.500 engelli öğretmen atama bekliyor. Bir an önce bu atamaların yapılmasını hem o öğretmenlerimiz için, aileleri için hem de tüm engellilere verilen bu sözün tutulması için takipçisi olacağız.

Ve şunu ifade ediyorum: Bundan sonra Cumhuriyet Halk Partisi iktidarında birinci yılından itibaren engelliler... Dün satranç turnuvasında hepinizin gözü önünde her gittiğim masada bir soruyu sordum, ne cevap geleceğinden hiç korkmadan. Belediyenizden memnun musunuz?

Amasya'dan, Mersin'den, Afyon'dan, Uşak'tan, Aydın'dan, Antalya'dan, Trabzon Ortahisar'dan gelenler döndüler ve dediler ki: Çok memnunuz. Allah belediye başkanlarımızdan razı olsun. İktidarın birinci yılında tüm engellilere Cumhuriyet Halk Partisi adına şu özgüvenle soracağım: İktidarımızdan memnun musunuz dediğimde, çok memnunuz, sözünüzü tuttunuz dedirteceğim. Pazar günü Gençlik Kolları Kurultayımızı gerçekleştirdik. Üç yıl boyunca başarıyla görevini yürüten Genç Osman Killik kardeşim bayrağı Cem Aydın kardeşime teslim etti.

Son derece olgun, son derece demokratik, coşku içinde 1500 kişilik toplantı salonlarından Kocaeli Spor Salonlarına taşınmış bir kurultayı bize yaşattıkları için tüm gençlik kolları üyelerimize yürekten teşekkür ediyor, onları alınlarından öpüyorum.

Yarın, 4 Aralık Dünya Madenciler Günü. Yüzyıllar önce Roma İmparatorluğunda zorba bir bürokratın kızı Santa Barbara babasından kaçarak bir madene sığınır. Onu madenciler korurlar. Orada bulunduğu sürece en iyi şekilde korunur, hastalıkları iyileşir, yaraları iyileşir ama Santa Barbara madenden ayrıldığında zorba babası tarafından katlettirilir.

O günden beri Santa Barbara'nın madene sığındığı gün Dünya Madenciler Günü olarak kutlanıyor. O maden İzmit'tedir, Kocaeli'ndedir ve aslında bütün dünyaya ilham olan o olayın yaşandığı bu topraklarda Dünya Madenciler Günü maalesef coşkuyla değil, Almanya'daki gibi eğlencelerle değil, Fransa'daki gibi büyük kutlamalarla değil, boynumuz büzük ve maalesef taziye tadında geçmektedir. Almanya'da çünkü 1962'den beri, Fransa'da 74'ten beri, İngiltere'de 72'den beri ölümlü kazalar olmazken bizim bu topraklarımızda maalesef bu mesleğin fıtratında ölüm var lafı artık klişeleştirilmeye çalışılıyor. Ömrüm buna itirazla geçti. Hans'ın fıtratında olmayanın Hasan'ın fıtratında olmayacağını ve bu ülkede madenlerde, kömür madenlerinde yaşanan bu kazaların, bütün madenlerde yaşanan bu kazaların önüne geçmenin mümkün olduğunu ama bunu bir sermaye mantığıyla, bir işletme mantığıyla değil, anayasayla güvence altında olan, hepimizin ortak varlıkları olan, özelleştirilmesi, satılması yasak olan ama anayasanın arkasından redevans diyerek, işletme hakkı diyerek özelleştirilen madenlerin kar hırsı yüzünden, üretim baskısı yüzünden olduğunu hep söylemeye çalıştım, söylemeye de devam edeceğim.

Ama şunu bilin ki 2002'den bugüne kadar AK Parti döneminde tam 2079 madenci hayatını kaybetti. Yani biz hep Soma'yı biliyoruz. AK Parti döneminde Soma'nın üstüne daha 6 tane Soma yaşadık biz. Teker teker, üçer beşer, bazen 40 kişi, bazen Amasra'da, bazen bir başka madende Erzincan'da İliç'te kiminin üzerine tonlarca toprak kayarken, kimi dünyanın en güvenli madenlerinden biri denen yerde 43 arkadaşıyla birlikte şehit olurken Soma'da 301 madenci şehit olup, teker teker ölen madencilere verilmeyen haklar Soma'daki madencilerin büyük mücadelesiyle alınmışken aslında hep birlikte en acı şekilde işçi sınıfına yapılan bir tavsiyeyi, ona gösterilen yolu, daha doğrusu başka bir çıkış yolu olmadığını görüyoruz.

EMEKÇİLERE SESLENDİ: ÖRGÜTLENİN SENDİKALAŞIN

O da örgütlenmek. Ölürken bile, madenciler teker teker ölürlerse haklarını alamıyorlar. Hep birlikte öldüklerinde sesleri duyuluyor. Ölürken bile kalabalık olmak, birlikte olmanın bir karşılığının olduğu bu kadar acımasız toprakların üzerinde yaşıyoruz. Onun için Dünya Madenciler Gününde bütün madencilere ve bütün emekçilere diyorum:

En kötü örgüt örgütsüzlükten iyidir. Örgütlenin, sendikalı olun, mücadele edin, haklarınızı arayın ve savunun! Ölümü değil, yaşamı savunuyoruz. Sömürüyü değil, emeği savunuyoruz ve sömürüyü değil emeği savunan birisi, bizim belediyelerimizin pek çoğunda örgütlü olan DİSK'e bağlı Genel-İş Sendikası'nın Genel Başkanı Remzi Çalışkan.

Remzi Çalışkan soyadı gibi çalışkan, son derece iyi niyetli, insan ilişkileri kuvvetli.

