Salgın ile birlikte sağlık hizmetlerine erişimimiz kısıtlandı, beslenmeden uykuya kadar tüm düzenimiz bozuldu. Peki son iki yılda Türkiye’de hangi hastalıklarda artış gözlendi? Kronik hastalıkların içerisinde şeker hastalığının artma oranı kanser hastalıklarını bile geride bırakmış durumda. Bunda hareketsizlik ve yanlış beslenmenin etkisi büyük. Ölüm sebeplerine baktığımızda kontrolsüz hipertansiyon sebebiyle kalp-damar hastalıkları zirveyi başka hastalıklara bırakmıyor. Bursa Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Halk Sağlığı Ana Bilim Dalı’ndan Prof. Dr. Kayıhan Pala, halktv.com.tr’ye son yıllarda artan hastalıkları açıkladı.
Hareketsiz yaşam
Türkiye’de kronik hastalıklarda artış var. Bu kronik hastalıklar artışında şeker hastalığı son yıllarda ciddi bir artışla ilk sırada karşımıza çıkıyor. Şeker hastalığı hem erişkinlerde hem de çocuklarda daha fazla görülen bir hastalık olmaya başladı. Bunun en önemli iki nedeni; beslenme ve yaşam biçimi. Çocuklar bundan 20-30 yıl önce kendi mahallelerindeki okullara yürüyerek ya da bisikletle gidip gelme olanağına sahiptiler. Oysa şimdi çocukların büyük çoğunluğu ya anne-babaları tarafından araçlarla, servislerle ya da toplu ulaşımla okullara gitmek zorunda kaldıkları için günlük hareketlerinde azalma var. Bu önemli bir neden ama tek başına değil.
Gıda güvenliği
Çocukların karşı karşıya kaldığı diğer bir sorun da sağlıksız gıdalar. Bunların içerisinde fast-food yiyecekler ve kolalı içecekler ciddi bir sorun. Yapılan birçok araştırma kolalı içeceklerin, çocuklardaki şeker hastalığının en önemli nedenlerinden bir tanesi olduğunu gösterdi.
“Gazlı içeceklerin çocuklarda sadece şeker hastalığını değil aynı zamanda dolaşım sistemi ve kalp hastalıklarını da artan sıklıkla gündeme getirmeye başladı. Kronik hastalıklar listesinde özellikle kalp hastalıkları ve damar hastalıkları da giderek karşımıza çıkıyor” diyen Prof. Dr. Kayıhan Pala ikinci sırayı solunum sistemi hastalıklarının oluşturduğunu söyledi.
Hava kirliliği
Solunum sistemi hastalıklarında da bir artış görüyoruz. Solunum sistemi hastalıklarındaki artışla ilgili de temel değişim de hava kirliliği. Çünkü tütün zaten özellikle erkeklerde ciddi bir solunum sistemi hastalığı nedeni. Bunun yanı sıra araştırmalarda ortaya koyduğu gibi hava kirliliğinin de çok ciddi bir şekilde artıyor olması özellikle kömürlü termik santrallerin, sanayi bölgelerinin, yolların yakınında ve trafiğin yoğun olduğu kentlerde yaşayanlar açısından ciddi bir hava kirliliği sorunu var. Hava kirliliği de artık DSÖ’nün söylemine göre hem hastalanmalar, hem erken ölümler açısından tütün tüketmek kadar zararlı. Bu da karşımıza çıkan sağlığı tehdit eden sorunlardan bir tanesi.
Kanser vakaları
Üçüncü sırayı ise kanser alıyor. Prof. Dr. Pala, “Erkeklerde akciğer, kadınlarda meme kanserleri başta olmak üzere kanserlerdeki artışı daha fazla görüyoruz” diyor. Bunun çeşitli nedenleri var. Bir tanesi ömür uzadığı için yaşlanma döneminde erkeklerde prostat kanseri daha fazla görülmeye başlandı. Ama kanserlerin görülmesinin arkasındaki tek neden ömürdeki uzama değil. Bunun yanı sıra iki tane daha neden var. Bir tanesi artık kanser tanısı koymak için teknolojik olanaklarımızın olması. Tıbbi teknolojideki gelişmeler ve kanser tanısını daha fazla biliyoruz. En az bunlar kadar önemli Türkiye açısından başka bir sorun da çevresel maruziyetler. Hava kirliliği, DSÖ tarafından akciğer kanserinin nedeni olarak sınıflandırılıyor. Mesane kanserinin de daha fazla görülmesine yol açan önemli bir neden. Hava kirliliği ve diğer çevresel etkilenimler, su kirliliği, gıda kirliliği, toprak kirliliği, gıda güvensizliği, bütün bunlar bir araya geldiğinde akciğer ve meme kanserlerinin yanı sıra diğer kanser alanlarında da bir artışı karşımıza getiriyor.
