GECİKMİŞ BİR ADALET
- Sayın Cumhurbaşkanı, 28 Şubat davasıyla ilgili komutanları affetti. Kararname şimdi yayınlandı. Bu normal normalleşme sürecinde, bundan sonra Gezi Parkı davası ve Osman Kavala'yla ilgili bir adım da atılır mı?
Atılmalı. Yani bu karar bile, geç kalınmış bir karar. İnsanlar, çorba içemez halde. Yani çorba içiyor, yanağı delinmiş, yanağından çorba akıyor. Yaşlılık var. Yani bu ne yasaya sığar ne yargıya sığar ne adalete sığar. Yani bırakın, suçlu olduğunu kabul edelim. Buna bile sığmıyor. Yani şimdi bu oldu diye, mutlu oluyoruz. Düşünebiliyor musunuz? Halbuki gecikmiş bir adalet. Peki bir şekilde bu müzakereler sonuç mu vermiştir? Vermiştir. Memnun muyum? Evet. Tabii ki memnunum. Ama geç kalınmış bir memnuniyet. Peki yarın Gezi kararında hapis yatanlar serbest kalabilir mi? Kalmalıdır. Kalsın. Biz niçin yıllardır normal bir sahada mücadele edemiyoruz. Niye normal bir sahada insanların önünde hakkıyla, hukukuyla insanlara kabiliyetlerimizi sergileyemiyoruz? Az önce eleştirimi sıraladığım, bugünkü davanın kararlarıyla ilgili nasıl sıralamışsam, bu da doğru bir karardır. Ama geç kalınmış bir karardır. Şimdi yani o insanların bu yaşta, bu çektiği ızdırabı, hangi yasal zemine uyduracaksınız yani? Olmaz. Ya da ben şimdi şöyle düşünüyorum. Bir baba kızını görmeden, yıllarını içeride geçiriyor. Ya da bir kız çocuğu, babasını görmeden her gün ona yalvarıyor, ‘Baba eve gel’ diye. Ortada suç mesnedi yok. Ben şahidiyim. Yarından tezi yok, serbest bırakılmalı.
- Sayın Devlet Bahçeli darbe cümlesini kullandı. 17-25 Aralık hatırlatması yapıldı. Ama olayı, dosyayı yakından izleyenler şöyle bir yorum yapıyor: Eski İçişleri Bakanı olan Süleyman Soylu ekibiyle, yeni İçişleri Bakanı olan Ali Yerlikaya ekibinin aslında bir kavgasını biz görüyoruz. Şimdi siz hem Süleyman Soylu'yu yakından tanıyan hem de Ali Yerlikaya'yı yakından tanıyan bir isimsiniz. Siz nasıl okuyorsunuz bu Ankara'daki krizi?
Tabii çok derin bir soru. Ama bence bu sorunun cevabında söylediğiniz iki isim de yok bence. Yani ne yazık ki Türkiye'de hukuk, yargı, emniyet, bu kavramlar uzun zamandır kurallar üzerinden ya da kanunlar üzerinden değil de talimatlar üzerinden yönetildi. Talimatlar üzerinden yönetildiği zaman da belli bir zaman dilimi içerisinde bunun bir kaosa dönüşmemesi mümkün değil. Ben tabii ne o kişilerle ilgili çok geniş bir bilgiye sahibim ne söylediğiniz isimlerle ilgili hafızamda en ufak bir şey var. Yani bu konularla ilişkili ve ilintili birisi değilim. Ama şunu söyleyeyim: Bu ve buna benzer daha çok olay yaşarız biz. Yani bu, bence sadece bir tanesidir. Yarınlarda çelişkileri, bu çatışmaları ne yazık ki yaşarız. Çünkü, sadece benim 5 yıllık dönemimde, İçişleri Bakanı'nın müdahil olduğu onlarca olayı burada konuşabiliriz yani. Hangisinin mantığı, hangisinin bir kuralı, hangi bir kanuna yaslanan bir çerçevesi vardı ki, bunu da tartışalım. Bu çerçevede çok bilinmeyenli bir denklem asla değil. Ama meselenin özünde bu iki kişi mi vardır? Ben emin değilim. Bu meselenin özü, o iki kişi değildir. Dönem dönem farklı talimatların yönlendirdiği ve ne yazık ki karanlık sahaların oluşturduğu birçok olay vardır. Ve yani bu işin tek kurtuluşu ve hepimizin rahat edeceği şey, çok net olarak ülkenin kurallar, kanunlar ve asla çiğnenmeyecek olan birtakım evrensel değerler üzerinden yönetilme zamanıdır. Umarım ona hep beraber kavuşuruz. Şu anda çok detayına da hakim değilim, açık ve net söyleyeyim. Yani hiçbir şey ifade etmiyor benim için.
