Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’a göre Türkiye’de şu an 123 siyasi parti faaliyet gösteriyor.
Anayasa’ya göre…
Kırk kurucu bir araya gelip parti kurabilir.
Parti kurmak için önceden izin-mizin de gerekmez.
Gerekli evrakların teslim edilmesinden sonra İçişleri Bakanlığı tarafından verilen "alındı belgesi" ile parti resmen kurulmuş sayılıyor. İl ve ilçe örgütleri açılabiliyor.
İşlemler kolay olduğu için en soldan en sağa kadar her görüşün ve her kimliğin partisi var.
Tarikatların, ırkçıların, Kürtçülerin birden çok…
Kürtlerin HDP’si…
Çerkeslerin Çoğulcu Demokrasi Partisi…
Çingenelerin Güzel Partisi…
Abdalların bile Doğuş Partisi var.
Emekli polislerin Vatan ve Hürriyet’i, korucuların Ülkem’i…
Koronavirüs aşısına karşı çıkanlar bile parti kurdu. Adı, Dayatmasız Yaşam Partisi.
Gel gör ki, on yıllardır siyaset sahnesinde yer alan, bazı Avrupa ülkelerinde iktidar olan Yeşiller Partisi, Türkiye’de kurulamıyor.
Yasak!
İçişleri Bakanlığı, partiyi kurulmuş saymamak için evraklarını teslim almıyor. Yeşiller bir devlet ciddiyetine asla yakışmayacak bahanelerle geri çevriliyor. Yeşiller Partisi’nin kuruluşu Aziz Nesin hikayelerini hiç aratmayacak gülünçlükteki yöntemlerle engelleniyor.
İki yıldır kurulamıyor
Yeşiller Partisi’ni kurmak için harekete geçen 40 yurttaş Eylül 2020’de İçişleri Bakanlığı’nın Siyasi Partiler Birimi’ne başvurdu. Dilekçeleri, gerekli evrakları ve partinin tüzük ve programını teslim ettiler. "İlgili personelin yerinde olmaması sebebiyle" Yeşiller Partisi kurucularına "alındı belgesi" verilemedi. Bu belge olmadığı için parti kurulmuş sayılamıyor.
Yeşiller "Olur" diye düşündü.
İnsanlık hali değil mi?
Birkaç hafta geçti.
Eşsözcü Koray Doğan Urbarlı, 28 Eylül 2020’de bakanlıktaki görevlilerce arandı. Urbarlı dışındaki kurucuların adli sicil belgelerinin hatalı olduğu bildirildi. 39 kurucu e-devlet üzerinden evraklarını çıkardı. Tüm evraklar 13 Ekim 2020’de teslim edildi.
Ekim 2020’de Urbarlı’nın telefonu bir daha çaldı.
Arayan yine İçişleri Bakanlığı.
Bu kez…
13 kurucunun iki farklı partide kurucu göründüğü, bu kayıtları sildirmeleri gerektiği bildirildi.
Kayıtlar sildirildi.
Evrak teslimi için 13 Ekim’de bakanlığa gidildi.
Ancak “evraklardan sorumlu kişinin Covid-19 hastası olduğu ve yerinde olmadığı, bir hafta sonra döneceği” belirtildi.
Fakat bir daha Yeşiller’e dönen olmadı!
Yeşiller, 30 Aralık 2020’de e-posta üzerinden, 5 Ocak 2021’de yazılı şekilde İçişleri Bakanlığı ve Yargıtay’daki dört birime başvurdu. Yanıt verilmedi.
Yeşiller’in avukatları 25 Şubat 2021’de Ankara’ya giderek, iki gün boyunca İçişleri Bakanlığı ile görüşebilmek için çabaladı. Bakanlık, kapı duvardı. Siyasi Partiler Birimi’ne girişleri reddedildi. “Görüşeceğiniz memur işe gelmedi”, “Gelseler bile birimde değiller” ya da “Telefonunuza çıkacak kimse yok” diye engellendiler. Yeşiller, Ankara’dan eli boş döndü.
Mahkemeye tam bir cevap verilmedi.
Yeşiller, bütün çabalarına karşın "alındı belgesini" alamadığı için kurulamadı.
İl ve ilçelerde örgütlenemedi.
Onlar da "alındı belgesinin" verilmesi için yapılan başvuruya ret anlamına gelen "sukut işleminin iptali" için İçişleri Bakanlığı aleyhine Ankara 8. İdare Mahkemesi’nde dava açtı.
Mahkeme üç kez belge istedi.
Yanıt gelmedi.
Yargıtay’ın gönderdiği yanıtta ise İçişleri Bakanlığı tarafından Yeşiller Partisi hakkında kendilerine bilgi ve belge ulaştırılmadığı bildirildi.
