Eski HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın niçin kendisine ve HDP’ye düşmanca tutum sergilediğini açıkladı.
Demirtaş, Çözüm Süreci’nde yaşananları anlattığı açıklamasında, “Erdoğan’ın saray ve saltanat oyunlarına kanmayıp planlarını bozduğumuz için bize bu kadar düşmanca davranıyor. Vatansever veya milliyetçi olduğu için ya da barış istediği için değil.” dedi.
Demirtaş’ın “Erdoğan bize neden düşman?” başlıklı yazısı şöyle:
Erdoğan'ın “Selo”ya daha doğrusu Hdp’ye ve Kürtlere bu kadar kindar, öfkeli, düşmanca davranmasının, beni nefret objesine dönüştürme çabasıyla oy toplamak istemesinde bir tuhaflık yok mu sizce de?
Benim gerçekten “terörist”, “katil” olduğumu mu düşünüyor? Hayır, elbette bunun doğru olmadığını kendisi de biliyor.
Aslında Erdoğan’ın gerçek katillerle hiçbir sorunu yok. Mesela İdlib’de 34 Türk askerini katleden Putin’in ayağına gidip kapısında dakikalarca ayakta beklemekten gocunmamıştır. “Terör devleti” dediği İsrail hükümetiyle, Cemal Kaşıkçı'nın katili Suudi prensiyle ve daha nice katillerle el sıkışıp sarmaş dolaş olmaktan, onlara “dostum” diye hitap etmekten zerrece utanmamıştır.
Peki sıra “Kürt Selo”ya gelince niye hem iftira atıp hem de düşmanca davranarak kitlesini kışkırtıyor?
Anlatmaya çalışayım.
2014 yılının ortaları olmalı, Çözüm Süreci devam ederken heyet olarak bir İmralı ziyaretimizde, Abdullah Öcalan ile görüşeceğimiz odaya götürülmeyi beklerken Cezaevi Müdürü bizi alıp cezaevinin içinde başka bir yere götürdü. “Görüşme yeri değişti herhalde” diye düşündük. Bizi önce, Öcalan'ın uzun yıllar tutulduğu daracık hücreye götürdü. Öcalan hücrede değildi. Beş dakika kadar hücreyi inceledik. Müdür “Öcalan artık burada kalmayacak” dedi ve hemen yan taraftaki başka bir yere götürdü.
Normal apartman dairelerinin ahşap görünümlü çelik kapısı gibi bir kapıyı açtı ve “Yeni yeri burası” dedi. Yan yana üç hücre birleştirilmiş ve kendilerince üç odalı lüks bir daire (!) yapılmıştı.
İlk odada normal ahşap bir karyola ve yatak, 1.003 tane kitabın olduğu bir kitaplık (tüm kitaplar numaralıydı ve sırayla dizilmişti), büyük ekran bir led televizyon ile plastik masa ve sandalye vardı.
İkinci odada altı kişilik bir toplantı masası, bir bilgisayar masası ve küçük ekran bir led televizyon vardı.
Üçüncü oda ise yerden tavana fayanslı, ayaklı lavabosu ve duşakabiniyle geniş bir banyoydu. Müdür, banyoya bir küvet de koyacaklarını söyledi. Koydular mı bilemiyorum.
Biz İmralı Cezaevinin içinde yapılan bu evi (!) dolaşırken Öcalan'ı da getirdiler. Kendisi de orayı ilk defa görüyordu. İlk tepkisi “Aylardır çıkan gürültünün nedeni bu muydu?” oldu. Müdür gülerek “Evet, artık burada kalacaksın” dedi. Öcalan şöyle üstünkörü etrafa bakıp “Beni stadyum kadar geniş bir yere de koysanız, hücrede de tutsanız benim için fark etmez, böyle şeylere gerek yok. Eğer göz boyamak için yapıyorsanız yanlış işler yapmayın. Önemli olan çözüme, barışa ve demokratikleşmeye odaklanmaktır” dedi. Müdür, Öcalan'ın bu tavrına şaşırdı ve onca emeğin boşa gitmesine de biraz üzüldü. Öcalan orada kaldı mı yoksa Çözüm Süreci Erdoğan tarafından bitirilince tekrar hücreye mi alındı, bunu da bilmiyoruz.
Cezaevinin üst katında da büyük bir toplantı odası yapıldı, çay kahve makinası gibi gereçler konuldu.
Orada da Öcalan, akil insanlar heyetiyle görüşme yapacaktı. O odayı ben görmedim ama heyetimizin diğer üyeleri sonraki ziyaretlerde gezdiler. O aşamada artık akil insanlar İmralı'ya gidecek, Çözüm Süreci tüm detaylarıyla kamuoyuna mal edilecek ve sonrasında süreç TBMM çatısı altında devam edecekti.
Şimdi, bunları neden anlattım?
Öcalan son görüşmelerimizden birinde bana dönüp “Sizler seçilmiş insanlarsınız, halkın iradesini temsil ediyorsunuz ve dışarıdasınız. Bense burada bir adada kıt imkanlarla barış için çabalıyorum, elimden geleni yapıyorum. Bu konuda samimiyim, ciddiyim. Ama eğer hükümetin beni, sizi, halkı kandırmaya çalıştığını, sürece samimiyetsiz yaklaşıp kendi çıkarları için kullandığını anlarsanız sorumluluk sizdedir. Bana ulaşılamıyorsa bunların halkı kandırmasına izin verilmemeli” dedi.