NORMALLEŞMENİN İLK ADIMI
- Bugünkü davaya ne diyorsunuz? Kobani davası…
Yani siyasi bir davanın sonucu. Türkiye'de, üzülerek söylüyorum ki, birçok siyasi dava var. Ve siyasi davalar üzerinden ihtiraslarla, kin, öfke… Neye dayalı o da belli değil ama çoğu zaman insanlar boşu boşuna yıllardır hapiste yatabiliyor. Bir tanesi de benim yaklaşık 15 yıllık canciğer arkadaşım (Tayfun Kahraman), Gezi davasından ötürü içeride olan bir arkadaşım. Dolayısıyla, bugün şunu söylemek lazım: Normalleşmeyi konuşuyoruz. Normalleşmenin bence ilk kuralı, adalettir ve adalete uygun bir biçimde hareket etmektir. Siyaseti de adalete alet etmemek gerekir. Ama uzun süredir,bu anlamda siyaset, adaletle iç içe geçmiş, hatta bazen adaleti ne yazık ki bize unutturan kararların siyasi bir biçimde verildiği bir ülkede yaşıyoruz. Şiddeti, özellikle siyasetin gündeminden çıkarmamız lazım. Legal siyasetin önünü açmamız lazım. Bunlar, çok önemli kavramlar.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, demokrasi ve hukuk ilkeleri temeline inşa edilmiştir ve gücünü bu ilkelerden almak zorundadır. Bunu sağladığımız zaman, bu ülkede huzuru inşa edebiliriz. Bu anlamda, her ne suretle olursa olsun, bu ilkelerin dışına çıkması asla düşünülmemeli; düşünülemezdi. Bu yönüyle, şiddete başvurmadıkça, hiç kimsenin de cezalandırılmasını, biz asla doğru bulmayız. Bu ülkede hepimiz teröre de terör örgütlerine de karşıyız. Ama bugün verilen kararlar siyasi temele oturduğu sürece, hiç kimsenin vicdanı rahat edemez. Bu kapsamda tabii ki üzülüyoruz. Bu ülkede, özellikle geçmişte, çokça siyasi cezalandırmalar yapıldı. Bugün verilen siyasi cezalandırma kararlarının arkasında olduğunu bildiğimiz insanların bile yargılanıp, cezalandırıldığı günleri yaşadık yakın zamanda. Bugün ne kadar yanlışsa, bugün onlardan daha fazla yanlış. Çünkü o günlerden bugüne, üzerinde 20 yıl geçti. Bizim ilerlememiz gerekirken, geri gitmiş durumdayız.
Bunun adı ister Selahattin Demirtaş, ister Ahmet Türk olsun, yani bu insanları mahkum etmek bu ülkeye hiçbir şey kazandırmaz, kazandırmayacak da. Ahmet Türk, daha dün, yani 1970’lerde, Cumhuriyet Halk Partisi'nde siyaset yapan bir aktördü. O bakımdan, az önce de ifade ettiğim gibi, legal siyaseti yok ettiğimiz takdirde, makul ve mantıklı bir ortamın ve insanların huzur ve güven içerisinde kendini hissedeceği bir ülkeyi oluşturma şansımız yok. Siyaseti ve siyasetçiyi ortadan kaldırdığınızda, boşluğu dolduran yapılar, tam da az önce Barış Bey'in söylediği yapılar. O, bir erk haline geliyor. Ondan sonra hiç bilmediğimiz, hiçbir tüzel kişiliği olmayan yapıların gücü üzerinden, ülkede racon kesilir hale geliyor ve mağduriyet daha da büyüyor. Dediğim gibi; tabii ki teröre asla fırsat vermeyiz. Türkiye'de öyle kolay bölünecek bir ülke, asla değil. Ben söylüyorum her zaman. Bunu iddiayla da söylüyorum: Bu ülkenin 86 milyon vatansever vatandaşı var bilinciyle hareket etmediğimiz takdirde, sorunlara mantıklı, adaletli yaklaşmamız mümkün değil. Saf güvenlik politikalarıyla da çözüme kavuşturulacak bir zemini yok. Sosyolojik birçok boyutu var. Bunların irdelenmesi lazım. Bu elbette ki çok detaylı bir husus. Ben de şu anda siyasi bir davanın aktörüyüm. Benim de içeride bir davam var. Belki şu anda sadece siyasi yasakla muhatap olan bir kişiyim ama kim bilebilir ki, bir üst mahkemede, davada cezanın arttırılmayacağı diye bir husus yok yani. Bu da arttırılabilir. Pekala böyle bir gündemle Türkiye'de muhatap olabiliriz. Peki bu bir şaka mı? Değil. Buna bu bir kaygı oluşturmalı mı? Kesinlikle oluşturmalı Yani ben kaygı duyuyor muyum? Vallahi duymuyorum. Ama ülkede bu kaygıyı duyup, bana soran ve ‘Ya ne olacak senin davan diyen’ binlerce insan var, on binlerce insan var. Bu bakımdan Türkiye'nin sağlam bir zemine oturması noktasında, bugün verilen kararların bu ülkeye faydası yok, zararı var.
'VAY' DİYECEK DURUMDA DEĞİLİZ
- Sizin davanızda farklı bir sonuç çıkacağını bekliyor musunuz Cumhurbaşkanlığı seçimi yaklaştıkça?
Orada siyasi zeminde baktığınızda, siyasi fayda görmedikleri için, bu anlamsız hamleyi yapabilirler mi? Emin değilim. Çünkü, benimle 5 yıldır çatışan bir siyasi iktidar var. Ve bu seçimde aradaki oy sayısının büyüdüğü bir farkla seçimi kazandığımız bir şehir var ortada. Hala bunu kendine bir kazanım olarak görür de böyle bir siyasi karar verirse, bu yapıdan akıl olarak da şüphe etmek gerekir. Bu bağlamda ben, böyle bir şey beklemiyorum. Ama Türkiye'de, ‘Ya bu mümkün değil’ diyeceğimiz ama yaşamadığımız da hiçbir şey kalmadı. Olabilir, ama bir kesinlikle aklımın ucundan bile geçmiyor. Yani deseniz ki; bir akşam, bir gece yatağa başınızı yastığa koyarken sizi tereddütte bırakıp, azıcık uykusuz bıraktığı an oldu mu? Vallahi hiç olmadı yani. Hiç öyle bir duygu aklımda, zihnimde, beynimde yok, geçmiyor.
