Yine yeniden yönetici atama yönetmeliği değişiyor! İşte arızaları

 TÜRKİYE VE EĞİTİM HEPİMİZİN
Şahin Aybek yazdı: Yine yeniden yönetici atama yönetmeliği değişiyor! İşte arızaları

İŞTE TASLAK METİNDEN YÖNETİCİ ATAMA ARIZALARI

Milli Eğitim Bakanlığı, Yönetici Atama Yönetmeliği’ni bir kez daha değiştiriyor.

Evet, yine!

Son on yılda bu başlıkla kaçıncı “yeni” yönetmeliğin yayımlandığını artık kimse bilmiyor.

Her defasında sözüm ona daha adil, daha nitelikli, daha şeffaf bir sistem olması planlanıyor.

Ama gel gör ki her yeni düzenleme biraz daha karmaşa, daha fazla belirsizlik, kaos getiriyor.

Artık eğitim paydaşları - öğretmeninden yöneticisine, velisinden müfettişine kadar herkes - bu tür “değişiklik” haberlerini duyunca gülüp geçiyor.

Kimse “bir şeyler düzelecek” diye düşünmüyor.

Aksine, neredeyse herkes, her değişikliğin işlerin biraz daha kötüye gitmesinin habercisi olduğunu düşünüyor.

Çünkü değişen yönetmelikler adil ve şeffaf olmayınca güven duygusu da yavaş yavaş eriyor.

Yeni yönetmeliğin yayımlanan taslağında bir Yönetici Akademisi’nden söz ediliyor. Ancak

Yönetici Akademisinin işlevi, teşekküllü hakkında korkunç bir belirsizlik var.

AKADEMİDEKİ BELİRSİZLİĞİN SEBEBİ: “KERVAN YOLDA DÜZÜLÜR” ANLAYIŞI MI, YOKSA “AMAN FİNCANCI KATIRLARINI ÜRKÜTMEYELİM” DÜŞÜNCESİ Mİ?

Bu akademinin ne olduğu, kimleri kapsayacağı, nasıl işleyeceği hâlâ kimse tarafından bilinmiyor.

Ortada sadece isim var; içerik yok.

Kimi açıklamalara göre bu akademi yöneticileri yetiştirecek, kimine göre puanlayacak, kimine göreyse mülakatın yerine geçecek.

Ancak şu ana kadar kimse net bir şey söyleyemiyor.

Yani sistem, daha başlamadan belirsizlik üzerine kurulmuş durumda.

Buradaki amaç “kervan yolda düzülür” anlayışı mı, yoksa “aman fincancı katırlarını ürkütmeyelim” düşüncesi mi, henüz bilinmiyor.

Ancak ne kadar uğraşsalar da fincancı katırları ürkmüş durumda.

Akademi bir eğitim süreci mi olacak, yoksa yöneticilik için yeni bir “filtre” mi?

Yoksa sadece adı değiştirilmiş, ama özü aynı olan bir mülakat sistemi mi?

Yani şu an hepsi belirsiz.

Ve maalesef belirsizlik, adaletsizlikten bile daha yıpratıcı.

PROJE OKULLARINDA ZATEN “SENİ SEÇTİM PİKACHU” YÖNTEMİ VARDI

Zaten hâlihazırda proje okullarında yıllardır keyfî atamalar yapılıyor.

Kimlerin hangi ölçütlerle seçildiği ya da seçileceği belli değil.

Yöneticiler, becerilerine göre değil, çoğu zaman çeşitli STK’larla, dini gruplarla, hemşehri gruplarıyla veya siyasilerle olan bağlantılarına göre belirleniyor.

Eğitim camiası bu duruma, popüler bir çizgi film karakterinden hareketle “Seni Seçtim Pikachu yöntemi” diyor.

Çünkü ortada ne objektif bir kıstas var, ne eşit yarışma olanağı ne de bir sıralama puanı…

Sadece atama erki olan veya onunla güçlü ilişkileri bulunan biri “şakkadanak” sihir gibi istediği kişiyi makama oturtur.

Hülasa proje okullarında adalet ve eşitliğin helvasını yiyeli çok olmuştu. Ancak proje okulları dışında kalan diğer okul türlerinde yalnızca puan üstünlüğüyle, yani sıra tayiniyle daha adil atamalar yapılıyordu.

Herkes emeğiyle, puanıyla, sırasıyla yarışırdı. ADİL bir sistem vardı.

Şimdi ise tüm okul yöneticilerinin aklındaki soru şu:

Yeni sistem, o azıcık adalet kırıntısını da mı ortadan kaldıracak?

Yönetici Akademisi ve yeni puanlama düzeni, liyakati değil, “uygun görülenleri” mi ödüllendirecek?

MEVCUT YÖNETİCİLER MADEM YETKİN DEĞİLDİ NEDEN 4 YA DA 8 YILDIR AYNI OKULU YÖNETEREK EĞİTİM-ÖĞRETİM ZAAFİYETİNE SEBEP OLDULAR?

Yeni sistemde, görev süresini tamamlayan mevcut müdürlerin de Yönetici Akademisi’ne dâhil edilmesi, uygulamanın en tartışmalı yönlerinden biridir. Oysa bu yöneticilerin dört yıl boyunca yaptıkları yöneticilik, zaten en büyük akademi değil midir? Dört yılda kazanamadıkları beceriyi kısa sürede Akademi’de nasıl kazanacaklardır? Yönetici Akademisi’nin amacı, yöneticiliğe ilk kez aday olacak öğretmenleri yetiştirmekken, yıllardır bu görevi sürdürenlerin yeniden aynı süreçten geçirilmesi hem zaman hem kaynak israfıdır. Eğitimde nitelik, yöneticinin elindeki belgeyle değil; liderlik becerisi, vizyonu ve okul iklimiyle okul kültürüne kattığı değerle ölçülmelidir.

