Merkez Bankası’nda ilgili uzmanların yüzde 70’i de aşacak bir enflasyon görünümü olduğuna dair yönetime rapor sundukları konuşuluyor. Resmi enflasyon şu anda yüzde 54’ün üzerinde. Ekonomistler ve yatırım kuruluşlarının tahmini, yüzde 60’ı da aşıp orada zirve yapacağı yönündeydi. Ama Rusya’nın Ukrayna’yı işgali bütün hesapları değiştirdi. Petrolün varil fiyatı 130 dolara kadar yükseldi. Savaşın uzaması ve Amerika’nın Rusya’ya koyduğu petrol ambargosunun yayılması durumunda 200 dolara yükseleceği konuşuluyor.
Uluslararası piyasalarda yaşanan fiyat artışı içeride benzine, motorine anında yansıyor. Türkiye’de akaryakıt fiyatı şöyle belirleniyor: İtalya piyasasındaki (Cenova/Lavera) 95 oktan benzin ve motorin için yayımlanan günlük fiyatların ortalaması, Merkez Bankası’nın dolar satış kuru üzerinden TL’ye çevriliyor. Buna ÖTV (Özel tüketim vergisi) ve EPDK (Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu) payı ekleniyor.
Benzine, mazota neden zam üzerine zam geldiği bu formülden belli. Çünkü hem dünyada petrol fiyatı artıyor hem dolar yükseliyor. Üzerine bir de vergi biniyor…
Ekonomi yönetiminin dünyadaki petrol fiyatını belirleme şansı yok. Dolar/TL’de yapabilecekleri de sınırlı. Ama vergi, kendi elinde.
Nitekim devlet bu yıla kadar “eşel-mobil sistemi” gereği petrol fiyatındaki yükselişi içeriye yansıtmamak için ÖTV’den feragat ediyor, gelen zam kadar vergiyi indiriyordu. Şimdi neden yapmıyor?
Eşel-mobil sistemi 2017 ile 2021 arasında üç buçuk yıl uygulandıktan bu ayın başında kaldırıldı. Petrol fiyatlarındaki artışlar anında pompa fiyatına yansıtılmaya başlandı. Neden?
Bir de KDV var. Motorinde şu anda 2.055 TL ÖTV olduğu hesaplanıyor. KDV ise 3.285 TL. Yani fiyat artışından dolayı KDV, ÖTV’yi aşmış durumda! (Her gün zam geldiği için rakamlar değişmiş olabilir ama işin özü aynı.)
Kısa süre önce temel gıda ürünlerinde KDV yüzde 8’den yüzde 1’e çekildi. Akaryakıtta ise KDV yüzde 18. Petrol fiyatı arttıkça (yüzde olarak hesaplandığı için) devletin KDV geliri katlanarak artıyor.
Devletin akaryakıttan elde ettiği vergi geliri az para değil. Ama kamu-özel işbirliği projeleri kapsamında verilen araç, yolcu, hasta garantileri için müteahhitlere yapılan ödemeler ya da Kanal İstanbul’a yapılmak istenen yatırım da az para değil.
İktisat kıt kaynakların nasıl dağıtılacağını inceler, iktisada giriş derslerinde bunu öğretirler. Kıt kaynaklar nasıl yönetilir? Sonuçta iş gelip siyasi tercih meselesine dayanır.
Kamu-özel işbirliği projelerinin ödemelerini TL’ye çevirmeyi reddederken benzinde eşel-mobil sistemini geri getirmek, vatandaşın ödediği KDV’ye zam üzerine zam yapmak siyasi bir tercihtir.
Peki ama bu iktisadi açıdan doğru bir tercih midir? Benzin ve motorinin Türkiye İstatistik Kurumu’nun hesapladığı tüketici enflasyonunda ciddi ağırlıkları var. Yani petrol fiyatındaki artış enflasyonu direkt etkiliyor.
Üstelik petrolün enflasyondaki payı benzin ve mazot fiyatından ibaret değil. Örneğin enflasyonda ağırlığı yüzde 0.8’den fazla olan domatesin fiyatında da mazotun ciddi payı var. Çünkü çiftçi mazot kullanıyor. Antalya’da üretilen domates İstanbul’a mazot kullanan kamyonla getiriliyor. Benzine, mazota ÖTV’yi yeniden bindirmek, enflasyon yangınının üzerine körükle gitmek demek.
İktidar yetkilileri, “Biz burada bütçe yönetiyoruz, vergileri nasıl indirelim?” diye itiraz edecektir. Ne demiştik, iktisadın işi, kıt kaynakların yönetimidir. Devletin kıt kaynakları kamu-özel işbirliği projelerinin müteahhitlerine mi aktarılacak, halka mı, soru bu.
“Ama o zaman Londra’da tahkim mahkemesine giderler.” Gitsinler. Türkiye en azından şu fırtınayı atlatacak kadar zaman kazanır.
Fakat elbette kamu-özel işbirliği projeleri yetmez, akaryakıttaki zamları vergiden karşılamak için devletin çok ciddi şekilde kemer sıkması da gerekir.
Cumhurbaşkanlığı milyar dolarlık uçaklarını, bürokratlar da Alman makam arabalarını satarak başlayabilir.
Türkiye, otomotivde dünyada söz sahibi ülke haline geldi; Bursa’da, Adapazarı’nda, Kocaeli’de üretilen otomobiller Avrupa’ya, Amerika’ya ihraç ediliyor.
Amerikalıların bindiği yerli otomobile Türkiye’nin bürokratları neden binmesin? Rahatları, vatandaşın mutfağındaki yangından daha mı önemli?