- 31 Mart'tan sonra, Özgür Özel'le Cumhurbaşkanı Erdoğan arasında bir görüşme trafiği başladı. Birisi, ‘Ben görüşeceğim’ dedi. Diğeri kabul etti, vesaire. Cumhurbaşkanı Erdoğan da CHP'yi ziyaret edecek herhalde. Öte yandan bir kesim, yani muhalif kesimde de çok var bu, bunun bir tuzak olduğunu düşünüyor. Yani Cumhur İttifakı'yla CHP'nin ya da muhalefetin bir yol yürüyemeyeceğini düşünüyor. Bugün Özgür Özel'in açıklamalarında şimdi biraz terse döndü iş. ‘Normalleşmeye uygun zemin yok’ dedi Özgür Bey. Siz, Cumhur İttifakı'yla CHP'nin normalleşme, yumuşama adı her ne adla olursa olsun, bir yol yürüme imkanı olduğunu düşünüyor musunuz? Buna uygun bir zemin var mı?
Bunu, yani iyi anlamda zorlamanın, hiçbir zararı yok. Ben, Sayın Genel Başkanımızın, Sayın Cumhurbaşkanı'yla görüşmesini, kesinlikle doğru buluyorum. Hiçbir yanlış tarafı yok. Bilakis Türkiye'de, bu normalleşme konusunda samimi çabaları demokrasi adına büyük bir olgunluk gösteren halkımız tarafından, çok önemli değerlendirileceğini de düşünüyorum. Bu bağlamda Genel Başkanımızın bu ziyaretlerini önemsiyorum ve destekliyorum. Beklenti kısmına gelince; bugün Genel Başkanımızın değerlendirilmesi de ne yazık ki doğru. Çünkü bu tür hamlelerden sonra, böylesi bir yargılamanın bu şekilde sonuçlanmasını da Genel Başkanımızın yadırgaması, normalleşme çabası kadar da haklı bir yadırgama. Ama bu, bizi şaşırtan bir şey de değil. Yani ‘vay’ diyecek durumda değiliz. Çünkü Türkiye'de, uzun yıllardır bizi şaşkın bırakan ve üzen ‘Ya bu da mı yapılır mı’ dedirten çok şey yaşamış bir ekibiz. Ama özelinde baktığınızda, bugün yerel iktidar olan bir partiyle genelde iktidar olan bir partinin bir masada buluşması, tartışması, konuşması kadar da doğru ve makul bir şey yok. Hatta ben, bunun zorlanmasından da yanayım.
Çünkü, bilindik siyasi rezerv koymanın ve masadan uzaklaşmanın hiçbir faydası yok. Her şeye rağmen bu ülkede, hiç kimse birbirine düşman değil. Bugün biz, milyonlarca insanın bize oyunun kaydığı, milyonlarca insanın da tepki olarak oya, sandığa gitmeyip, iktidara oy vermediği bir ortamdayız. Ben niçin bu doğru refleksi yakalamış insanlarımıza, eğer değişmiyorsa bir iktidarın siyasi tavrı, bunu tabiri caizse açığa çıkarmanın, afişe etmenin… Eğer doğruysa… Ha yanlıştan geri döner de olumlu bir davranışa evrilirse iktidarın tutum ve tavrı, ne mutlu ülkemize. Yani adalete evriliyorsa, hukuku kendisine bir referans olarak görmeye başlıyorsa iktidar, ne mutlu bize. O bakımdan Genel Başkanımızın ve partimizin bu evrede sabırla, ısrarla, doğru hamleleri, pozitif hamleleri yapmasını ben destekliyorum. Genel Başkanımızın bu tavrını da bu anlamda destekliyorum. Baktığınızda ben de kendi ortamımda, Büyükşehir Belediyesi nezdindeki bütün ortamları, bütün konuları yönetirken ve yürütürken; buluşmaktan, uzlaşmaktan, konuşmaktan hiçbir gün vazgeçmedim. Bunu bazen mektuplarla yaptım, bazen dilekçelerle yaptım, bazen kamuoyuna olayı taşıyarak yapmaya gayret ettim. Hala da yapıyorum. Sonuç aldığımız konu var mı? Var. Peki oranı yüksek mi? Değil. Ama bir şekilde, oranı yüksek olmasa da bu tutum ve tavrın kaybedeni, 2024 seçimlerinde genel iktidar oldu. O bakımdan ben, Genel Başkanımızın bu duruşunu destekliyorum. Elbette detayları vardır. Tedbir alınması gereken hususlar vardır. Yani ne bileyim; sandalyenin bir tane sapının kırık bir şekilde bana hazırlanmış bir ortamda oturmuş birisi olarak, bu tedbirleri bile almayı düşünmek zorundayız. Yapacak bir şey yok.
ERDOĞAN İLE GÖRÜŞECEK Mİ?
- Sizin bir randevu talebiniz oldu mu? Bir dönüş oldu mu?
Genel Başkanımızın, Sayın Cumhurbaşkanı'ndan randevu talebinden sonra, ben, kamuoyuna açık ısrarımı yaptım. Ama Genel Başkanımızın, Sayın Cumhurbaşkanı'yla olan randevu talebinden sonra ben, resmi bir ziyaret talebinde henüz bulunmadım. Bulunmayacağım anlamına gelmiyor. Ama önce Genel Başkanımızın bu ziyareti, kurumsal olarak da benim için önemliydi. Onu takip ediyorum. Fakat ilgili bakanlara mektup yazarak, dertlerimi anlattım ve randevu taleplerinde bulundum. Bunun sayısı oldukça fazla. Hemen hemen birçok bakanlıkla İstanbul'umuzun, İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin mevzuları var. Bunları takip etmek zorundayım. Mektuplarımı gönderdim. Bazılarına rastladığımda, yüz yüze ifadelerde bulundum. Bunları da takip ediyorum.
- Cumhurbaşkanının CHP'yi ziyareti söz konusu. Bunu olumlu buluyorsunuz?
