CHP İstanbul Milletvekili Enis Berberoğlu, "Böyle bir yasayla değil, ne getirirseniz getirin, özgürlüğe inanmış medyacıyı susturacak, korkutacak bir yasayı tarih yazmadı, bundan sonra da yazmaz” dedi.
Kamuoyunda ‘sansür yasası’ olarak bilinen, basına ve sosyal medyaya yönelik yeni yaptırımlar içeren kanun teklifinin TBMM Genel Kurulu’nda görüşmelerine bugün devam edildi. Mesleği gazetecilik olan Enis Berberoğlu, Genel Kurul’da söz alarak şunları söyledi:
“HÜKÜMETİ DESTEKLEME KONUSUNDA HİÇBİR GAYRETİ ESİRGEMEYEN MEDYADA BİR ENDİŞE SEZDİM”
“Bu yasayı görüşmeye başlayalı iki haftayı geçti. Bu geçen sürede dikkat ettim, bu yasa hakkında olumlu haber veya bir televizyon görseline rastlamadım. Ama bir iki noktada dikkatimi çeken bir gelişme oldu. Özellikle hükümeti destekleme konusunda hiçbir gayreti esirgemeyen medyada, onlarda da bir endişe sezdim. Muhtemelen bu yasa gelecek sene olası bir iktidar değişikliğinde bizim tarafımızdan nasıl kullanılır, onun tereddüdü ve korkusu içindeler gördüğüm kadarıyla. Eğer bizim partiyi tanıyorsam, Genel Başkan’ımızı tanıyorsam hiç korkmasınlar. Boşuna ve gereksiz böyle baskılara biz başvurmayız. Bırakırız, onlar da istedikleri gibi yazsınlar, çizsinler. Çünkü örtecek bir yolsuzluğumuz, bir adalet ayıbımız bugüne kadar olmadı, bundan sonra da olmayacak. Ancak açığı olan, kendi hakkında yazanı, çizeni, hatasını göstereni ezer, eziyet eder. Bugüne kadar CHP’de böyle bir ayıp olmadığı için de bizim de böyle bir yasaya ihtiyacımız yok. Aslında sizlerin de niye olduğunu tam anlayabilmiş değilim.
“15 SENE KADAR ÖNCE MEDYADA İKİ GRUP VARDI”
35 seneye yakın gazetecilik yaptım; televizyon kurdum, yönettim. Bu 35 sene içinde enteresan gelişmeler yaşandı, özellikle Adalet ve Kalkınma Partisi yönetiminde. Mesela 15 sene kadar önce medyada iki grup vardı. Bu iki gruptan biri, 2001 krizinde battı. TMSF’den bir girişimciye, Ahmet Çalık’a veya o zamanki gazetelerde çıkan şekliyle ‘Bizim Çalık'a’ satıldı. Satıldı mı? Sözde satıldı. Çünkü iki tane kamu bankasından 750 milyon lira kredi toplandı. Dönemin Cumhurbaşkanı, Katar Emiri’nden kişisel olarak 250 milyon dolar temin etti, böylelikle bu grup el değiştirdi. El değiştirdi gibi gözüktü, çünkü paravan patron gazeteye uğramadı. Sabah Grubu veya yeni adıyla Turkuvaz Medya’yı, aslında damat Bakan’ın ağabeyi yönetti. Şimdi ‘Burada ne var’ diyeceksiniz, bir gazeteci olarak o patron da patron, başka patron da patron; öyle değil.
