İktidar, deprem felaketiyle mücadelede basiretsiz, beceriksiz bir yönetim sergiledi. Basiretsizliğin ve beceriksizliğin kaynağı ise yönetim sistemiydi. Bütün yetkilerin cumhurbaşkanında toplandığı cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminde hiçbir kamu görevlisi yetki kullanamıyor. Talimat almadan görevini yerine getiremiyor. Bu da deprem, yangın, sel gibi afetlerde can ve mal kaybının artmasına neden oluyor.
Depremle ilgili olarak, bakanlar diyorlar ki, “Biz deprem olunca hazırlığımızı yaptık, raporlarımızı hazırladık Cumhurbaşkanı’nın onayına sunduk. Onay gelince de sahaya indik.”
Oysa deprem, sel, yangın gibi vatandaşın can güvenliğini tehdit eden afetlerle müdahale etmek için cumhurbaşkanından emir almayı beklemeye gerek yoktur. Böyle bir afet karşısında o ilin valisi güvenlik güçlerini görevlendirir ve anında müdahale edilir. Valinin görevi budur. Ancak valiler böyle bir yetki kullanmaktan kaçındılar.
“Cumhurbaşkanı emir vermeden ben görev verirsem acaba kızar mı? Beni görevden alır mı?” diye çekindikleri için yetkilerini kullanmadılar.
Bakanlar da öyle. Depremin enkazı altında çığlık atan, kurtarılmayı umut eden vatandaşlar beklerken Cumhurbaşkanı'ndan emir almadan müdahale edilseydi kötü mü olurdu? Kurtarma işlemi başladıktan sonra Cumhurbaşkanı’na rapor verilseydi, Cumhurbaşkanı, “Ben talimat vermeden neden insanları kurtardınız” mı diyecekti? Veya müdahale için onay beklerken Cumhurbaşkanı "onay vermiyorum, insanları kurtarmayın" mı diyecekti?
Elbette hayır.
Bu durum, tek adam sisteminin ürettiği basiretsizlik, beceriksizlik, yetki kullanmaktan korkma halidir ve maliyeti ağır olmuştur. Basiretsizliğin, beceriksizliğin başka örnekleri de var.
Örneğin bölgeye koordinatör vali olarak atanan Vali Bey dahiyane önerilerde bulundu! Diyor ki, “Memurlar, işçiler bir ay maaş almasınlar. Ne olacak yani? Aç kalmayız.” Vali Bey bununla da yetinmeyip, “herkes malvarlığının yüzde 10’nu bağışlasın” diye bir proje de ortaya attı.
Devletin bütün olanaklarını, toplanan yardımları depremzedelere seferber etmekle görevli ve sorumlu Vali, “memurlarla işçiler maaş almasın” diyor.
Onların maaşından depremzedelere yardım etmeyi düşünüyor. Yaratıcı bir zeka! Şimdi gözünü memurun, işçinin geçinemediği maaşına dikmiş bir Vali, deprem bölgesinde koordinasyonu sağlayacak! Liyakatın uğramadığı bir yönetim kadrosundan başka ne beklenebilir ki?
Bir başka örnek.
Türkiye’yi uzay yarışına sokacak, gönderdiği uzay aracıyla Ay’a sert iniş yapacak Uzay Ajansı’nın başındaki kişi depremle ilgili konuştu. Söylediği şu: “Uzaydan atılan sivri uçlu çubuklar depreme neden oluyor.”
Güler misin ağlar mısın?
Bir bilim kurumunun bayındaki kişinin deprem izahı bu!
Örnek çok.
AFAD’ın acil müdahale ekibinin başında bir ilahiyatçı var. Hayatında arama - kurtarma diye bir faaliyeti olmamış. Bir eğitim de almamış. Bildiğiniz ilahiyatçı. Özgeçmişine bakıyorsunuz, kayınpederinin kurduğu tarikata bağlı vakıfta müdürlük yapmış. Oradan Diyanet’e geçmiş, oradan da AFAD’a genel müdür olmuş. Yine liyakat hak getire. Sadakat ve biat atanmak için yeterli. Ama deprem olunca ilahiyatçı arama kurtarma müdürünün bir katkısı olmuyor. Daha
önce büyükelçi yapılan eski AFAD Başkanı Türkiye’ye çağırılıyor ve deprem bölgesinde görevlendiriliyor.
Tıp fakültesine veteriner yönetici de bu iktidar zamanında atandı.
Karabük Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’ni de bir ilahiyatçı dekan olarak atandı. “Ben mimarlık eğitimi almadım” dedi. Kamuoyundan gelen tepkiler üzerine istifa etti.
İktidar için imam olmak, imam hatipli olmak, ilahiyatçı olmak her göreve atanmak için yeterli. Artık nasıl bir eğitim görüyorlarsa AFAD arama kurtarma ekibinin başına, uzay bilimlerinde uzmanlığa, üniversitelerde rektörlüğe, ilgisiz fakültelerde dekanlığa atanabiliyorlar.
Atanabiliyorlar ama Türkiye’de devasa bir yönetim boşluğu da yaratıyorlar.