Bir müzakere tıkandığında çözümü arayan, işçinin alın terinden taviz vermeyen ama karşısındaki yapının da haklarını savunan, son derece hepimizin sevdiği, birbirimize, emeğimizin olduğu ve emek mücadelesinin çok önemli isimlerinden birisi.

Remzi başkanımızı bir gün hem de asgari ücretle ilgili bakanla randevusunun olduğu gün alıp götürdüler. Gözaltında tuttular. "Gizlilik var." dediler.

En nihayetinde tutuklamaya sevk ettiler. Soruldu niye? Gizli tanık var. Bu gizli tanık Ahmet Özer'de de var. Bu gizli tanık gerçekten bir suç bulamadıkları herkeste var. Gizli tanık, adı üstünde gizli. Söylediği doğru mu, yalan mı bilen yok.

Atılan iftiraların, kişinin üstüne atılan iftiranın adı olmuş gizli tanık ve Remzi Çalışkan başkanımızı da bu kumpasla tutukladılar. Buradan Cumhuriyet Halk Partisi Grubundan tüm emekçilere, tüm sendikalı işçilere ve onların şahsında Remzi Çalışkan'a selam olsun. Remzi Çalışkan yalnız değildir. Hepimiz arkasındayız.

"REMZİ ÇALIŞKAN VE NAZIM MAHRUKİ’YE SELAM OLSUN"

Bir diğer tarafta Nâzım Mahruki. 20 Kasım'dan beri tutuklu. Ne demiş? Sadece görüşlerini beyan etmiş. Efendim, Cumhurbaşkanına hakaretten aldılar içeri koydular. Nâzım Mahruki annesini kaybettiğinde "Ölen öldü. Ben bu enkazın altından birinin annesini çıkarırım." diye dört gün enkazdan çıkmamış birisidir.

Böyle insan sevgisi olan böyle birisinin hapiste tutulması içinde bulunduğumuz saray rejiminin bir diğer büyük ayıbıdır.

Diğer yandan TRT World Forumu'nda Sayın Erdoğan konuşuyor. Önce bir, sonra üç, sonra toplam dokuz genç diyorlar ki, diyorlar ki: "Gemiler Gazze'ye, Hayfa'ya değil." Yani "İsrail'le ticaret devam ediyor." diyorlar. "Gemiler Hayfa'ya gidiyor, İsrail limanına. Gazze'ye gitsin, Gazze'ye!" diyorlar. Özgür Filistin bayrağı açıyorlar ve "Neden vicdan gemisine izin yok Sayın Cumhurbaşkanı?" diye bağırıyorlar. Bu çocukları yaka paça dışarı attılar.

Dedim ki ne ayıp bir şey. Demokrasi, tepki ve protesto rejimidir. Demokrasi bunu güvence altına alır. Tepki gösterebilir, protesto edebilir ama yaka paça götürdüler.

İnanılmaz bir şekilde bu dokuz arkadaşımızı Cumhurbaşkanına hakaret suçuyla, Cumhurbaşkanına hakaret suçuyla tutukladılar, cezaevine koydular. Bakın, Sayın Erdoğan'a geçen hafta bir çağrı yapmıştım.

Saygın bir anket şirketi Türkiye'ye sormuş, Türkiye geneli: "İsrail'le ticaretin devam ettiğine dair tartışmalar var. Sizce devam ediyor mu, etmiyor mu?" Etmiyor diyenler yüzde 20, memleketin yüzde 79'u, AK Partilerin yüzde 61'i, MHP'lilerin yüzde 73'ü ticaretin devam ettiğine inanıyor. İkinci soru: "Sizce etsin mi?" Etsin diyenler yüzde 18, etmesin diyenler yüzde 82. Erdoğan'a dedim ki: "En güvendiğin şirkete sen sor."

Şimdi Erdoğan gibi düşünenlerin oranı bu, dokuz genç gibi düşünenlerin oranı bu ve İsrail'le ticareti kınamanın, "Gemiler Gazze'ye, Hayfa'ya değil." demenin cumhurbaşkanına neresi hakaret? Bunu hakaret kabul ediyorsa tarafı bu taraf zaten. Tarafı bu taraf. Tarafı bu taraf. Diğer taraftan, diğer taraftan tepki ve protesto deyince işi bir de bir başka tarafından ele alalım. Malum bir başka gizli tanıkla Ahmet Özer, büyük bir iftirayla Türkiye'nin en büyük ilçesinin belediye başkanı Silivri Cezaevi'nde tutuluyor.

Kendisini geçen hafta ziyaret ettim. Selamlarınızı ilettim, selamlarını getirdim. O büyük bir mücadele veriyor. O hariç 413 belediye başkanımızdaki biri de yerine kayyum atanan Mustafa Sarıgül kardeşim, Ovacık Belediye Başkanım.

Bu hafta sonu toplandık. Bu meseleleri tartıştık, uzun uzun konuştuk. Tabii o kayyum siyasetinin Akın Gürlek denilen adalet cellatınca yönetildiğini biliyoruz. Ben bu cellatı kınarken dedim ki: "Kardeşim" dedim, "bırak bu işleri, istifa et. Git, avukatlık yap ve aslında o mesleği, kıymetli bir diploma ve değerli mesleğine dön." diyerek söyledim. Bundan bazı avukat arkadaşlar alınmış.

Hatta bazı barolar açıklama yaptılar. Arkadaşlarıma dedim: "Eleştirilen, eleştirilmeye açık olacak. Demokrasi, tepki ve protesto rejimidir.

Böyle bakmak lazım." Ama çok iyi niyetliydi. Tamamen yanlış yere çekildi cümlenin ilk başı. "Bir iş bilmiyorsan git avukatlık yap." gibi anlaşıldı.