YÖNETMELİK HER DEĞİŞTİĞİNDE EK-1 VE EK-2 FORMU DEĞİŞİYOR: MÜDÜRLER ARTIK OKUL DEĞİL, BELGE YÖNETMEYE ÇALIŞIYOR

Yönetmelik değiştikçe ek formlar da değişiyor.

Her yeni dönemde, her yeni yönetmelikte “Ek-1” ve “Ek-2” adında bir belge yani puan kıstası geliyor.

Bu yılki taslak Ek1 formunun B maddesinde, tamamen şeffaf olmayan, yoruma açık ve görece puan kıstasları yer alıyor.

Bunlar somut ve objektif ölçmeden uzak ölçümler.

Okul müdürleri artık okul değil, belge yönetiyor.

Her yeni formda puan kazanmanın yollarını arıyor, hangi etkinliğin kaç puan getirdiğini hesaplıyor. Okul müdürleri liderlik yerine bir tür “puan puan dansında” puan toplamak derdindeler.

Asıl görevi öğrencinin, öğretmenin ve okulun geleceğini planlamak ve konuşmak olan yöneticiler artık sadece “hangi belge kaç puan eder” diye konuşuyor.

Kimi yöneticiler sırf puan kazanmak için göstermelik etkinlikler düzenliyor, kimisi belgeler hazırlayıp fotoğraf çektirmenin peşine düşüyor.

Sonuçta ne okul gelişiyor, ne sistem.

Geriye sadece evrak israfı ve ortaya atılan yalan başarı hikâyeleri kalıyor.

EK1 FORMUNUN B BÖLÜMÜNDEKİ ARAZLAR

Ek-1 formunun en tartışmalı kısmı ise B Bölümü.

Bu bölümde zaten şeffaf olmayan ve belirlenemeyen kıstaslarla ölçülen birçok madde var.

Ancak bunların içerisinde, “okulun STK’larla ve yerel kurumlarla ilişkisini” değerlendiren madde en dikkat çekeni.

Kâğıt üzerinde bu ilişki “iş birliği” olarak tanımlansa da, STK’ların okullara hükmetmesine dönüşüyor.

Hangi STK’larla çalışılacağı, hangi sınırlar içinde kalınacağı net değil.

Bu muğlaklık, okul yöneticilerini puan kazanmak için neredeyse her teklife “evet” demeye zorluyor.

Bazı bölgelerde bu durum, tarikat bağlantılı derneklerle yapılan ortak etkinliklere kadar uzanıyor.

Bu ilişkileri yürütmeyen ve oradaki puanı almayan yöneticiler ise, “çevreyle ilişkisi zayıf” veya “topluma kapalı” olarak değerlendiriliyor.

Sonuçta okul müdürü, eğitim lideri olmaktan çıkıyor. Yerel dengeleri sağlamaya çalışıyor.

Üstelik sistem, gerçekten işini yapanı değil, ”işini bilen”i ödüllendiriyor.

Kimin daha fazla belge ürettiği, kimin dosyasının daha kalın olduğu önemli hale geliyor.

Usulüne uygun sahte belge hazırlamayı bilen yöneticiler daha yüksek puan alıyor;

emek verip gerçekten fark yaratmaya çalışanlarsa, belgeleri eksik diye geride kalıyor.

Bu anlayış, eğitim yönetiminin ruhunu zedeliyor.

Liyakat yerini uyum kabiliyetine, vizyon yerini belge sayısına bırakıyor.

Oysa gerçek liderlik, gerektiğinde “hayır” diyebilme cesaretidir.

Bir okulun itibarı, yöneticisinin bağımsız karar verebildiği yerde başlar.

MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞI NE YAPMALI?

-Yönetmelikler bu kadar sık değişmemeli; eğitimde istikrar, adaletin ilk şartıdır.

-Yönetici Akademisi kavramı netlik kazanmalı , mülakatın yeni hali olmamalı ve nasıl işleyeceği açık, ölçütleri net olmalıdır.

-Ek 1 formu kişisel kanaate ve sonradan hazırlanacak usulsüz evraklara değil, ölçülebilir verilere dayanmalıdır.

-Ek1 formunun B Bölümü, özellikle ideolojik ve dini etkilerden arındırılmalı; yalnızca kamu yararına çalışan kuruluşlarla sınırlı tutulmalıdır.

EĞİTİMDE EN BÜYÜK KRİZ, ADALET KRİZİDİR

Eğitimde yöneticilik bir makam değil, bir vicdan işidir.

Ama her yıl değişen yönetmelikler puan odaklı şeffaf olmayan formlar bu vicdanı törpülüyor.

Bir okulun kalitesi artık yöneticisinin kim olduğundan çok, hangi sistemin adaletsizliğine maruz kaldığına bağlı hale geldi.

Gerçek liyakat belgede değil, duruşta, karar mekanizmasında, kriz yönetiminde gizlidir.

“Adil olmayan hiçbir ölçme, eğitim değildir.” Adaletin iyice yıprandığı toplumda seçilirken adaletten yoksun gelen yöneticinin adil yönetmesi de mümkün değildir. Türkiye Hepimizin, Eğitim Hepimizin…

Eğitim Haberleri