Demokrasi tarihinin bu en gülünç yargılaması 15 Eylül’de bitti ve yargı Yeşiller’i haklı buldu. Kararda, alındı belgesinin neden verilmediğinin sorulduğu belirtilerek, “Ancak idarece tam cevap verilmediği anlaşılmıştır” denildi.
Siyasi parti kurmanın izne tabi olmadığı, kuruculara belgelerin eksiksiz sunulması yükümlülüğünün yüklendiği vurgulandı. İdarece yapılacak incelemenin belgelerin eksik olup olmadığı ve şartların gerçekleşip gerçekleşmediğiyle sınırlı olduğu anlatıldı.
Belgelerde eksiklik bulunduğu yolunda idare tarafından somut bir belge ve bilgi sunulmadığı gibi, davacıların şartları taşımadığı yolunda bir tespitin de bulunmadığı ifade edildi. Alındı belgesinin verilmemesi yönündeki işlemin hukuka ve mevzuata aykırı olduğu kaydedildi. Kararda, “Hukuka aykırılığı açık olan işlemin uygulanmaya devam edilmesi halinde siyasi parti kurma hakkının ihlal edilmesine sebebiyet verileceği” anlatıldı.
Yeşiller’in suçu ne?
Yeşiller Partisi’nin kuruluşunun neden engellediğini anlamak mümkün değil.
Geçmişte "Yeşiller ve Sol" adlı halen faaliyette olan bir partinin kuruluşuna katılanlar bugün ise adı yalnızca "Yeşiller" olan partiyi kuramıyor. Sebebini, Yeşiller Partisi’nin davasına bakan Ankara 8. İdare Mahkemesi dahil kimse bilmiyor. Yalnızca İçişleri Bakanlığı, Yeşiller’in tehlikeli olduğunu düşünüyor. O kadar tehlikeli ki bakanlık duyulmasını dahi istemiyor!
Nedir suçları?
"Yeşiller" tabelası asıp orman mı yakacaklar?
Zeytinliklerde taş ocağı kuracak…
Dereleri mi kurutacaklar?
Olur mu, olur.
"Adalet ve Kalkınma" tabelası altında her türden hukuksuzluğa imza atıldığını, adaletsizlikte çığır açıldığını, halkın soyulup soğana çevrildiğini, partilerin kuruluşunu engellemek de dahil, özgürlüklerin gasp edildiğini yaşıyor, görüyor ve biliyoruz çünkü.
Onur Yaser Can’ın failleri işkenceden yargılanmalı
Sıcak bir yazdı.
İstanbul kavruluyordu.
Şişli'deki Gülbahar Mahallesi sakinlerinin evlerine çekildiği 23 Haziran 2010 akşamı saat 22.30'da sokaktan “Yardım edin” iniltisi duyuldu.
İnilti çırılçıplak bir şekilde yola uzanan bir gençten geliyordu.
Adı, Onur Yaser Can.
Ankara'da 3 Haziran 1982'de dünyaya geldi.
ODTÜ Mimarlık Fakültesi'ni bitirdi.
Belçika Saint Lucas Güzel Sanatlar Okulu'nda resim eğitimi aldı.
İtalya'da Bari Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi'nde okudu.
İngilizce, Flamanca ve İtalyanca biliyordu.
Müziğe yeteneği vardı.
Davul, bendir, gitar ve saz çalıyordu.
Amatör müzik grubu kurmuştu.
Üniversiteyi bitirdiğinde İstanbul'daki bir mimarlık ofisinde iş buldu.
Üç arkadaş ev tuttular.
Onur Yaser, 28. yaş gününden bir gün öncesine, yani 2 Haziran 2010'a dek mutlu bir yaşam sürüyordu.
O gün Beyoğlu'nda eğleniyordu.
Yeni yaşına basmıştı.
Geç saatlerde esrar içmek istedi.
Hakan adlı bir kişiden esrar almak için Cumhuriyet Caddesi’ne gitti. Yirmi dakika sonra Hakan'ın aracı yanaştı. Esrar ve para el değiştirdi. Araç uzaklaşırken, polisler Onur Yaser'i yakaladılar. Üzerinden 11.4 gram esrar çıktı.
Satıcıyı yakalayamayan polis, Onur Yaser'i Narkotik Suçlarla Mücadele Şubesi'ne götürdü.
Polis Muhammet O. ve Onur Ü., gözaltında olan Onur Yaser'i çırılçıplak soydu ve çömeltip öksürttü.
Onur Yaser, gece 1'de bırakıldı.
Öyle korkmuştu ki polis ulaşmasın diye telefonunu iptal etti. Narkotik Şubesi'nde görevli Soner G., doğum gününde iş yerini arayıp Onur Yaser'den 4 Haziran'da emniyete gelmesini istedi.
Önüne konulan ifadeyi imzalamaya mecbur edildi.
