25 Kasım'a giderken... Mirabal kardeşlerin sesi Türkiye'de yankılandı

Türkiye Barolar Birliği, 25 Kasım'a az bir süre kala 25 Kasım'ın simgesi Mirabal kardeşlerin ailesinden olan aktivist Minou Tavárez Mirabal'ın da konuşmacı olarak yer aldığı bir panel düzenledi. Mirabal, İranlı kadınların mücadelesini hatırlattı ve "Nasıl da dik duruyorlar erke karşı. O zaman umudumuz ateşleniyor" dedi.

TBB bugün 25 Kasım Kadına Yönelik Şiddete Karşı Uluslararası Mücadele Günü kapsamında “Kadınların Adalete Erişimi” konulu bir panel düzenledi. Akademisyen Eylem Ümit Atılgan’ın moderatörlüğünü üstlendiği panelde, Dominik Cumhuriyeti’nde Diktatör Rafael Trujillo yönetimine karşı mücadele veren “Mirabal Kardeşler” olarak bilinen Patria, Minerva, Maria anıldı. Minerva’nın kızı insan hakları aktivisti Minou Tavárez Mirabal konuşmacı olarak yer aldı.

'Mirabal kardeşler artık bir simge'

Panelden önce açılış konuşmaları yapıldı. Dominik Büyükelçiliği’nden Elçi Müsteşarı Lalia Gonzalez konuşmasında, “Bugün gerçekten gururluyuz, bu etkinliği hayata geçirdik. Şunu da vurgulamak isterim. Bu süreç içerisinde o kadar çok insan, kuruluş emek verdi ki. Sizlerle kelebeklerimizi paylaşmak istiyoruz. Mirabal kardeşler artık bir simge. Sadece Dominik halkı için değil, dünya genelinde kadınlar için, insan hakları için” ifadelerini kullandı.

'O inatçı iyimserliğe neredeyse dokundum'

Uluslararası Ceza Mahkemesi kapsamında yaptığı çalışmalardan bahseden Mirabal, devlet tarafından uygulanan şiddete, cinayet ve soykırıma, insanlığa karşı suçlara maruz kalan mağdurlarda inatçı bir iyimserliğin olduğunu belirtti. Kendisinin de inatçı bir iyimser olduğunu söyleyen Mirabal, “Bütün mağdurlarda ortak bir nitelik görüyorum aslında. Bu da şu: iyimserlik, inatçı bir iyimserlik. Güven Fonu’nun eski başkanı şöyle demişti: İnatçı bir iyimserlikti bu. İlk diyen oydu. 2.Dünya Savaşı’nın mağdurlarını düşünün, inatçı bir iyimserlik görürsünüz. Soykırım mağdurlarını düşünün, inatçı bir iyimserlik vardır. Çalıştığımız ülkelerde de bunu görüyorum. Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin yetkisine giren ülkelerden bahsediyorum. Uganda’ya gittim mesela geçen Eylül ayında. Orada gözetim çalışmalarımız var. Soykırım, insanlığa karşı suçlar, saldırganlık suçları 20 yıl önce vuku bulmuştu ve mağdurlar hâlâ oradaydı. Mağdurlarla konuştuk. Onlarla konuştuğumda, o inatçı iyimserliğe neredeyse dokundum” dedi.

‘Biz bu kavgayı vereceğiz’

Mirabal devamında şöyle konuştu:

İyimser olmaktan onur duyuyorum. Çünkü annem, teyzem bir karar verdi zamanında. ‘Biz bu mücadeleye devam edeceğiz’ dediler. Bunu dediklerinde suikasta kurban gideceklerini biliyorlardı ve ‘Umurumuzda değil’ dediler. Bilerek gittiler, bizi çok sevdiler. Bunu söyleyeyim. Bizi çok sevdiler. Anlattıklarını, konuştuklarını biliyorum. Hayatım boyunca sevgilerini hep hissedeceğim. Bu sevgiye karşın dediler ki, ‘Biz bu kavgayı vereceğiz’. Çünkü adil bir dünyada yaşamamızı istiyorlardı. Yaşadığımız dünyanın özgür bir dünya olmasını istiyorlardı. Barışla dolu bir dünya olmasını istiyorlardı. Demokratik bir sistemde yaşamamızı arzu ediyorlardı. Haklarımızın olmasını ve kullanabilmemizi istiyorlardı. Ben iyimser olmayacaksam, onların mirasına sahip çıkmıyorum demektir.