Ondan dolayı ben de üzüntü duyduğumu ifade ettim ama esas İstanbul Barosu'nun açıklamasını okurken bu çok önemli bir eksik yaptığımı fark ettim. Diyorlar ki, İstanbul Barosu: "Avukatlık andına aykırı hareket eden savcı ve yargıçların avukatlığa kabul koşulundan yoksundurlar." Yani diyor ki Akın Gürlek bir gün sizin dediğiniz gibi istifa ederse ya da emekli olursa bu kadar ayıp, bu kadar yanlış, bu kadar hukuksuzluk sırtındayken gelip de baroya da kaydolamaz.

"Avukatlık böyle bir meslek değildir." diyorlar. Bu düzeltme için ve bunu bütün Türkiye'ye hatırlattıkları için İstanbul Barosu'na çok teşekkür ediyorum.

"AİLE HEKİMLERİNİN VE ECZACILARIN YANINDAYIZ"

Başta biricik evladım, hukuk fakültesinden mezun ve gönlünü adalet dağıtmaya, adalet aramaya adayan herkesin önünde saygıyla eğiliyorum.

Sağ olsunlar, var olsunlar. Son 2 aydır birileri sesini duyurmaya çalışıyor: Aile hekimleri. Bugün, bu hafta Türkiye'deki aile hekimleri bir kez daha grevdeler, çalışmıyorlar. Geçmiş dönemde 3 gün yaptılar bu eylemi çünkü bir yönetmelik çıktı.

Onları hekim değil, yarış atı gibi gören, istatistiklere göre değerlendiren, ona göre para kesen, para veren ve özlük haklarını ellerinden alan, güvencelerini ellerinden alan saçma sapan bir yönetmelik.

Efendim, "Ağrı kesici, antibiyotik, mide koruyucu da Türkiye ortalamasının üstüne çıkandan para keseceğim." Aman param kesilmesin diye ağrısı olana yazmayacak, mikrobu tedavi etmeyecek. Böyle bir hekimlik sistemiyle tasarruf getirmeye çalışıyorlar.

Efendim, "Hastaların kamuda yediden fazla hastaneye giderse yılda parasını senden keseceğim." Hastaya diyecek ki: "Sakın hastaneye gitme."

Bugün aile hekimleri durumdan memnun değil. Hastalar durumdan memnun değil. Kimse durumdan memnun değil.

Bugünlerde 5 gün boyunca aile hekimine gidenler kapıdan dönüyor. Bir yandan da benim meslektaşım eczacılar, o hastalar ilaçsız kalmasın diye daha önce aile hekiminin uygun gördüğü ilaçları kendilerine ödünç olarak veriyor.

Gelecek ay 5 gün erken bitecek ilaçlar, başka tartışmalar. Aile hekimlerinin mücadelesini ve eczacıların gerçek bir kamu sağlığını düşünen meslek grubu olarak yapmış oldukları katkıyı, önemli dayanışmayı saygıyla selamlıyoruz. Aile hekimlerimizin, eczacılarımızın ve hasta haklarının sonuna kadar arkasındayız.

Geçen hafta bu kürsüden depremzedelerle ilgili veriler paylaştım. Tayyip Bey'in gücüne gitmiş. "Siz" diyor, "ben sözümü tuttum diyemiyor." Söylediğim rakamları yalanlayamıyor. "Siz" diyor, "deprem bölgesinde taahhüt ettiğiniz hangi işi bitirdiniz?" Ya Bursa Ulu Camii'nin aynısını yapma işinde koyduğunuz bütün bürokratik engelleri anca açtık, yeni başlıyoruz. Onun dışında bir sor bakalım Hatay'a, "İBB yapacağım dediği hangi işi bitirmemiş?" dediği zamanda.

Bir sor bakalım, git Kahramanmaraş'a, Mansur Yavaş, Ankara Büyükşehir Belediyesi verdiği hangi sözü tutmamış? Elazığ'daki deprem okullarına bir bak bakalım. Nasıl bir okul yapılmış, nasıl bir okul kazandırılmış Elazığ'a?

Ekrem İmamoğlu temelini atarken oradaydık. Açılışında orada olacağız. O yüzden, ama ben şunu söyleyeyim. Sen şunu söyledin. Hem de seçimlere iki gün var. 12 Mayıs 2023 günü Dolmabahçe'de canlı yayında değil arkadaşlar, 13 televizyonun ortak canlı yayınında.

Duymayan kalmasın canlı yayını, 13 televizyon aynı anda veriyor ve diyor ki: "Depremin birinci yılı dolduğunda herkesi evine sokmuş olacağız. 650.000 konut yapacağım." Şimdi sen bu sözü seçime iki gün kala veriyorsun ve bugün, bugün Hatay'da yüzde 12 konut verme oranı. İki yıl geçti, değil bir yıl, iki yıl. Türkiye ortalaması 24, Hatay'sız Türkiye ortalaması yüzde 31. Hani "Hatay çok aşağı çekiyor." diyor.

Bütün Türkiye'de 10 kişiden sekizi konteynerda, çadırda, gurbette. Hatay'da ise 10 kişiden dokuzu bu durumda ve "yaptım" diyeceğine ya da dönüp susup rezerv alan sorununu çözeceğine dönüyor,

Cumhuriyet Halk Partisi'ne tutmuş. Tutmadığımız sözümüz yok ama sen depremzedelere verdiğin, hem de seçimden iki gün önce, seçim sonuçlarını etkilemek için, sırf seçim kazanmak için attığın bu yalanın altında kaldın.

Bu evleri hepsi teslim edilene kadar her hafta, her fırsatta depremzedelerin hakkını ben savunacağım, biz savunacağız. Depremin ardından ilan edilen mücbir sebep hali uygulaması 30 Kasım 2024 günü bitti. Ama deprem bölgesinde hayat normale dönmedi.