Tabii ki olumlu buluyorum. Yani ülkenin sonuçta 2023’te seçilmiş Cumhurbaşkanı. Cumhuriyet Halk Partisi’ne gelmesinden niçin endişe edelim ki? Bilakis, memnun olurum. Bu memnuniyet, şöyle bir memnuniyet: Eminim ki Genel Başkanımız da bunu yapacaktır. Duyması gereken ne varsa, yüzleşmesi gereken ne varsa, her birisi birebir, yüzüne bir ana muhalefet partisi, genel iktidar da ana muhalefet partisi ciddiyetiyle, yerel iktidarda da iktidar olan birinci parti olan bir partinin ciddiyetiyle, Genel Başkanımızın talepleri, istekleri, arzuları, vatandaşın dile getirdiği hususların ona aktarılması hususunda, bütün samimiyetle iletilmesinin değerli olduğunu düşünüyorum. Umarım gelir.
- İktidar şimdi ekonomik bir dar boğazdan geçiyor. Kemer sıkma tedbirleri var. Şimdi böylelikle, muhalefeti de oyalayarak, normalleşme falan diye, muhalefetin kendisini de yeteri kadar sıkıştırmasını engelleyecek, muhalefeti pış pışlayacak, tabiri caizse zaman kazanacak. CHP de bu oyuna geliyor diye, yorumlayanlar var…
Bu bir satranç oyunu değil. Yani ülkenin çok kritik konuları var. Ben şunu doğru bulmam. Günün sonunda, bugün yurtdışında ülkemize, şehrimize prestijli bir organizasyonu kazandırmak için bir arada mıyız? Bir aradayız. Ben, bugün hala Sayın Spor Bakanı'yla, bütün kurum ve kuruluşlarla, bir milli mesele olarak, bu işi iş birliği içinde yönetme gayretinde miyim? Gayretindeyim. Dolayısıyla ben, kimseyle satranç oynamıyorum ve milli mesele olarak bakıyorum. Türkiye'nin ekonomisi de milli bir meseledir. Yani bugün ülkemizde eğer faydalı hamleler yapılıyorsa, inanınız bunu büyük bir memnuniyetle takip ederim, izlerim ve bundan mutlu olurum. Çünkü, Türkiye'nin ekonomisi iyi olsun, yeter ki doğru hamleler yapılsın, biz de iyi yapılan hamleler üzerinden yarışımıza devam edelim. Kim batmış bir ülke ister? Kim torunundan utanan bir emekli dedeyi görmek ister? Kim eşinden mağduriyet yaşayan bir koca ya da kadın ister, yani erkek ya da kadın ister.
Ya da babasından, annesinden harçlık istemeyen bir evlat ister? O bakımdan bütün bunlar, milli meselelerdir. Bugün eğer ekonomi konusunda ilgili bakanlar, genel müdürler, yetkililer doğru adımlar atıyorsa, bunu ben mutlulukla, memnuniyetle takip ederim. Eksiği varsa dile getirir, doğrusu varsa da inanın alkışlarım ve bundan da gurur duyuyorum. Zira bu mesele üzerinden gelirse puan kazanır, gelmezse puan kaybeder anlayışı, vasat bir siyaset anlayışıdır. Çağa da uygun değildir. Türkiye'de aklı başında, özellikle yeni neslin bu tür uzlaşma zemininden, bu tür konuşmadan, diyalogdan mutlu olduğunu ben biliyorum zaten. Ve hatta bir şey daha ifade ettim, defalarca söyledim, yine de söyleyeyim: Bu tür diyaloglardan o bakanların, cumhurbaşkanının veya işte yetkililerin, genel müdürlerin çocukları bile, bu makul davranışlardan mutlu oluyorlar. Yani ben hep söylüyorum; onların bile çocukların oyuna talibiz biz. Onların bile evlatlarının oyuna talibiz biz. Bunu da ancak bu şekilde başarabiliriz. Diğer tutum ve tavrıların, davranışların devri geçmiştir. Hatta bu tür başkalaştıran, uzaklaştıran, sürekli kavga eden anlayıştan bugüne kadar hep kazançlı çıkan, bugünün iktidarı olmuştur.
Bu oyuna gelmemek lazım. O bakımdan bu siyasette, iktidar-muhalefet mücadelesini, satranç oyununa benzetmeyi ben doğru bulmuyorum. Çünkü böyle bir ikili bir oyun yok bu işte. Bunların aslında tamamı, hepimizi bütüncül olarak ilgilendiren hususlar. Ekonomi öyle, hukuk öyle, adalet öyle, çevre öyle, yaşam öyle, şehircilik öyle. Her birisi, bizi ilgilendiren hususlar. Ben burada, gerçekten hukuk, adalet, evrensel değerler çerçevesinde haklı bir mücadele zeminini bulma gayretinin daha geçerli olduğunu düşünüyorum. Doğru bir mücadele, yani eşit bir mücadele. O zemini yakalamak adına da hangi fırsat gelirse, yan yana gelmenin, konuşmanın, makul ve mantıklı olduğuna inanıyorum. Dediğim gibi; alınması gereken tedbirler varsa, alınacak. Yani bir ayağı kırk sandalyeye oturmayacaksınız. Onlar ayrı meseleler. Yani yapanın da yanına kar kalmayacak. Onlar ayrı meseleler. Ben öyle bakıyorum sürece.
- Karşı taraf satranç oynuyorsa Sayın Başkan? Çünkü, bu aralar en fazla speküle edilen meselelerden birisi de çok uzun olmasına rağmen; 2028. Bunu Erdoğan'ın yaklaşımlarında, AK Parti'nin yaklaşımlarında gördük. Gerçekten stratejik de hareket edebiliyorlar zaman zaman. 14 Mayıs'tan önce de görmüştük. Şu yorum yapılıyor mesela: ‘AK Parti, Cumhuriyet Halk Partisi'ndeki rakibini seçiyor. Onun için bu tip hareketler yapıyor’ diye. Siz katılır mısınız buna? Biraz onların daha stratejik baktığına, satranç oynadığına, CHP'nin içinde bir karışıklık amaçladığına ve burada bir tartışma yaratmak için çaba sarf ettiğine… Özellikle Grup Başkanvekilinin açıklamasından sonra, 2028 tartışmaları da büyüdü. Ona nasıl bakarsınız? Ona katılır mısınız?