Prof. Dr. Kayıhan Pala, “Türkiye’de genel olarak kanser tanısında artış olduğundan söz etmemiz gerekir. Bunun arka planındaki kirlilik konusunu vurgulamakta yarar var, hava kirliliğinin çok yüksek olduğu yerlerdeki kanser görülme sıklıkları daha yüksek. Bu arada, bu kirliliğin yüzey ya da yer altı sularının kirlenmesinin o sularla karşımıza getirilen gıdalar, sebzeler, meyveler, hayvanlar açısından da bir risk oluşturduğunu aklımızdan çıkarmamamız lazım” diyor.
Kalp hastalıkları
Dördüncü sırada ise kalp hastalıkları yer alıyor. Türk Kardiyoloji Derneği’nin geçen yıl yaptığı açıklama, kalp krizleriyle gelen hasta sayısında bir önceki yıla göre yüzde 50’lik bir artış olduğunu gözler önüne serdi. Pandemi sırasında, pandemi dışındaki hastalıkların sağlık hizmetine erişmesi ile ilgili sınırlılıklar oldu. Kontrollerini düzenli olarak yaptıramayan hastaların daha sonra acil servislere inme, kalp krizi vb. hipertansif atak gibi tablolarla başvurduğunu biliyoruz.
Nörolojik ve psikiyatrik hastalıklar
Beşinci sırayı ise nörolojik ve psikiyatrik hastalıklar alıyor. Sağlık hizmetlerine erişimin önüne engeller çıktıkça kronik hastalıklarla ilgili sonuçların daha olumsuz olduğuna da tanıklık ediyoruz. Buna da salgın sırasında yalnız başına yaşayan ve sosyalleşemeyen yaşlıların nörolojik ve psikiyatrik hastalıklar açısından risklerinin arttığını, depresyon görülme sıklığının çok ciddi bir şekilde arttığını söylemek mümkün. “Bursa’da kadın sağlık çalışanları arasında yaptığımız bir araştırmada depresyon görülme sıklığının neredeyse yüzde 50’lerin üzerinde olduğunu, her 3 kişiden 2’sinde depresyon belirtileri bulduğumuzu söyleyebilirim” diyen Prof. Pala, “Bunu topluma genelleyemeyiz ancak DSÖ’nün ve bazı meslek örgütlerinin vurguladığı, bazı araştırmaların ortaya koyduğu gibi; dünyada depresyon başta olmak üzere ruh sağlığı sorunlarında da bir artış eğilimi var. Türkiye’de de var. Hem de pandemi nedeniyle daha da yükseğe çıkmış gibi görünüyor. Son zamanlarda daha fazla karşımıza çıkan hastalıklar içerisinde özellikle yoksulluk ve derin yoksulluğa bağlı, beslenme sorunlarının yanı sıra bir takım ruhsal bozuklukların da ortaya çıkmaya başladığını da söylememiz gerekir. Bunları da maalesef rakamlar üzerinden söylemek pek mümkün görünmüyor” diyor.
Nörolojik hastalıklarda da ömrün uzamasına bağlı olarak demans ve Alzheimer başta olmak üzere bir artış olduğu gözleniyor. Ama veriye dayalı değerlendirme olanağımız yok. Bunların daha genç yaşlarda görüldüğüne ilişkin bir bulgu söz konusu değil.
Ölüm sebebimiz kalp'ten!