Bütün iş gruplarında esnafımız çalışmalarını 21 metrekare, en büyüğü olan konteynerlarda yapmaya çalışıyor. Başta Hatay, sık sık elektrik kesiliyor, internet kesiliyor, barınmada, ulaşımda ciddi sorunlar var. Her hafta bir gölge bakanımız, iki haftada bir bir gölge bakanımız ulaştırmayla ilgili, konut sorunuyla ilgili, sağlıkla ilgili bölgede.

Ama mücbir sebebi kaldırdılar, getirmiyorlar. Diyorlar ki: "Hadi bakalım beyanname verin. Hadi bakalım muhasebeci tutun. Hadi bakalım vergi verin." demeye, "stopaj ödeyin" demeye başladılar. Bunu oradan bir esnafım yolladı. "Bakın" dedi, "bu mücbir sebep derhal gelmezse ve en az 3 yıl olmazsa biz burada kepenk kaparız." Esnaf Hatay'da kepenk kapatıyor. Diyor ki: "Kepengin üstüne de şunu yazacağız: 'Mücbir sebep dolayısıyla kapalıyız.'"

Hatay esnafımızın ve deprem bölgesindeki bütün esnaflarımızın arkasındayız. Mücbir sebep uygulaması derhal hayata geçirilmelidir yeniden.

SURİYE POLİTİKASINDA AKILCILIK ÇAĞRISI

Hatay deyince, oralara gidince, bütçe görüşmelerinden önceki son grup, yaklaşık 1 ay süreyle grup toplantılarının yapılmaması öngörülüyor.

Suriye'deki son gelişmelere değinmek gerekir. Biz Türkiye'nin birinci partisiyiz ve bu ülkenin ve bu partinin kurucusu bize vasiyet niteliğinde bir dış politika öğütleri bıraktı. Bunlardan en birincisi: "Komşularla iyi geçin. Onların iç işlerine karışma. Komşunun toprak bütünlüğüne saygılı ol. Komşundaki devlet dışı unsurları muhatap alma."

2010'ların başlarından başlayıp bugüne kadar, efendim, Emevi Camii'nde namaz kılmaya gitmeler, Esad'ı terörist, hain, katliamcı ilan edip Suriye'yi bölmek üzerinden söylemler, oradan birtakım Selefi grupları getirip eğit, donat, yolla savaşsın, devlet dışı unsurlarla muhatap, yani Atatürk ne dediyse tersini yapıyorlar.

Ne dediyse, ne öğütlediyse. Ve maalesef bunun sonucunda milyonlarca, milyonlarca sığınmacı Türkiye'ye geldi.

Bizim gencimiz yerine ucuz iş gücü oluyorlar. Bizim gencimiz işsiz. Bizim yoksulumuz yerine sosyal yardım alıyorlar. Bizimkilerin maaşları yetmiyor, sosyal yardım yetmiyor ve bu ülkede ne huzurları var ne huzur veriyorlar ve bu süreçte halen daha birileri aynı yanlışta ısrar ediyorlar.

Bu bölgenin en önemli aktörü Türkiye'dir ve ilk seçimde iktidarı devralacak partinin genel başkanı olarak ifade ederim ki biz bu yaşananlara kayıtsız kalamayız.

Soğukkanlılığı elden bırakmamalıyız ve dış politikaya yaz-boz tahtası gibi asla bakmamalıyız. Devlet kuran parti, dış politikaya devlet ciddiyeti zaviyesinden bakmak durumundadır. Ne kendini akıntıya bırakmasını beklesinler ne de hareketsiz bir şekilde beklerken birden gelen sele atlamamızı, atlamamamızı beklesinler.

Burada devlete düşen, tüm kurumları ve kurallarıyla, başta ana muhalefet partisi, yarının iktidar partisi olmak üzere, bu gelişmeler hakkında şeffaf, samimi bir iletişimin partilerle kurulması, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin ivedilikle bilgilendirilmesidir.

Biz toprak bütünlüğü korunan, Türkiye'ye zarar gelmeyeceği sürece iç işlerinde kendi kararlarını veren bir Suriye'den tarafız.

Oysa bugün Suriye, tüm bölge için istikrarsızlık üreten, vekalet savaşlarının yürütüldüğü bir ülkedir. Bu istikrarsız hal, Suriye'ye zarardır, ondan sonra en çok Türkiye'ye zarardır. Bizim beklentimiz Suriye'de istikrarın sağlanması, Türkiye'ye yönelen terör tehdidinin son bulması, ülkemizdeki Suriyelilerin bir an önce kendi vatanlarına dönmesidir.

Türkiye, sonu belli olmayan maceralardan uzak durmalıdır. Bugün HTŞ gibi terör örgütlerinin Suriye rejimini geriletme çabalarına büyük bir temkin ve aklıselimle yaklaşılmalıdır. İran'ın bölgede zayıflatılması, mezhep savaşlarının körüklenmesi, İsrail'in hakimiyetinin artması ve güvenliğinin sağlanması Ankara'nın önceliği olmamalıdır.

Önceliğimiz değildir, asla olmamalıdır., öte taraftan, öte taraftan Rusya'nın mevzi kaybetmemesi, İran'ın yeniden toparlanması da Ankara'nın önceliği, oyun planı falan olamaz. Bizim safımız yurttaşlarımızın güvenliği ve esenliği neredeyse ora taraftır. CHP, II. Dünya Savaşı koşullarında bile bu memleketin evlatlarını ölüme gitmekten korumuş İsmet Paşa'nın partisidir. Bu macerada feda edilecek bir tane bile Mehmetçiğimiz yoktur.