Az önce dediğim gibi; tedbir almak, temkinli olmak şart. Ama bugünkü iktidarın satranç oynayacak birikimi var mıdır? Ben, açıkçası emin değilim. Böyle birikim olduğunu da düşünmüyorum. Bugüne kadar oyunu, hep popülizm üzerinden kurmuştur. Olmayan mevzular üzerinden fayda sağlama gayreti içinde olmuştur. Olan mevzuları çarpıtmıştır ve buradan fayda elde etme gayretinde olmuştur ve burada başarı elde etmiştir. Bunun adı, satranç değildir. Satrançta kurallar bellidir, oyuncular bellidir, hamleleri de bellidir. Bunun üzerinde zeka yarışına girilir ya da stratejik hamleler yarışına girilir. Böyle bir şey yok. Yani siz, oyunda eğer piyona fil hareketini yapmaya gayret ederseniz ve bunu karşı tarafa yutturursanız, bu satranç olmaz. Bunun adı hile olur. Bu hilelere kapılmamak lazım. Bugüne kadar uygulanan adımlar da hileyle olmuştur yani. Ben, 15 yıldır siyasetin içindeyim. 15 tane seçim yaşadım. Bunun 4 tanesi, kendimle ilgili, birebir kendi seçilmemle ilgiliydi. Bütün o hileleri ve hamleleri gördüm, yaşadım. Tedbir aldığınızda, muhatabınızı tanıdığınızda…
Muhatabınız kim? Ben her zaman söyledim. Muhatabınız, rakibiniz değil. Muhatabınız, oyununa talip olduğunuz halkınız. Halka dönüp konuştuğunuzda ve halkın ihtiyaçları, talepleri ve onların sorguladıkları, sorduklarına cevap bulduğunuzda, bu millet size oy veriyor. Hala veriyor. O bakımdan ben, olayı ve bu süreci, bir satranç zeminine oturtmayı doğru bulmuyorum. Hile, popülizm; bunlar oldu. Ama bundan sonra olmaması için, tekrar söylüyorum; tedbir almak, temkinli olmak, evet; ama uzaklaşmak, yok saymak, asla doğru değil. Bu şekilde daha fazla muhakeme etmesine aslında fırsat veriyorsunuz ve bu toplumun vicdanlı olduğunu, adaletli olduğunu ve bu toplumun gerçekten tarifsiz bir demokrasi yüreği olduğunu gördük yani. En yoksul anımızda, 2024’te bunu gördük. Yani 2013 seçimlerden sonra büyük hayal kırıklığını, büyük çöküntüyü yaşamış toplumun nasıl bir refleks gösterdiğini, bu millet, 9-10 ay sonra bize yaşattı. Bu kadar açık ve net.
- Ben de onu soracağım. Aslında beklenmeyen bir başarı. Belki tahmin eden vardır. 25’ten 37’ye çıkan bir oy oranı, İstanbul'da 10 puan fark, İzmir'de 10 puan fark, Ankara'da 30 puan fark. Acaba AK Parti mi kaybetti? Yoksa CHP mi kazandı? Size kazandıran temel faktörler neydi bu kadar büyük farkı yaratacak? Ya da CHP, doğru strateji mi izledi?
Bir kere 2023 seçimlerinden önce, birkaç kez televizyonda tekrarladığım bir şey vardı. ‘Bu seçimi biz kaybederiz, iktidar kazanamaz’ demiştim. Biz, kaybettik. 2024 seçimleri için aynı yorumu yapamam. Çünkü, gerçekten büyük bir travmadan geri dönüş ihtiyacı olan bir topluma, farklı bir perspektifle, farklı bir yaklaşımla, makul karar alma zemini hazırlamamız gerekiyordu. Bu konuda doğru hamleler yapan ve değişim gösteren Cumhuriyet Halk Partisi, makul zemini hazırladı. Ve bu seçimi kazandıran, milletin bizatihi kendisidir. Bu seçimin kahramanı, millettir. Çok net. Ama mesela bu aşamadan sonra, bir sonraki seçimi yine kaybedersek, biz kaybederiz; iktidar, asla kazanamaz. Bu kadar net.
- Yani, ‘Bu yüzde 37’ye oya güvenmeyelim, daha fazla şey yapmamız gerekiyor’ diyorsunuz…
Kesinlikle. Yani bundan sonra top, bizim ayağımızda. Yani bizim topu nasıl evireceğimize bağlı ve nasıl oyun kuracağımıza bağlı. Bu bağlamda, artık bundan sonra sorumluluk, tümden bize aittir. Millet, yapacağını yaptı.
- Doğru oyun kurmaya başladı mı CHP?
İyi gidiyoruz. Ama başlangıcındayız. Yani bir değişim, bir zemin oluşturmuştur değişim süreci. ‘Değişim’ deyince sanki oldu-bitti gibi anlaşılabilir. Öyle değil. Değişim süreci, bir başlangıç anını yaşatmıştır 2023 genel seçimlerinden sonra. Bunun aşamaları var. Kurultay öncesi, kurultay anı, kurultay sonrası ve yerel seçim ve hala devam ediyor. Dolayısıyla bu, bir zaman dilimi. Yani bu sonuçlandı demek, asla mümkün değil.
- Sayın Kılıçdaroğlu'nun dillendirdiği, “Sarayla müzakere olmaz, mücadele olur” görüşü var. Bu görüşü o dillendirdi ama gördüğüm kadarıyla muhalif kesimde de bir karşılığı, yani bir etkisi var bunun. Siz nasıl bakıyorsunuz bu görüşe?