“OTOYOL PARALARIYLA, KÖPRÜ PARALARIYLA O MEDYAYI DA BİZ FİNANSE EDİYORUZ”
Bu patron 2014’te battığı zaman kara yolları müteahhitleri toplandılar aralarında, bir çıkma yaptılar. Bu grubu sözde yeniden satın aldılar. Yine ama parti komiseri aynı kaldı. Bakın, burası çokomelli, hakikatten çokomelli. Şimdi siz tüm bu operasyonları yapıyorsunuz, paralı otoyollar var ya kullansak da kullanmasak da biz ödüyoruz bedelini, her gün sizleri öven, her gün bizlere söven medyanın masrafını da bizim sırtımıza yıkıyorsunuz. Otoyol paralarıyla, santral paralarıyla, köprü paralarıyla o medyayı da biz finanse ediyoruz. Benim isyanım bundan. Tek örnek yetmez. Mesela orada iki grup var dedim. İkinci grup, benim çalıştığım grup; Hürriyet, Milliyet, Kanal D, CNN grubu. Ne yaptınız? Önce iki tane FETÖ’cü maliyeci buldunuz, o grubun patronuna Cumhuriyet tarihindeki en yüksek rekor vergi cezasını kestiniz, adamı korkuttunuz. Yetmedi, gazetesini düşündüğü için istifa eden ve siyasete atılan eski genel yayın müdürünü içeri attınız, daha da korkuttunuz. Yerine kim geldi? Yine kamu bankalarının finanse ettiği ve o borçları ödememeye neredeyse yeminli bir isim geldi; Demirören.
“İSTEMEDİĞİNİZ BİR ŞEY HERHANGİ BİR TELEVİZYONDA, GAZETEDE YAYINLANMIYOR”
Ama özet şu; medyanın yüzde 80'inden fazlasını kontrol ediyorsunuz, görsel medyanın da yazılı medyanın da. Daha ne istiyorsunuz ki veya buradaki bürokrat kardeşlerim ne istiyor ki? Bu biraz, hani, belki 2014'teki bir söylemi de hatırlatabilir size; ne istiyor ki vereceksiniz, daha ne? Yani medya zaten sizin üzerinize zimmetli, Türkçesi bu. İstemediğiniz bir şey herhangi bir televizyonda yayınlanmıyor. Herhangi bir gazetede manşet olamıyor. Mesela basın kartıyla ilgili yetki istiyor bu yasada. Bu yetkiyi almadan bana basın kartı vermedi bu bürokratlar. 35 sene bu mesleği yapmış adamdan, tamamen sembolik, onursal bir anlamı olan sürekli basın kartını esirgediler. Ben ne diyeyim? Bıraktım, hadi basın kartını verdi, bahşetti birilerine, basın kartını verdiği gazeteciler, bu ülkenin seçilmiş Cumhurbaşkanı’nı izleyemiyor. Gazetesine göre, televizyonuna göre seçiliyor. Ya hepimiz oy kullandık o seçimde, o Cumhurbaşkanı’nın konuşması benim için de haber, başkası için de haber; yorum ayrı ama haber bu. O gazeteleri okuyanlar, o televizyonları izleyenler haberi nereden alacak? Aldıkları habere göre siyasi tercihlerini nasıl kullanacak? Yani aslında siz ‘birtakım gazeteleri, gazetecileri ya da televizyoncuları cezalandırayım’ derken akreditasyon mantığıyla aslında o gazetelerden haber almaya çalışan, o televizyonlardan haber almaya çalışan insanları cezalandırıyorsunuz, farkında mısınız? Bunun nasıl bir mantığı var?
Ben mesleğe başladığımda teleks, daktilo vardı. Ben meslekten ayrıldığımda cep telefonuyla haber yazıyorduk. Teknoloji bir nimet, aynı zamanda çok büyük bir külfet ve tehdit. Çocukluk hastalığı geçirir tüm medya, gazeteler de öyleydi. Bir çocukluk hastalığı, her medyanın teknolojik gelişiminin tabii parçasıdır.
“ÖZGÜRLÜĞE İNANMIŞ MEDYACIYI SUSTURACAK, KORKUTACAK BİR YASAYI TARİH YAZMADI”
Bu yasayla ne murat ediyorsunuz bilmiyorum. Cumhuriyet gazetesinin yönetimini toptan içeri attınız. Kalktınız, Sözcü Gazetesi’ne ‘FETÖ’cü’ dediniz, cezaları yağdırdınız. Sahibi yurt dışında yaşıyor, babasının cenazesine gelemiyor. Ne değişti? Ben, meslek hayatım boyunca 22 hükümet, 12 başbakan, 6 cumhurbaşkanı gördüm. Hepsi istisnasız medyayla uğraştı, hiçbiri başarılı olamadı. Siz de başarılı olamayacaksınız. Böyle bir yasayla değil, ne getirirseniz getirin, özgürlüğe inanmış medyacıyı susturacak, korkutacak bir yasayı tarih yazmadı, bundan sonra da yazmaz.”