Bir gün İsmet Paşa'nın önüne çıkan birisi der ki: "Paşa paşa, savaş yıllarında bizi, çocuklarımızı şekersiz bıraktın." Paşa döner der ki: "Ben onları savaşta şekersiz bıraktım ama babasız bırakmadım." Her şehit arkasında bir yetim bırakmaktadır. Türkiye'de, Türkiye'de bir elinde HTŞ'yi, diğer elinde YPG'yi tutanların açtığı yolda yürüyemez.

Dışarıda yazılmış bir senaryonun uygulayıcısı, figüranı olamaz. Kendine ait planı olmayan, başkasının planının parçası olur. Türkiye birilerinin planının parçası olamaz. Hükümeti uyarıyoruz. Türkiye'yi 2010'ların başındaki politikalara geri döndürmeyin.

Suriye'yi bölmeye yönelik planlardan uzak durun. Suriye bizim komşumuzdur. Rusya komşumuzdur. İran komşumuzdur. Tüm komşularımızla iyi ilişki içinde olmak zarurettir. Amerika bizim müttefikimizdir. Batı ile ilişkilerin iyi olması da zaruridir. Ancak biz ne Amerika'nın ne Rusya'nın bölgedeki çıkarları için çalışabiliriz.

Ne Büyük Ortadoğu Projesi'nin eş başkanı gibi hareket edebiliriz ne de Batı'daki yurttaşlarımızın, Batı'daki yurttaşlarımızın zor durumda kalacağı angajmanların içine girebiliriz.

Bu masanın etrafında konuşmak mı istiyorsunuz? CHP yardıma hazırdır. "Esad'la görüşülsün." derken temel gayemiz istikrar ve Türkiye'deki sığınmacı sorununun çözümüdür. Sayın Esad'a da çağrımızdır. "Herkes gittiğinde biz burada kalacağız.

Burada olmaya devam edeceğiz. Türkiye ile iyi ilişkiler kurmak sizin menfaatinizedir. Bugün Türkiye'yi yöneten yönetimle geçmişteki gerilimler, haklı haksız diyaloglar, karşılıklı söylenen sözler ne olursa olsun Suriye'nin toprak bütünlüğü için, Suriye ve Türkiye halklarının kardeşliği için yeni bir sayfa açılmalı, diyalog başlatılmalıdır."

Bu noktada Cumhuriyet Halk Partisi üzerine ne düşüyorsa tam da oradadır. Sayın Erdoğan'ı da uyarıyorum. Lütfen geçmişten ders alın.

Maceracılığı bırakın. Çökmüş Suriye politikanızın üzerinde yeni yıkıntılarla bir inşaat kurmaya çalışmayın. Temelsizdir, dayanıksızdır, yeniden çökecektir. İktidar yanlıları bir süredir Suriye'de karmaşaya müdahil olmakta fazla heveskarlar.

Troller, sözde uzmanlar, yorumcular Suriye'de Türkiye adına adeta bir fetih hareketinin başlatıldığını anlatmaktalar.

Oysa bu türden hayalci yaklaşımların neye mal olduğunu hepimiz biliyoruz. Bir kez daha Erdoğan'a sesleniyorum. Gaziantep'teki yurttaşlarımızı, Hatay'daki, Kilis'teki yurttaşlarımızı, onların acılarını hatırlayın. 10 Ekim katliamını hatırlayın.

Şımartılanların, sınırın zafiyete uğramasının ne maliyetleri olduğunu hatırlayın. Bu maceradan geri dönün.

Geri dönün. Bir yandan da geçtiğimiz hafta İzmir'e bir uluslararası organizasyona gittim.

Dünyadan 90 ülkeden robot tasarlayan çocuklar, kod yazan çocuklar, her yaştan, daha doğrusu küçük yaş gruplarından inanılmaz zeki, deha çocuklar. Açık söyleyeyim, beşi İzmir'den, ikisi memleketim Manisa'dan, biri Samsun, biri İstanbul'dan, Türkiye'den dokuz takımın dünya finaline kalması. Bu geçen sene Singapur'daydı. Gelecek, geçen sene Panama'daydı. Gelecek sene Singapur'da.

Yani Türkiye'de diye finale kaldığımız yok. Her sene bu başarılar tekrarlanıyor. O evlatlarımızla gurur duydum. Gitmişken Filistin standına gittim.

Atkı taktılar, memnun oldular, moral verdik. Azerbaycan'ı unutmadık. Bütün Almancası, Almanya standına gittim. Alman öğrencilerden, o Alman disipliniyle yaptıkları güzel proje hakkında bilgi aldım. Dedim ki: "Suriye yok mu?" Dediler ki, duydunuz mu? Ben duymadım. Dediler ki: "91 ülke gelecekti, bir tek Suriye gelemedi." Niye? Üç çocukla bir öğretmen Beyrut Büyükelçiliğimiz'e, Suriye'de büyükelçilik yok. Beyrut Büyükelçiliğimiz'e başvurmuşlar.

26 Eylül günü, 4 Kasım günü ret almışlar. Bey, Allah'ın adamları, çocukla düşmanlık olur mu? Be hey Allah'ın insanı, bir düşünün. O yaştaki çocuk, Suriye'den dört kişi, dört kişi, üç çocuk ve bir öğretmen usulüne uygun vize istemiş, gelmeye kalkmış, onları sokmamışsın. 4 milyon-5 milyon Suriyeli yalınayak girdi içeri, onlara engel olamamışsın.

Bu mu devlet yönetimi? Bu mu devlet yönetimi? Senin gücün üç tane çocuğa mı yetiyor? 4 milyon-4,5 milyon-5 milyon Suriyeli sınırdan geliyor, onlara gücün yetmiyor. Üç tane vize isteyen çocuğa artistlik yapıyorsun, kabadayılık yapıyorsun.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ni bu duruma düşürenler utansın! Yazıklar olsun! Şimdi geldik konuşmanın en kritik kısmına. En önemli kısım. Sayın Bahçeli'nin bana söyledikleri...