Şimdi ‘enflasyon, faiz’ gibi bir şey bu. Yani müzakere olmaz, mücadele olur… Müzakeresiz mücadele olur mu? Nasıl müzakeresiz mücadele yapacaksınız? Mücadele için, müzakere olur. Mücadele için, buluşma olur. Yani en güzel mücadele, münazarayla olur. Çıkarsınız, toplumun huzurunda müzakere edersiniz, tartışırsınız. O bakımdan, müzakeresiz mücadele olmaz. Müzakere edeceksiniz. Toplum nasıl anlayacak hangisi daha iyi, hangisi daha doğruyu söylüyor? Örneğin; son yerel seçimde müzakere için ya da bir münazara için defalarca davet yapmamıza rağmen, karşımıza çıkılamadı yani. İstanbul için konuşuyorum. Dolayısıyla müzakere olmadan ya da münazara olmadan, mücadele olmaz. Mücadelenin şekli ne? Kavga mı edeceğiz? Yani biri bir dağın tepesinden bağıracak, öbürü öbür dağın tepesinden bağıracak. Yani Karadenizlinin dediği gibi; ‘Hanıma bir bağırıyorum, bir bağırıyorum ama sessiz.’
- Bütün diyalog yollarını açtım dediniz. Bunun dönüşü size yüzde kaç oldu mesela?
Yüzde 15-20. Ama bundan yılmamak lazım, bıkmamak lazım. Ama esas kazanım nerede? Bu müzakere arayışı bize, İstanbul seçimini bir daha kazandırdı. Ben yanılmıyorsam partimiz, ilk kez iki defa üst üste İstanbul'da seçim kazandı. Bu önemli bir şey yani. O zaman müzakere kazandırıyor. Halk nezdinde ben yani nerede kazanacağım? Benim kazanacağım şey, sandık. Dolayısıyla müzakere kazandırıyor, sonuç alıyorsunuz. Ben tam aksine müzakereyi arttırmaktan yanayım. Müzakerenin biçimi, şekli tartışılır, geliştirilir, araştırılır. Burada müzakereden uzaklaşan insan, kendinden şüphe eden insandır. Biz, kendimizden şüphe etmiyoruz ki. Biz, milletin lehine arayış içerisindeyiz. Yani ben İstanbul'da atılmayan imzaları ne için istiyorum? Şahsıma bir şey almak için mi? İstanbul'un metrosunu yapmak için. Ben bunu bir yazarım. Peki bir defa mı yazdım? En az 20 defa mektubum var, dilekçem var, yazım var. En az 20 defa yazdım farklı makamlara. Peki 20 yazdım da bitti mi? Bitmedi. Devam edeceğim. Ne yapabilirim ki başka? Kavga mı edeceğim yani? Yani biz, hukuka saygılı insanlarız. Peki birileri hukuku çiğniyor… E hukuksuz mücadeleyle, hukuksuz…
Öyle bir şey yok. Yani bu, öyle ya da böyle, bizim milletimizin de devletimizin de büyük bir devlet geleneği var. Binlerce yıllık diyerek, övünüyoruz. Buna layık davranmamız lazım. Bir de insanoğlu fani yani. Gün geliyor yaşam bitiyor, devir bitiyor. Devirler geldi geçti. Neler görmedi bu millet? Bu da geçecek. Ama sabırla yürütmek lazım. Sabırsız davranışlar, bazen çok kötü sonuçlar da verebiliyor. Allah korusun, insanları çatıştırabiliyor, insanları kavga ettirebiliyor. Günün sonunda, birileri kazanmak için kavgadan yana da olabilir. Kazanmak için, kavganın onun için geçerli bir sebep olduğunu bile düşünebilir. Ben, toplumun kavgasının, kazanmak için bir alan olduğunu asla düşünmüyorum. Toplumu kavga ettirmeyeceğiz. ‘Sana asla oy vermem’ diyen insanın ya da insanların yüzlerce, binlerce örneğini verebilirim. Çok favori, çok figür olmuş, çok böyle manşet olmuş insanları da siz biliyorsunuz. Kalkıp bize, ‘Oyum senindir artık’ diyen binlerce örneğini yaşadım. Bu ne kadar büyük bir övünç kaynağı biliyor musunuz? İnsanlar aldanmış olabilir. Ben şundan eminim: Ben, bu ülkenin çocuklarını, en az çocuklarım kadar düşünüyorum. ‘En az’ diyorum, çünkü şundan: Bir baba için bunu söylemek zor, ama şöyle önemli: Eğer siz, toplumsal bir sorumluluğa talip olmuşsanız, artık o aşamadan sonra, ‘en az’ demek zorundasınız.
En az onlar kadar, çocuklarım kadar, çocuklarını düşünüyorum toplumun, evlatlarını düşünüyorum. Annesi-babası Kürt olmuş, Laz olmuş, Çerkez olmuş, Türk olmuş, Alevi olmuş, Sünni olmuş; hiç fark etmez. Az önce ne dedim? 86 milyon vatansever olarak görüyorum. Bunu tekrar etmekten de asla bıkmayacağım. 86 milyon vatansever olarak görmezseniz, zaten o topluma hizmet edemezsiniz. ‘Oy veren, vermeyen’ ayrımı yaptığınız an, işiniz bitti demektir. Yani siz, artık topluma hizmet edemezsiniz, sadece bir kesime hizmet edersiniz. Bu kapsamda ben, bundan sonraki süreçte o ısrarını devam ettirecek bir kişiyim. Neyin? Uzlaşmanın, anlaşmanın, doğruyu göstermenin. Çünkü demokrasiye inanıyoruz. Demokrasi bu ülkede sonuç verdi. Hatta bu sonuç, şu anda bütün dünya tarafından hayranlıkla izleniyor, başta, ‘demokrasinin beşiği’ dediğimiz Avrupa. Ben nasıl hayranlıkla karşılandığımı, alkışlandığımı Avrupa'nın göbeğinde, bugünlerde yaşıyorum birebir. O bakımdan, bu ısrarı devam ettirmeliyiz. Tespit ettiğiniz hususlar üzerinden ben, müzakerede sonuna kadar ısrar ediyorum.