Emniyetten çıktığında ruh sağlığı bozulmuştu. İzlendiğini, evinin basılacağını düşünüyordu. Konuşmuyor, odaya kapanıyordu.
Polis, Onur Yaser'i 24 Haziran'da üçüncü kez çağırdı.
Bundan bir gün önce…
Onur Yaser avukatını aradı ve “Gitmezsem başıma ne gelir?” diye sordu.
Saat 20.24'te babası Mevlüt'ü aradı. “Başımda adli sıkıntı var ve telefonda konuşmak istemiyorum” dedi.
Annesi Hatice'ye “Gelin” diye rica etti.
Babası ve annesi Ankara'dan İstanbul'a doğru yola koyulurken…
Onur Yaser, saat 22.30'da çırılçıplak vaziyette odanın penceresine çıktı.
Kendini üçüncü kattan aşağıya bıraktı.
Önce annesi, ardından babası
Onur Yaser'den sonra Hatice Can, emekli oldu, bütün zamanını davaya ayırdı. Oğlu adına internet sitesi kurdu. Benim ‘Sıfır Tolerans' adlı kitabımda, yaşadıklarını şöyle anlattı:
“Onur'un yanına gitmeye niyetliyim açıkçası; yemiyorum, içmiyorum; zayıfladım. İzin vermediler. Hastanelere yatırdılar. Kendime geldikten sonra dedim ki Onur hayatından koparıldı Hatice, eşin doğru şeyler yapıyor, hadi onunla yola çık. Benim oğlum var ama 28 yaşında delikanlı, yaşlanmayacak. Onun hak mücadelesinde iğneyle kuyu kazdığımızı biliyorum. Sanki şimdi Onur'u iki yaşında eyledim. Bir nebze yol kat ettik. Yani onu ben yeniden büyütüyorum İsmail Bey. Bu dünya Onur Yaser'e haksızlık edildiğini bilecek.”
Ne var ki Hatice Can'ın gücü bu ruhsuz dünyada tutunabilmeye yetmedi.
Ve 3 Mart 2014'te…
Oğlu gibi kendisini boşluğa bıraktı.
Onur Yaser'in davasını, baba Mevlüt üstlendi.
Ancak yorgun kalbi evlat ve eş acısını taşıyamadı.
O da 2019'da gitti.
Can Ailesi'nden geriye, Onur Yaser'in kız kardeşi Ezgi Sevgi kaldı.
Adalet arayışında bayrağı devraldı.
Yazılmış bir vasiyet gibi.
12 yıl sonra gelen dava
Onur Yaser'in ölümünden sonraki ilk dava kime mi açıldı?
Tabi ki Onur Yaser'e!
Hem de ölümüden altı gün sonra…
Polislere gelince…
Narkotik Suçlarla Şube Müdürlüğü bilgisayarlarında yapılan incelemelerde Onur Yaser'in salıverilmesinden sonra yedi dokümanda değişiklik yapıldığı ve ifadesinin salıverildikten sonra düzenlendiği saptandı.
Polis Soner G. ve Salih B.'ye resmi belgede sahtecilikten ayrı ayrı 2.6 yıl ceza verildi.
Aynı iki polise resmi belgeyi bozma ve sahte evrak düzenleyip kullanmaktan da dava açıldı. Bu yargılamada 3'er yıl 1'er ay 15'er gün daha hapse hükmedildi.
Ancak Başkomiser Hakan A., polis Muhammet O., Onur Ü. ve Yunus B. için görevi kötüye kullanma yönünden soruşturma izni çıkmadı.
Ezgi Sevgi Can, İstanbul Bölge İdare Mahkemesinde itiraz etti.
Mahkeme Onur Yaser'in ölümünün üzerinden 11 yıl geçtikten sonra 12 Temmuz'da bu polislerin soruşturulmasını kararlaştırdı. Dört polis ve bir bilirkişiye resmi belgede sahtecilikten iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası istemiyle İstanbul 41. Ağır Ceza Mahkemesi’nde dava açıldı.
İddianamede şöyle denildi:
“Can’ın salıverilmesinden sonra tutanaklar ve belgelerde tarih ve saat hatası olduğundan bahisle imza attırılmak amacıyla tekrar çağrıldığı, tekrardan imzaladığı, olaylardan sonra psikolojik travma geçiren maktulün intihar etmek suretiyle yaşamına son verdiği…”
Davanın ilk duruşması bugün görülüyor.
İddianamede belirtildiği üzere Onur Yaser, hem Emniyet’teki alçaltıcı arama işlemi, hem de zorla ifade imzalatılması yüzünden hayatına son verdi. Onur Yaser’in ölümüne sebebiyet verenler, evrakta sahteciliğin yanı sıra ve asıl olarak işkence suçundan yargılanmalı.