Sayın Bahçeli'nin bana söyledikleri, bana ve partimize hakaretler, hakaretler, hakaretler. Kendi düştüğü duruma bakmaz, neler söylüyor neler!

Şimdi en önemli kısım şu, Devlet Bey istiyor ki bunları konuşayım. Ben Devlet Bey'e inat.... (Metni yırtığı an)

Devlet Bey, senin istediğin zaman senin istediğin şeylerin konuşulması, Erdoğan'ın işine gelen gündemlerin peşine takınılması dönemi çok gerilerde kaldı, çok gerilerde.

Dün MYK'ya çok güzel bir sunum yaptılar. Çiftçinin artan maliyetleri, esnafın satış yapamamaktan şikayetleri, emekli ve asgari ücretliler ise gelirlerinin yetersiz olmasından dolayı yaşadıkları sıkıntıları ekonomi takımımıza kendi illerinden örneklerle anlattılar.

Edirne raporundan dikkat çeken bir nokta: "TL'de siftah yok. Siftah hep leva ile." diyor. Neden? Edirne'deki emekli, Edirne'deki emekçinin cebinde para yok. Bulgaristan'dan levanın alım gücü TL'den yüksek olduğu için gelenlerle siftah yapıyorlar.

"KREDİ KARTI BORÇLARINA ÇÖZÜM GETİRECEĞİZ"

"Gün boyunca kasaya TL düşmüyor." diyor ve "Kiralarım dört-beş kat arttı. Bu leva ile satışla ancak kirayı, bazen eleman masrafını ödüyorum. Batmak üzereyim, yardım edin." diyorlar ve asgari ücretlilerin geçinebilmek için borç sarmalında olduğunu, cebinde altı kredi kartı getirip teker teker her birini çektirip altısında da "limit yetersiz" cevabını, biraz önce giden müşteriyle yaşadıklarını ekonomi takımına anlatıyorlar.

Bu perspektiften bakınca Sayın Demir ve Karatepe bir kanun teklifi hazırlığına giriştiler. Grup danışmanlarımız, grup başkanvekillerimizle birlikte o çalışmayı tamamlayıp meclise sunup yıl sonu gelmeden kanunlaştırmak için elimizden geleni yapacağız.

Çünkü BDDK verilerine göre kredi kartı borcu 1,7 trilyona liraya kredili mevduat, yani ek hesap borcu 400 milyar liraya dayandı.

Yani toplam borcu nüfusa böldüğünüzde dün gece doğmuş, kundaktaki bebekten 77 yaşındaki dedemize kadar her birimizin 25.000 TL kredi kartı borcumuz var. Kredi kartı ve ek hesap borcu. Bu yüzden bu işe bir çare bulmak lazım. Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak 10.000 TL'ye kadar olan kredi kartı borçlarının faizlerinin bankalar tarafından silinmesini, zaten tahsil kabiliyeti çok azaldı diye yüzde 15'ine varlık şirketlerine devrediyorlar, faizlerinin silinmesini ve borcun kamu tarafından üstlenilmesini, 50.000' TL'ye kadar olan borçlarda faizin silinip 3 yıla taksitlendirilmesini

50.000-100.000 TL aralığındaki borçların 5 yıla taksitlendirilip faiz yükünün yarısının bankadan, yarısının kamu tarafından karşılanmasını, 100.000 TL'nin üzerindekilerde de faiz yükünün 1/3'ünün, 1/3'ünün bankadan, 2/3'ünün kamu tarafından karşılanmasını öneren bir kanun teklifi hazırlığındayız. Teknik detaylar çalışılıyor.

ASGARİ ÜCRET TALEBİMİZ 30.000 TL

BDDK verileriyle, bankacılıktan uzman arkadaşlarımızın katkılarıyla bu teklifi hazırlayacağız ve buradan, buradan bütün Türkiye'ye sesleniyoruz: Bu kredi kartı borcu artık bıçağın kemiğe dayandığı noktaya gelmiştir. Bu meclis bu sorunu derhal çözmelidir. Bu millet, bu milletin gündemi ekonomi, asgari ücret, emekli maaşı. Önümüzdeki hafta 2025 bütçesinin Genel Kurul'daki görüşmeleri ve Asgari Ücret Tespit Komisyonu'nun toplantıları eş zamanlı başlıyor.

Türkiye'de asgari ücret, ücretlilerin yüzde 57'si. Almanya'da bu rakam yüzde 9. Bir sene kıdemi alan asgari ücretten kopar. Bunun doğrusu budur. Bizim asgari ücret canavarı biraz daha büyüyerek, biraz daha büyüyerek yüzde 57'ye ulaşmış durumda ve seçim öncesi "Asgari ücrete yılda üç ya da dört kez enflasyon iyileştirmesi yapacağız, zam yapacağız." diyenler şimdi 1 yıl boyunca asgari ücrete zam yapmadılar. 17.002'nin bugün için alım maliyeti daha, bu ayki hesap, 2 ay daha varken 11.600'e düşmüş. Verildiği günkü alım gücü olarak 17.000'lik asgari ücret yıl sonunda 10.000'e düşmüş olacak. Bir yıl boyunca zam yapmadılar, şimdi asgari ücrete zam yapacakken "Enflasyonu vermeyelim, beklenti enflasyonunu verelim, gerçekleşeni değil. Beklentisi düşüktü. Beceremedi, hayat pahalandı, düşük zam mı verecekmiş? Sebep?

