Toplumların hayatında yükseliş ve çöküş topyekündür. ‘Yıldızın parladığı anlar’da ışıltı her yerdedir. Işık herkesin üzerine vurur. Tersi de geçerlidir. Çöküş de herkesi etkiler.
Bir toplum yükselişe geçtiyse bu, ekonomiden sosyal hayata, kültürden spora, siyasetten medyaya ve reklama kadar hayatın tüm katmanlarında hissedilir ve bu yükseliş trendi her kesimde kendisini gösterir. Çöküş zamanları da böyledir.
Sorum şu: Türkiye şu son yıllarda yükseliyor mu, yerinde mi sayıyor yoksa geriye mi gidiyor?
Parlıyor muyuz? Dökülüyor muyuz?
Dünyadan nasıl görünüyoruz mesela? Küresel algımız nasıl?
Esas soru şu:
Ne oldu da Türkiye bu duruma düştü?
Uluslararası arenada geçerli tüm önemli kriterlerde (demokrasi, hukuk, insani yaşam, basın özgürlüğü, milli gelir vs.) neden dökülüyoruz?
Tüm bu soruların yanıtı, son depremle birlikte ortaya çıkan tabloyla bağlantılı.
Sistem.
Tek adama dayalı yeni sistem. Çünkü kontrol/denetim sistemi ortadan kalktı.
O zaman da toplam kalite düşmeye başladı. Liyakat yerini keyfi yönetime bıraktı. Futbol bile bundan nasibini aldı. Uluslararası turnuvalara neden katılamıyoruz yıllardır?
Enkaz altındayız. Üzerimizde tonlarca ağırlığında yük. Ama bu enkazdan çıkmalıyız. Çıkacağız. Umudumuz ve tesellimiz kırılan bu fayla beraber milletin birleşmesi. Halkımızın acıda yüreklerini buluşturması. Bu seferberlik ve dayanışma ruhu bizi enkazdan çıkaracak. Bu sistemi değiştirmeliyiz. Ortak akla dönmeliyiz. Yoksa daha ağır bir deprem ve daha büyük bir enkaz bizi bekliyor. Gelecek seferki enkazın altından kalkamayabiliriz. Belki bu son şans.