Bilimsel metodlarla yapılan verilere bakarsak, Türkiye’de ilk ölüm nedenleri arasında kalp-damar hastalıklarının ön plana çıktığını, kan basıncının kontrol altına alınmamasının en önemli ölüm nedeni olarak göründüğünü, bunun yanı sıra tütün kullanımının ve hareketsiz yaşamın, iyi beslenememenin (hem yetersiz, hem aşırı beslenme olarak), ayrıca kadınlarda daha fazla olmak üzere Türkiye’de bir aşırı kiloluluk ve şişmanlık meselesinin ön plana çıktığını söylememiz gerekir. Halk sağlığı açısından bakıldığında kadınlarda çok daha yüksek ama erkeklerde de bu sorun kalp damar hastalıklar, şeker, hipertansiyon, metabolik sendrom gibi sorunları gündeme getirmesi açısından da çok önemli.
Bunun çocukluk çağında da bir artış eğiliminde olduğunu gözlüyoruz. Bursa’da 1985’lerden itibaren yaptığımız çocuklardaki aşırı kiloluluk ve şişmanlık görülme sıklığı araştırmasına göre her 10 yıllık zaman diliminde bir artış eğilimi karşımıza çıkıyor. Başka araştırmalarda da bu gösterildi. Dolayısıyla çocukluk çağı aşırı kiloluluk ve şişmanlığı Türkiye açısından çok önemli bir sorun. Çünkü önümüzdeki 10 yıllarda bu çocuklar erişkinliğe geçtikçe daha da fazla etkisini göreceğiz.
.
Veriler yeterli ya da güvenli değil
Türkiye’de hangi hastalıkların daha fazla görüldüğüne dair değerlendirme yapabilmek için geçerli ve güvenilir sağlık istatistiklerine ihtiyaç var. Ama sağlık bakanlığının istatistiklerinde çeşitli sorunlar var. Bu sorunların başında da bazı hastalıkların kayıtlar içerisinde yer almaması ve verilen rakamlara ilişkin güvenilirlik geliyor. Öte yandan özellikle hastalıklar açısından bakıldığında Türkiye’de hastalıkların uluslararası kodlamasına göre ICD-10 sistemine göre kodlama sonuçlarında da sıkıntılar var. Çünkü Türkiye’de sosyal güvenlik kurumu bazı ilaçları ve tedavileri bu kodlara göre düzenlediği için hekimler bazen hastaya o tanıyı koymasalar bile o tetkiki ya da tedaviyi isteyebilmek için hastanın tanısı dışındaki tanıları da koymak zorunda kalıyorlar. Bu da ICD-10 kodları üzerinden bir değerlendirmeyi daha da zorlaştırıyor. Bütün bu zorluklara bakıldığında, zaman içerisindeki değişimi veriye dayalı olarak göstermek pek mümkün görünmüyor. Burada iki tane önemli başka veri kaynağı var. Bir tanesi saha araştırmaları. Diğeri de bu araştırmalardan ve verilerden yola çıkılarak yapılan istatiksel modeller.
.
TÜİK ve Bakanlık rakamları açıklamıyor
"Sağlık Bakanlığı, hastalıklar ve ölümler ile ilgili verileri yalnızca eksik bildirmekle kalmıyor, bir de verileri bildirmeme konusunda da bir tutum var" diyen Pala sözlerini şöyle tamamaldı:
"Şuradan değer biçelim; 2022 yılının sonuna gelirken halen 2020 yılı ölüm sayıları ve ölüm nedenleri TÜİK tarafından açıklanmadı. 2021 yılı açıklanmadı. Türkiye’de 2020 yılında kaç kişinin öldüğünü bilmiyoruz. TÜİK'in bunu 1.5 sene önce açıklaması gerekirdi, açıklamadı. Birkaç ay önce 2021 yılını açıklaması gerekirdi, açıklamadı. TÜİK açıklamadı, sağlık bakanlığı açıklamadı. Biz nereden bileceğiz hangi hastalıklar nedeniyle insanlar öldü, kaç kişi hastalandı, hastalanan ve ölenlerin yaş dağılımı, cinsiyet dağılımı; bunların hiç birisini bilmiyoruz çünkü açıklanmıyor. Ölüm nedeni Covid olduğu halde ölüm nedeni Covid olarak kayıtlara geçmeyen çok fazla kişinin varlığı biliniyor, bunların kanıtları var. Sosyal medyaya yansıdı, gazetelerde yer aldı. Maalesef işte Türkiye’de veriye dayalı değerlendirme gerçekten çok zor."