- Belediyeler Birliği Başkanlığı’na aday mısınız?
İstanbul, Türkiye'nin en büyük kenti. Ve artık Türkiye'de, belediyeler üzerinden, yani yerel yönetimler üzerinden iktidar olan bir Cumhuriyet Halk Partisi vardır. Cumhuriyet Halk Partisi'nin sadece belediyeler üzerinden müstakil olarak değil, sivil toplum kuruluşları ya da kanunla kurulu olan belediyeler birlikleri üzerinden, yerel yönetim politikaları geliştirme zorunluluğu vardır. Halk, böyle bir yetki vermiştir. Bu bağlamda en güçlü sesi olan kurum, biziz. Ama bunun konuşulması için erkendir. Bu, bir kısmıyla siyasi bir karardır, bir kısmıyla geleneklere uygun bir karar zemini oluşturmak durumundadır. İstanbul bütçesiyle, geliştirdiği yerel yönetim politikalarıyla, en etkin şehirdir.
Öyle bir sorumluluk bize eğer öngörülürse, bundan geri durmayız. Bilakis hazırlıklarımız vardır. Bunları her koşulda toplumla paylaşmayı ve aynı zamanda sadece Türkiye Belediyeler Birliği üzerinden, yerel yönetimlerin hak ve hukukunu koruma mücadelesi kadar, uluslararası zeminde de Türkiye'deki yerel yönetim gelişimlerini savunmaya dönük altyapıyı oluşturma zorunluluklarımız var. Bu konuda donanımlı bir yapımız var. Elbette görev düşünüldüğü takdirde, buradan geri durmayız.
- Daha önce hep İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanları Belediyeler Birliği Başkanı olmuştu, İstanbul AK Parti tarafından kaybedilene kadar. Herhalde siz gelenek derken bunu da kastediyorsunuz…
Tabii ki öyle. Bir yanıyla şunu da söylemek lazım: Bizim, çok güçlü bir süreci tariflememiz lazım. Kapsayıcı olmamız lazım. Mesela, son dönemde Türkiye Belediyeler Birliği, geleneğinin tamamen dışında, bütün partileri yok sayarak, sadece Cumhur İttifakı üyeleriyle yerel yönetimi oluşturmuş ki, bu bir utanç tablosudur. Biz her koşulda, ne olursa olsun, yerel yönetim yetkisi almış bütün partilerin maksimum temsiliyetinin olacağı bir Türkiye Belediyeler Birliği hedefliyor durumdayız. Bu konuda yoğun çalışmalarımız var. Doğru kararı hem siyasi zeminde hem yerel yönetimlerin katılımı zemininde veririz. İller nezdinde Türkiye Belediyeler Birliği'nin delege seçimleri yapılacak. O da önümüzdeki hafta. Bu sonuçlansın. Ondan sonra yorumlarımızı daha net yaparız.
- 2028’de kim aday oluyor?
2028’de, Cumhuriyet Halk Partisi'nin adayının kazanmak zorunda olduğu bir seçime doğru gidiyoruz. Cevabı bu.
- İkinci dönem İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı yapacaksınız. Tekrar üçüncü dönemi de yapmak ister misiniz, düşünür müsünüz? Yoksa, ‘Yok, ben artık başka bir yol çizerim kendime’ der misiniz?
Mesele, Ekrem İmamoğlu'nun mevzusu değil. Ben hiçbir zaman meselelere kişisel bakmadım, kurumsal baktım. Burada siyasi parti olarak kurumumuzun iradesi önemlidir. Biz, gerçekten meselelere ilkesel bakarız. Bir de halkın ne dediğine bakarız. Bu kavramlar üzerinden en doğru kararı verip, az önce ifade ettiğim gibi, bundan sonraki ilk seçimi kaybedecek olan biziz, kazanacak olan da biziz.
- Ali Mahir Başarır’ın bir açıklaması oldu ve bir tartışma olur. Takip etmişsinizdir. Hem bu açıklamaya nasıl bakıyorsunuz hem de CHP çok erken mi acaba cumhurbaşkanı tartışmasının içinde kendini buldu?
Bu konu, hiç tartışılmamalı. Ben, Ali Mahir Başarır'ın söyleminden de kamuoyunda konuşulduğu şekliyle bir sonuç çıkarmadım. Benim şahsım üzerine dönük bir sonuç çıkarmadım. Ali Mahir Bey'in, sonuçta Genel Başkanına isnat edilen bir tarife dönük bir savunma refleksi olarak hissettim. Asla bir yarış ya da bir parti içindeki kimliklerin birbiri arasındaki bir kıyas olarak asla, yani zerre kadar hissetmedim. O bakımdan gündemimde bile olmadı yani. Yani bu konu, bizim partimizin gündemi bile değil şu anda. Bence Genel Başkanımızın bile hiç değil yani.
- Erken seçim bekler misiniz?