'Asgari ücrete zam yaparsak enflasyonu düşüremeyiz.'" 11 aydır zam yapmıyorsun, enflasyon düşüyor mu? Merkez Bankası'nın hesabı, asgari ücrete yapılacak yüzde 1'lik zam binde yedi ora, on binde yedi oranında, binde sıfır yedi etkiliyor enflasyonu. Yapacağın yüzde 100 zam bile yapsan enflasyona etkisi 10'un altında kalıyor. O yüzden böyle bir yaklaşımın tamamen kandırmaca, aldatmaca olduğunun, pandemide bedeli ödeyen emekçi, krizde bedeli ödeyen emekçi, seçim ekonomisinde bedeli ödeyen emekçi şimdi "Enflasyon düşecek."

yeniden emekçiye kazık atmaya çalışıyorlar. Sayın Bahçeli'nin hatırına tekrar ediyoruz: Asgari ücret talebimiz 30! Bunun altında biz yokuz. Bugün TÜİK, Tayyip Bey'i üzmeyen istatistik kurumunun baş harfleridir TÜİK. Onun hesabına göre bile aylık enflasyon 2,25, yıllık enflasyon 47. Hedef yine tutmayacak ama bu yüzde 47'lik zammı vermek yerine yüzde 25-30 zam vermeye niyetleniyorlar. Biz çalıştık. Asgari ücretlinin gerçek enflasyonu yüzde 80. Onun verdiği kira, onun aldığı peynir, onun aldığı ekmek, onun aldığı, alamadığı zeytin, onun çocuğunun cep harçlığı, okul harçlığı, onun mutfak masrafında yüzde 78 artış var.

Onu verirseniz 30 oluyor, onu vermezseniz yokluk oluyor. Peki bu asgari ücreti verirken sadece bunu büyük işletmeler vermiyor ki. Küçük esnaf veriyor. Onu da çalıştık. Asgari ücret 30 olunca devletin kasasına 1 trilyon liradan fazladan SGK prim fazlası giriyor. O paranın sadece 1/4'ü ile bakın ne yapabiliyorsunuz. 1 ile 10 arasında, 1 ile 10 arasında asgari ücretli çalıştıran küçük esnafa, berbere, eczaneye, esnaf lokantasına, tuhafiyeciye yüzde 6.000 kişi başına destek verebiliyorsunuz. Bir kişi çalıştırıyorsa yüzde 6.000, 10 kişi çalıştırıyorsa 60.000. Bu para, 30 olan asgari ücretle zaten kasaya 1 trilyon lira girdi. 10-50 arasına 3.000, 50-100 çalışana yüzde 2.000, 100'ün üstündekine de yüzde 1.500 işçi başına destekleme. Asgari ücret 30 oluyor alan açısından, 24 oluyor veren açısından. Nasıl hesap? Nasıl hesap? Bunu ekonomi takımımız gittiği bütün şehirlerde, ekonomi takımımız gittiği bütün şehirlerde anlatıyor. "Esnaf harika olur." diyor. "Çalışan harika olur." diyor. 100'ün üzerinde eleman çalıştıran atölye bile "Harika olur." diyor. Çünkü o da biliyor ki geçinemeyecekler ama Türkiye'nin zorluğu şu, asgari ücret alan için çok düşük, veren için çok yüksek bir noktaya geldi. Bunun için devletin bu işe destek vermesi, en azından 6.000 lirasının desteklenmesi lazım.

6.000 liranın desteklenmesi lazım. Senin hesabın zaten asgari ücreti 24 yapmak değil mi? 24 yapmış oluyoruz. Fazladan aldığın verginin bir kısmıyla SGK priminin de o farkı vatandaşın cebine koymuş oluyoruz ve 30 liralık asgari ücretle bütün emekçilerimizin yüzünü güldürmüş oluyoruz. Diğer bir yandan emekli maaşları, birileri dün Plan Bütçe’deki arkadaşlarımızla birlikte çalıştık. Bize diyorlar ki, bize diyorlar ki emekli maaşları ve o konudaki altın hesabı AK Parti’nin kimyasını bozmuş. Bozsun, bozsun. Hep sen mi milletin asabını bozacasın, kimyasını bozacasın? Hesap şurada, Tayyip Bey’in geldiği gün, Sayın Erdoğan’ın geldiği gün en düşük memur maaşı 14,5 çeyrek altın alıyorken şimdi 7,5 alıyor. 7 çeyrek altın kayıp. Memurdan kesilen Erdoğan vergisi. Her ay 7 çeyrek altın. En düşük emekli maaşı 8 çeyrek alırken 2,5 çeyreğe düşmüş. Her ay 5,5 çeyrek altın kayıp. Asgari ücret 7 çeyrek alırken 3’e düşmüş.

Her ay emekçiden 4 çeyrek altın kayıp. Kredi Yurtlar Kurumu öğrencisine kredi 1,5 çeyrek alırken çeyrek çeyrek altın verebiliyor. Gerisi kayıp. Öyle olunca biz diyoruz ki, dün Plan Bütçeci arkadaşlar söylediler. Dediler ki hani 5’li çete deniyor ya aslında onlar 40’ın üzerinde firma. Bunların 7’sinden harici 1 TL vergi vermedi. Ne olmuş? Destek olmuş. Ne olmuş? Kredisini ödüyor. Ne olmuş? Yeni yatırım yapıyormuş. 1 kuruş vergi ödemiyorlar. Bir yandan da emekliden vergi alıyorlar. Biz emekliye, asgari ücretliye, esnafa, memura, çiftçiye, öğrenciye bütçe istiyoruz. 40 haramilere bütçe yapmayın. Yoksullara bütçe yapın. Bu topluma bütçe yapın. 40 haramilerin bütçesindense alacağı, yapacağı bir harcamayı 40 kere düşünenlere bütçe istiyoruz. Bunun için de emeklilerimiz için bir kez daha bütçe görüşmeleri başlamadan haykırıyoruz. Emekliye geçim haktır. Bir asgari ücret şarttır. Devlet Bey iyi gidiyor mu? Nasıl cevaplar? Devlet Bey’e bir büyük sürprizim var. Bir büyük sürpriz en sonda. Büyük sürpriz. “Ekonomide en kötüsü geride kaldı.” dediler.