Çünkü Öcalan'ın, Erdoğan ve AKP hükümetinin niyeti konusunda ciddi endişesi, şüpheleri vardı ve şüphelerinde haksız değildi. Kendisine cezaevi içinde ‘ev’ gibi ortam sağlanması şüphelerini daha da artırıyordu. Ve evet, bu konuda hiçbirimiz yanılmadık maalesef.
28 Şubat 2015’te Dolmabahçe'de açıklanan mutabakattan sonra Erdoğan tam üç defa Çözüm Sürecini bitirdiğini söyledi. Nasıl mı?
14 Mart’ta “Kürt sorunu diye bir şey yok”, [1] 15 Mart’ta “Kardeşim ne Kürt sorunu ya. Artık böyle bir şey yok”, [2] 17 Mart’ta "Türkiye'nin Kürt sorunu yoktur” [3] diyerek.
Şimdi soruyorum; olmayan bir sorun için Çözüm Süreci yürütülür mü? Erdoğan “Sorun yoksa Çözüm Süreci de yoktur” diye düşünüyor ve işte bu sözleriyle de Çözüm Sürecini bitirdiğini açıkça belirtiyordu.
Sonra neler olduğuna da kısaca bakalım.
20 Mart’ta Erdoğan, kelime kelime bildiği ve oturma düzenine kadar müdahale ettiği o mutabakatı inkar etti “Böyle bir şeyden doğrusu benim haberim yok” dedi. [4]
Aynı konuşmasında, isim isim bildiği akil insanlar heyetini inkar etti ve haberinin olmadığını söyledi. Akil insanlar heyeti için “Bir grubun oraya gönderilmesi neyi değiştirecek ki?” dedi. [5]
Dönemin Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç çıkıp “Cumhurbaşkanımız her şeyi çok iyi bilmektedir. Bu olaylardan haberdar olmaması mümkün değildir” diyecek kadar ortam gerildi. [6]
Erdoğan’ın derdi silahların bırakılması değil, seçim öncesinde bunun açıklanmasıydı sadece.
Haziran’da seçim vardı ve Erdoğan’ın tek derdi “başkan” olmaktı. Öcalan’dan “Silahları bıraktık” açıklamasını seçim öncesi alıp bunu oya dönüştürmeyi ve 400 milletvekilliği kazanarak Anayasa’yı tek başına değiştirip “başkan” olmak istiyordu. Bu olmayınca da Kürt sorunu yoktur demeye başladı, her detayını bildiği Dolmabahçe Mutabakatını inkar etti, kendisinin bizzat yer almasını istediği kişilerden de oluşan akil insanlar heyetini yok saydı.
Öcalan ise daha önce üstünde uzlaşılan takvime göre hareket edilmesinde ısrarcıydı. “Seçimden önce bu açıklama yapılmayacaksa ve seçimde benim işime yaramayacaksa ben ne yapayım böyle Çözüm Sürecini” diye düşünen Erdoğan, Çözüm Sürecini bitirip seçim kampanyasını başlattı.
5 Nisan’daki son görüşmenin ardından Öcalan ile tüm görüşmeleri askıya aldı. Biz ondan önceki üç hafta içinde tam 12 defa Erdoğan’la görüşmeye, onu ikna etmeye çalıştık. Bakanlarla, Hakan Fidan’la defalarca görüşüp onlara “Erdoğan’ı ya siz ikna edin ya da bizi görüştürün” dedik ancak Erdoğan kararını vermişti. Yılların emeğini, barış umutlarını, her şeyi “başkan” olmak için heba etmeyi göze almıştı ve oy yoksa barış da yok demişti.
İşte o günlerde “Madem öyle, biz de seni başkan yaptırmayacağız” dedim. Bu sloganın değerli Osman Kavala ile uzaktan yakından ilgisi yok. Partimizin o dönemdeki resmi politikasının, ruhunun rafine edilmiş hali olarak bize aittir. Ve o ruhla seçimde barajı aşıp AKP’den Meclis çoğunluğunu aldık. Yani Erdoğan 400 isterken 300 vekilinin de altına düştü. Sonrası 7 Haziran 2015 ile 1 Kasım 2015 seçimleri arasında yaşanan dehşeti ve bugüne nasıl gelindiğini hep birlikte acı şekilde yaşadık, yaşıyoruz.
Yani Erdoğan’ın saray ve saltanat oyunlarına kanmayıp planlarını bozduğumuz için bize bu kadar düşmanca davranıyor. Vatansever veya milliyetçi olduğu için ya da barış istediği için değil.
Tüm halka bir çağrıyla bitirmek istiyorum. Değerli kardeşlerim, merak etmeyin. Barışı, huzuru mutlaka sağlayacağız, birlikte bir arada, kardeşçe yaşayacağız. Buna bugüne kadar engel olan kişi Erdoğan’dır.
14 Mayıs’ta sandığa gidin ve bunca zulmü yaşatan, kendi sarayı ve koltuğu için ülkeyi yangın yerine çeviren bu şahsa hak ettiği demokrasi dersini verin. Oyunuzu değişim için kullanın.
Mesele benim hapisten çıkıp çıkmamam değil, ben halkım için 100 yıl da kalırım hapiste ama Erdoğan’ın derdi Selo değil, koltuk. Yeterince açık değil mi?