Öyle bir gündemimiz de yok. Erken seçim veya seçimi toplum ister, halk ister. Parti istemez, yani isteyemez. O bakımdan şu anda yeni seçimden çıkmış bir ortamda böyle bir tartışma olduğunu da görmüyorum ayrıca. Ben ne görüyorum? Millet bize müthiş bir kredi açtı. Hem de nasıl bir kredi biliyor musunuz? Sıfır faizle geri ödemesi olan bir kredi değil, geri ödemesiz bir kredi. Ama şöyle diyor: İster batır, ister çıkar. Batırırsan sen batarsın, çıkarırsan milletle beraber sen de çıkarsın. Ben de diyorum ki, şu anda tek mevzumuz var. Bu açılan karşılıksız, geri ödemesiz kredinin karşılığını vermek tüm motivasyonumla. Peki üzerime ne sorumluluk alıyorum? Şunun sorumluluğunu alıyorum: Geçtiğimiz 5 yılda hizmetimizi onaylayan halkın, bunun çok daha üzerinde onay vereceği bir hizmeti sunabilmek. İstanbul'da daha başarılı olur. Nede ihtiyaç var? Toplumun, sosyal hizmetler noktasında desteklenmesi noktasında katkıya ihtiyacı var. Bunu karşılayacağız. Altyapı yatırımı yapacağız. Bunu yapacağız. Yani halkçı, icraatçı bir belediyeciliği, en yüksek seviyeye taşımak. İnanın başka hiçbir gündemimiz yok.
- Arapça tabelalar meselesi çok konuşuldu. Bunun bir çözümü var mı? Bunlar sökülmeli mi? Ya da bir anlama geliyor mu sökülmesi?
Bir kere sadece dil üzerinden tabela disiplini diye bir şey konuşulmaz. Bu hamaset olur. Popülizm olur. Tabela düzeninin dünya ölçeğinde, başta estetik anlamda olmak üzere, kent estetiği açısından, sonra bunun toplum tarafından da kabul edilmesi noktasında ya da algılanması noktasında talepler devreye sokulur ve bu kararlar alınır. Bizim şu anda, örneğin Fatih'te Ordu Caddesi'nde çalışmamız sürüyor. Beyoğlu'nda İstiklal Caddesi'nde çalışmamız sürüyor. Bağdat Caddesi'yle ilgili olağanüstü bir hazırlığımız var. Bağdat Caddesi'nin hem trafik akışı hem yaya düzeni hem tabela düzeni hem cephe düzeni üzerinden çalışmalarımız sürüyor. Halaskargazi'de, Abdi İpekçi'de ve bunun gibi birçok caddede sıralayabilirim. Yani İstanbul Caddesi’nden tutun da işte İstasyon Caddesi’nde, Bakırköy'de, birçok ilçede, birçok caddeyle ilgili İstanbul Büyükşehir Belediyesi'nin, başta estetik kuralları tasarlayan, sonra da halkın taleplerini karşılayan tabela çalışması var. Ama bunu İngilizce tabelaları yasaklayalım, Arapça tabelaları yasaklayalım vesaire üzerinden konuşmak popülizm olur. Bu ne bir belediye başkanına yakışır ne de evrensel anlayışa. Bu kapsamda biz meseleye, tümden kent estetiği ve toplumun talepleri doğrultusunda bakıyoruz.
- TBMM’deki aritmetiğin şu an halkın iradesini yansıttığını düşünüyor musun?
Yani 2023’te bir seçim yapıldı. Yani ben ona nasıl yansıtılmadı diyebilirim ki? Haksızlık olur yani. 2024 seçimleri ile arasında 10 ay var. Birisi yerel yönetime dair bir toplum iradesi, birisi genel seçime dair toplum iradesi. Yani, ‘2013’ta halk yanlış karar verdi’ demek, büyük bir hadsizlik olur. Yani öyle bir şey mümkün değil. Şu anda dediğim gibi; 2023’te iktidar vaatleri vardı ekonomiye dair, emekliye dair, işsizliğe dair birçok konuda. Halk onun karşılığını bekliyor. 10 ay geçti. Ya da işte 12 ay yaklaşıyor. Hatta 1 yıl dolacak şimdi. Halk bunu nasıl değerlendirir ve buradan nasıl bir tepki gösterir? Gösterecek. Göreceğiz. Diğer tarafta da 2 ay oldu. Yani 2 ay olacak 10-15 gün sonra. Yerel seçim geçti. Bizden de beklentileri var. Bu beklentileri toplum yarıştıracak. Halk yarıştıracak. O bakımdan bence şu anda bunu bizim konuşmamız doğru değil. Halk konuşur. Konuşmaya başladığı zaman değerlendiririz. Şu anda halkın gündeminde böyle bir soru ben görmedim. Ya da böyle bir talep de görmedim.
- Halk sonsuz bir kredi açtı dediniz. Ama bu arada bazı CHP'li belediye başkanları bu krediden biraz biraz götürdüler. Öyle anlaşılıyor. Yandaş ya da akraba kayırmacılık örnekleri ortaya koydular. Sizin daha önce yaklaşımınızı bir kere dinlemiştik ama bu konuya da değinir misiniz?
Yani bu çok net. Siyasette gerçekten eş, dost, akraba meselesi doğru değildir. Bu, Türkiye'nin son 20 yılında çok acı biçimde yaşanmaktadır. Artık eş, dost, akrabayı geçmiştir; aile kavramı içerisine sıkışmıştır hatta. Yani iktidar, bunun çok kötü bir örneğini hepimize sunmuştur ve halk bundan, affedersiniz ama, iğreniyor yani. Bunu kabul etmesi mümkün değil. Dolayısıyla daha önce de konuşmamda söyledim. ‘Biz bunu az yapıyoruz, onlar çok yapıyor…’ Asla bir kıyas meselesi değildir. Azı da çoğu da aynıdır. Bulunduğunuz ekosistemde, sizi toplumun yargılamasına sebep olur. Asla kabul edilecek bir mesele değildir. Bu bağlamda bazı eksikler, hatalar olmuştur. Bir kısmından geri adım atılmıştır. Sanırım bütün Cumhuriyet Halk Partili belediyeleri de buradan aldığı mesajı uygulayacaktır. Zaten Genel Başkanımız ve Genel Merkezimiz de bu konuda bir kısım tedbirleri devreye sokmuştur.