Erdoğan da “En zor günler geride kaldı.” dedi dün. Bunlar “Ekonomide kötüsü geride kaldı.” dediklerinde Mehmet Şimşek enflasyon yüzde 62’ydi. Nebati dediğinde 49’du. Onu bırakın “En kötüsü geride kaldı.” dediğinde damat enflasyon yüzde 20’ydi. Halen daha yüzde 48 enflasyon, baz etkisi dışında hiçbir düşme emaresi göstermeyen enflasyonla maalesef paranın satın alma gücü neredeyse sıfırlandı. Şimdi size birkaç şey göstermek isterim. Bu gördüğünüz 200 liralık banknot. Merkez Bankası’nın bastığı örnek banknot ve bu banknot çıktığı gün, 1 Ocak 2009 günü Erdoğan bu banknotu göstererek şöyle diyordu: “Para tıpkı bayrak gibidir. Bir ülkenin gücünü, itibarını ve bağımsızlığını simgeler.” Bu banknot çıktığı gün 132 dolar ediyordu. Bugün 6 dolar etmiyor. 5,75 lira bu banknot. 132 dolar değerden 5,75 liraya düştü. 2009’da 200 lira piyasadaki banknotların yüzde 5’iydi. Bugünyüzde 82’si. Neredeyse bütün ekonomi tek bir banknot üzerinden dönüyor.

"PARA PUL OLDU. 175 TL PTT'DE"

2009'da en çok satan mini fırın 200 liraydı. Bir banknotla alınabiliyordu. Aynı marka, yerli mini fırın bugün 11.000 TL. 55 banknotla satın alınabiliyor
55 banknot veriyorsunuz, bir tane mini fırın satın alıyorsunuz. Çıktığı gün bir tane 200 TL ile alıyordunuz. Paranın düştüğü durumu görün diye. Yine bu 200 TL çıktığı gün 73 litre benzin alıyordu. Bir depoyu dolduruyordu, yarım depo daha benzin alıyordu.
Bugün ne kadar alıyor? 5 litre benzin alamıyor, 5 litre alamıyor. 5 litrelik bir bidon alsan eline şu kadar. Bir buçuk depoyu alan banknotun düştüğü hale bakın. En azından, en azından.
Bugün PTT'ye yolladım arkadaşları. "Resmi pul alın." dedim. Resmi pul, biliyorsunuz en küçüğü resmi pul. Bu da posta pulu. Kaç lira biliyor musunuz? 175 TL Parayı pul ettiniz diyoruz ya, ata sözü
Atamız söyler, AK Parti yapar! Atalar söyler, Erdoğan yapar! Parayı pul ettiler, parayı pul!

"DEVLET BEY ARABALARA MERAKLI"

Devlet Bey, Devlet Bey arabalara meraklı. Şimdi bir tane Devlet Bey hesabı yapalım. Bu da Devlet Bey'e hediyem olsun. Beni bugün çok güzel almış, kulaklarım çınlamış. Onun da kulakları çınlasın.
2009 yılı. Devlet Bey, yerli ve milliliğe önem veriyor. Bursa'da yerli bir firma, reklam olmasın diye söylemiyorum, hepinizin bildiği bu araba 2009 yılında 26.000 liraydı. 26.000 liraydı elimde tutuyorum. Bakın. Tam 1.3 deste, 26.000 liraydı 100 tane ve üstüne 30 tane, 130 tane 200 TL'le bu arabayı alabiliyordunuz Devlet Bey. Şimdi Devlet Bey'e hediyem olsun.
Devlet Bey, o yerli ve milli arabayı almak için... Tek tek, tek tek koyacağım. Bir de para kulesi soruyorlar diye onu da anlatacağım. Bak sana para kulesi.
"Tayyip Bey kulelerin hesabını versin." demiş ya. Ver bakalım kulenin hesabını. Bavulu Devlet Bey isterse yollayabilirsiniz arkadaşlar.
Erdoğan, "Para kulelerinin hesabını ver." dedi. İstanbul'da bir bina satın alacağız. Güzel bir bina, parasını ödeyeceğiz.
Tüm alem biliyor ki Türkiye'de şu kadarını bankaya, bu kadarını elden vermezsen binayı satmam diyor. Biz partiyiz. Ne vergiyle işimiz olur ne başka şeyle. Elden verilen paraların görüntülerini, adamın dükkanında, bürosunda sayarkenki görüntüyü seçime alet ettiler. Ara ara dönüyor. Para kulelerinin hesabı var.

"TAYYİP BEY BU PARA KULESİNİN HESABINI VER"

Konu mahkemede, hesap ortada. Bütün millet biliyor ki ev sahibi, "Şu kadarını elden istiyorum." deyince, Nutuk değil, peygamber demeyince, elden ödeme yapıyor vatandaş.
Tayyip Bey, sen Bu para kulesini hesabını ver." ver. Şu para kulesinin hesabını ver! Bir yerli araç, bu para çıktığı gün 1.3 deste 26.000' TL'ye alınıyorken, bugün 1.800.000 TL'ye 90 deste parayı bavulla götürmen lazım.
O yüzden buradan bir kez daha sesleniyorum ki, ülkeyi bu hale getirenler bizi kendi gündemlerine mahkum edemezler! Buradan bütün örgütümüze talimatımdır:
Devlet Bey'in değil, Tayyip Bey'in değil, halkın gündemini konuşuyoruz! Asgari ücret talebimiz 30.000! Bunun altında yokuz!

Siyaset Haberleri