Atatürk, laik devlet olarak Türkiye Cumhuriyeti’ni kurduktan sonra hayata geçirdiği devrimlerin amacını, 1925 yılında, ünlü Kastamonu konuşmasında şöyle açıklar:
“Efendiler, yaptığımız ve yapmakta olduğumuz devrimlerin gayesi Türkiye Cumhuriyeti halkını tamamen çağdaş ve bütün mana ve şekilleriyle medeni bir toplum haline ulaştırmaktır. (…) Efendiler ve ey millet; biliniz ki Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, mensuplar memleketi olamaz!”
Atatürk’ün, aynı yıl Meclis’ten geçirdiği 677 sayılı yasa da aynı amaca yöneliktir. 30 Kasım 1925 tarihli ve 677 sayılı Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin Seddine ve Türbedarlıklar ile Bir Takım Unvanların Men ve İlgasına Dair Kanun. Yürürlükte olan 677 sayılı Kanun’a göre tüm tarikatlar yasaktır. Bu kanun devrim kanunları arasındadır ve Anayasa’nın 174 maddesiyle güvence altına alınmıştır.
Ancak bugün Türkiye’ye baktığımızda tarikatların, cemaatlerin yasak olmaları bir yana vakıf, dernek adı altında serbestçe siyasi faaliyet gösterdiklerine, eğitim organizasyonları yaptıklarına, mensuplarının devletin en önemli kurumlarında üst düzey konumlarda görev yaptıklarına, şeyhlerinin de lüks bir yaşam
sürdüklerine tanık oluyoruz.
Tarikatlar büyük çoğunluğu siyasi hedefi olan yapılanmalardır.
Ortak hedefleri laik Türkiye Cumhuriyeti yerine din devleti kurmaktır. Atatürk’e karşı oluşlarının nedeni laik bir devlet kurması ve hilafeti kaldırmasıdır.
Bu nedenle tarikatları siyasi hedef gözetmeyen, dini değerleri öğreten kurumlar olarak görmek büyük hata olur.
Atatürk’ün laik bir cumhuriyet ve ulus devleti kurduğu, hilafeti kaldırdığı, tekke, zaviye, tarikatları yasakladığı, demokrasiyi, bilimi, akılı hedeflediği günlerden beri İslamcı akımlarla etnikçi akımlar karşı faaliyet içinde olmuşlardır.
Ortak noktaları Atatürk’e karşı olmaktır.
AK Parti iktidarı döneminde tarikat ve cemaatlerin faaliyetlerini açıktan sürdürdükleri ve özellikle eğitim alanına yoğunlaşarak Atatürk ve laiklik karşıtı, din devleti yanlısı nesiller yetiştirmek peşinde oldukları açıkça görülüyor.
Bunu iktidara yaslanarak yaptıkları da bir sır değil.
Bu nedenle Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin, başında bulunduğu bakanlığın bütçesi görüşülürken Meclis kürsüsünden şöyle konuşabiliyor:
"Sizin tarikat cemaat dediğiniz, bizim STK dediğimiz yapılarla, toplasanız 10 tane protokolümüz vardır. Onlarla da protokol yapmaya devam edeceğiz. Çünkü onlar çocukların dağa çıkmasını engelliyor. Siz bunun için rahatsızsınız."
Bakan Tekin, “Anayasa, yasalar ne derse desin biz eğitimde tarikatlarla çalışmaya devam edeceğiz” mesajı veriyor.
Milli Eğitim’in vakıf veya dernek adı altında faaliyette bulunan tarikatlarla çalışması yeni bir durum değil. Tekin’den önceki bakanların başlattıkları bir uygulama bu.
Çevreme Duyarlıyım, Değerlerime Sahip Çıkıyorum (ÇEDES) projesi altında Atatürk’e, laik cumhuriyete, cumhuriyet değerlerine karşı olan imamlar okullarda görevlendiriliyor.
“Değerler dersi” adı altında Atatürk karşıtı, laiklik karşıtı dersler veriyorlar.
Kadın erkek eşitliğine karşı nutuklar atıyorlar.
Okullarda 12 Eylül’ün zorunlu kıldığı din dersi zaten var.
Din dersi öğretmenleri var.
Ancak vakıf ve dernek şeklinde örgütlenmiş tarikatların mensupları dışarıdan davet edilerek, küçük çocukların beyinlerine Atatürk karşıtlığı, laiklik karşıtlığı yükleniyor.
Bu faaliyetlerin ortak hedefi Atatürk’ün kurduğu ve bilimsel eğitimle oluşturduğu modern toplumu din toplumuna dönüştürmek.
Laik devlet sistemini, çağdaş yaşamı değiştirmek, kadın erkek eşitliğini ortadan kaldırmak.
Devleti ve toplumu bilime ve akla göre değil dini değerleri referans alarak yönetmek.
Sorgulamayan, sadece biat eden bir toplum yaratmak ve kolayca yönetmek.
Tarikat şeyhlerinin yaşamlarına ve müritlerinin biatına bakıldığında bu amaç açıkça görülüyor.
Atatürk sayesinde çağdaş devletler topluluğunda saygın bir yer edinmiş Türkiye’yi, geriye gitmiş bir din devletine dönüştürmek.