'Nasıl da dik duruyorlar erke karşı'

Kadına yönelik şiddetin her yerde olduğunu belirten Mirabal, “İki üç ay önce İran’da her şey statükoya göre gidiyor diye düşünürken, her bir şey olmaya başladığını gördük. Aklımıza gelen her şey şu an orada oluyor, değil mi? Gözümüzle görüyoruz. Çok acı çekiyoruz. Çünkü o kadınlar ızdırap çekiyorlar ve bizim dayanışmamıza ihtiyaç duyuyorlar. Ama o kadınları, o mücadeleyi gördüğümüz zaman, nasıl da dik duruyorlar erke karşı. O zaman umudumuz ateşleniyor. ‘Er geç, bu ayrımcılık son bulacak’ diyoruz. En azından istisnai bir hâl olacak” diye konuştu.

'Daha sona varmadık, yeni başladık'

Mirabal Kardeşlerin mücadelesinin daha adil bir dünya için olduğunu belirten Mirabal, “Bize duydukları sevgiye karşı bir savaş verdi. Bizim yaşadığımız dünyanın adil bir dünya olmasını istiyorlardı. Haklarımızın olmasını ve kullanabilmemizi istiyorlardı. Ben iyimser olmazsam onların mirasına sahip çıkmıyorum demektir. Kadınların mücadelesinin özünde umut ve dayanışma vardır. Feminizmin tarihinde bunu görürsünüz. Kadının mücadelesi dünyanın her yerinde devam ediyor çünkü kuşkusuz bir ilerleme kaydettik. Ancak daha sona varmadık, yeni başladık” ifadelerini kullandı.

‘Bize siyasi bedeli ağır olacak’ diye hissetmeleri lazım'

Türkiye’deki temaslarına yönelik gözlemlerini de paylaşan Mirabal, şunları söyledi:

Dört gün boyunca iştirak ettiğim her etkinlikte, herkes şunu söyledi: ‘Türkiye, İstanbul Sözleşmesi’nden çekilemez. Bu kabul edilemez.’ Gözlerinizde hep bunu gördüm, hep bunu duydum. Bunu destekliyorum. Bugün de ifade edildi. Sayın Başkanı da dinledim. Çok güçlü ifadelerle bunu vurguladınız. Biz de bunu nerede olursak olalım desteklemek durumundayız. Sizler, kadın olarak, buna destek veren erkekler olarak ve insan hakları savunucuları olarak bu kararı belki beklemiyordunuz. Belki gündeminizde yoktu ama artık gündeminizde. Bu da bir mücadele unsuru hâline geldi. İşte böyle ilerleriz biz. ‘Biz bu kararı aldık, yanımıza kalacak’ diye hissetmemesi lazım. ‘Bize siyasi bedeli ağır olacak’ diye hissetmesi lazım kararı alanların. Bunu anlamaları lazım. Eğer sesinizi yükseltebildiğiniz kadar yükseltirseniz, bunu anlarlar.

'Daha verilecek çok mücadelemiz var'

TBB Başkanı Erinç Sağkan ise konuşmasında, dört sene önce yazdığı bir mektubu okudu.

Mektubunun ardından Sağkan şunları kaydetti:

Dört senede değişen nedir diye soracak olursak, bu yazıdaki 58 sene ibaresinin yerine 62 sene gelmesi, yine bu dört senede kadın mücadelesinin ve dayanışmasının arttığı gerçeğidir. Ancak bu mücadelenin yönetim gücünü elinde bulunduranlar tarafından desteklediğini söylemek çok güç. Hatta bırakın desteklemeyi, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılmasıyla birlikte kadın mücadelesine karşı bir engelin bizzat siyasal iktidar tarafından konulduğunu ve bu mücadelenin zayıflatılmaya çalışıldığını görüyoruz. Maalesef dört yılda konuşmanın sonunda saydığımız kadın cinayetlerine yüzlercesinin eklendiğini görüyoruz. Son olarak daha dün Manisa’da Hülya Alkan.

Kadın hakları hareketini, tarihin akışını değiştiren hiçbir toplumsal hareketten, hiçbir insan hakları, özgürlük ve demokrasi mücadelesinden ayrı düşünmemiz mümkün değildir. Ne kölelikle mücadele ne emek mücadelesi ne vatandaşlık mücadelesi kadınlar olmadan başarıya ulaşamazdı. Daha verilecek çok mücadelemiz var. TBB olarak kadına yönelik şiddeti sonlandırmak ve kadınların adalete erişimini sonlandırmak için hem ulusal çapta barolarımız, meslektaşlarımız ve demokratik kitle örgütleriyle hem de uluslararası işbirlikleriyle sürdürdüğümüz mücadelemizi büyütmeye devam edeceğiz. Erkek şiddetleri nedeniyle hayatlarını kaybeden bütün kadınları saygıyla anıyorum. Son söz olarak, İstanbul Sözleşmesi’nden vazgeçmeyeceğiz. Yaşasın kadın mücadelesi.

Siyaset Haberleri