Kitap Kokusu’nda da yazmıştım. Çok küçüktüm. Kitapların o muhteşem kokusuna vuruluşum evdeki kitap sandığının açılmasıyla olmuştur. O kadar güzel bir kokuydu ki hissettiğim, tarifi mümkün değil. Öyle tasarlayarak, planlayarak olmuş bir şey değildi, zaten tasarlanacak bir şey de değil biliyorum. Aniden oldu nasıl olduysa. “Kitapların gerçekten koktuğu dönemlerde çocuk olmanın getirdiği bir şans sadece” diye yazmıştım yine bir dergide.
Şu yaşıma kadar getirdim bu alışkanlığımı. Tabii ki kitap koklayan milyonlarca insandan biriyim, bana özgü bir durum değil, dolayısıyla çok “özel” bir tutkuya sahibim diyemiyorum. Ama kitap kokusunu takip ederek Glasgow’daki büyük kütüphane dahil olmak üzere, resmi/özel bir çok kütüphaneyi gezdim kimi ülkelerde. Bir Irak gezimde ABD saldırısında yanmış kitaplarla dolu Bağdat Kütüphanesi’nin önünde pek fena oldum. İngiltere’nin ortalarındaki Arundel bölgesinin kontunun şatosunda hemen her konuda binlerce kitapla dolu olan, ancak nefret ettiği için müzikle ilgili tek bir kitap bulundurmadığı kütüphanesini de gezdim. Pepys’in Günlükleri’nin orijinal iki cildini yakından görmek gibi bir bahtiyarlığım da vardır. Noktalama işaretleri kullanılmadan yazılmış 300 yıllık İncil’i gördüğümde de çok heyecanlanmıştım.
Sahaflar bir başka
Hep o koku peşinde oldu bunlar. Ama henüz ortaokul öğrencisiyken önce Beyazıt’a, Sahaflar Çarşısı’na götürmüştü beni bu koku. Eski kitaplarla, dergilerle buluşmak, onlara sahip olmak az mutluluk değildi. Kimilerinin değişim sandığı bir sürecin ardından eski tadı kalmadı artık ama yolumu düşürdüğüm olur zaman zaman hala. Sahaf sevenleri tamamen mutlu edecek bir hali kaldığını söyleyemem. Bu işi iyi bilenleri tanıdım. Aynı zamanda felsefeci olan Arslan Kaynardağ’ın sahibi olduğu Elif kitabevine sık gitmişliğim vardır. Şimdi bu dükkan harika bir adamın sahipliğinde varlığını sürdürüyor. Zaten bu yazının konusu da o.
Kaynardağ kitaplar yazan bir sahaftı aynı zamanda. Entelektüel bir çevresi vardı. Sahaflığı yazan, anlatan sahaf olduğunu da pek sanmazdım. Bir gazetede “Sahaflar Çarşısında Görüp İşittiklerim“ adlı bir kitabın çıktığını okuyunca çok sevindim bu yüzden. Yazıyı okuduğum aynı gün kalktım sahaflara gittim. Kitap çok yeni çıktığı için olsa olsa Elif kitabevinde olabileceğini düşündüm. Çünkü yazarı, şimdiki sahibi olan sahaf Turan M. Türkmenoğlu‘ydu. Herhalde başka yerden çok önce oraya getirmişlerdir dedim.
Bildiğim bir mekan olduğu için Beyazıt kapısından girip kitabevine yaklaştığımda karşısındaki ağacın altında telefonuyla konuşan, ancak beni görünce ayağa kalkan bir beyefendi gördüm. Üzerime alınmadım haliyle ama konuşmasını hemen kesip, o sırada sonradan oğlu olduğunu öğrendiğim Burak’la yanımıza gelip oğluna “bu beyefendiyi tanıyor musun? Gazetecidir“ deyince çok şaşırdım tabii. Ekranın azizliği, iyi bir izleyici olduğu için, sonradan müthiş olduğunu kitabını okuyunca daha iyi anladığım hafızasında yer edinebilmişim demek ki. Meğer kitabın yazarı Turan beymiş karşımdaki.
İçeriden anlatmak
Nasıl hoşsohbet, nasıl dolu bir adam. Aynı ağacın altında karşılıklı çay içip sohbet ettik. Harika kitabını da imzalamak lütfunu gösterdi. Seveceğimi tahmin etmiştim, yanılmamış, kitabı okuyunca çok ama çok sevdim. Ortaokul yıllarımdan beri gittiğim, araya giren yurtdışı sürecinde gerçekten çok özlediğim sahafların inanılmaz bir tarihini yazmış Turan bey. İnsanlar geçidi bir anlamda. Bazılarını hatırladığım isimler var. Çok çok güzel yaşanmışlıklar kaleme almış Turan bey. Velud da bir yazar bu arada. Hayli kitabı var. Demek ki Sahaflar Çarşısı içinden kendisini anlatabilecek bir yazar da çıkarmış. Çok sık gidip gelenler için bile “dışarısı“ sayılacak bu harika çarşıyı “içeriden“ bu kadar iyi bilenlerden olmak her okuyucu için büyük şans.
Kaya’nın yakılan belgeleri
Çok şaşırtıcı tanıklıkları okuyacaksınız. Ben Onlarcası içinden beni çok etkileyen birini aktarayım. Eski İçişleri Bakanlarından Şükrü Kaya’nın tahliye edilen eşyaları arasında kitapları da vardır.Turan bey onlara talip olur. Ayrıntılarını kitaptan okursunuz. Evin kahyası Turan beye şunları söyler: “O hayatta olsaydı böyle mi olurdu? Ölümünden sonra Milli Emniyet’ten geldiler, sizin aldığınız dolaplar var ya! Onlar dosyalarla, klasörlerle doluydu. Bir kağıt parçası bile bırakmadan hepsini havuzun içine doldurdular. Üzerine benzin döküp ateşe verdiler. Gümbür gümbür yandı dosyalar“.
Korkunç. Belki de siyasi tarihimizin çok önemli olaylarını, belgelerini okuyabilseydik başka türlü bir tarihle karşılaşmış olacaktık. Kitapta, eli kalem tutan, hafızası güçlü bir sahafın tanıklığıyla o çarşıda nelerin yaşandığını okurken, şaşıracağınız kimi olayları da öğreneceksiniz.
İnsan aklı her şeyin depolandığı bir anı/düşünce ambarı değil, kuşkusuz O nedenle kağıda, kaleme ihtiyaç var, onları tarihe “yazabilmek“ için. Turan bey sorumluluk sahibi bir aydın olarak bunu başarıyla yerine getirmiş.
Şans işte. Aldığım, Turan beyin o güzelim el yazısıyla imzalayıp verdiği bu muhteşem kitabın son sayfaları eksik çıkıverdi. Bu haliyle özel tabii. Ama beis yok, öyle kitaplar vardır ki, kendini her türlü okutur.
Ellerine sağlık Turan M. Türkmenoğlu’nun.