Filistin ile yatıp Filistin’le kalkıyoruz ya.. Erdoğan’dan önce ve Erdoğan’dan sonraya ait iki anekdot anlatasım geldi.
Önce güncel olan.. (Zira diğeri biraz uzun ve sindirile sindirile okunacak bir öykü)
* 1 EKİM 2025.. Meclis yeni yasama yılı için açılmış.. Akşam saatlerinde, açık büfe, Mustafa Keser şarkıları, bol muhabbet fotoğrafları ve tabii bazı gazetecilerle resepsiyon!
Aynı sıralarda SUMUD Filosu tekneleri İsrail komandoları tarafından ele geçirilmiş. Teknedekiler bilinmeyen bir yere götürülüyor. Neyse ki Meclis resepsiyonunda keyiflere halel gelmiyor!,
* 29 MART 2002… Arafat henüz sağ ve Filistin davasını dünyaya anlatmayı sürdürüyor. O günlerde Ramallah’ta. Ve kuşatma altında. Ben de Star TV’deyim. Uzun yıllar birlikte çalıştığım sevgili arkadaşlarım muhabir Mete Çubukçu ile kameraman Mustafa Şap’ı Ramallah’a göndermişim. Gece saatlerinde acil telefon geliyor. Mete ve Mustafa görüntüleri bize geçmek için gittikleri televizyon stüdyosunda İsrail askerleri tarafından sıkıştırılmışlar. Ateş altındalar. Mete’nin daha sonra anlattıklarıyla durum gerçekten vahim:
“Tanklar binanın önünde durdu ve sonra ateş etmeye başladılar. Biz binanın dışındaydık. Ateş üzerine içeriye, 6. kattaki stüdyoya kaçtık. Daha sonra binaya yönelik operasyon başlattılar. İsraillilerin sonradan söylediğine göre, binadan kendilerine ateş edilmiş. Gece 24.00 gibi gürültüler geldi, dairelerin kapılarını bombalarla patlatarak, girip kontrol ettiler. Bizim olduğumuz yere, yani 6. kata geldiklerinde saat sabahın 06.00'sı olmuştu. Bizim stüdyoya geldiklerinde kapıyı çaldılar. Biz içerden gazeteci olduğumuzu bağırdık. Komandolar içeri daldı, bizi tek tek dışarı çıkartıp, bomba olasılığına karşı üstümüzü tamamen soyarak arama yaptılar. 15-20 dakika kadar ellerimiz duvara dayalı bekletildik. Daha sonra pasaport ve kimliklerimizi aldılar.”
Mete’nin anlattıkları, tahmin edebilirsiniz, aslında çok daha uzun ve korkunçtu. Binadan çıkmalarına izin verildiğinde merdivenlerden inerken İsrail askerlerinin vurduğu Filistinli güvenlik görevlilerinin ve televizyoncuların cansız bedenleri üzerinden atlamak zorunda kalmışlardı.
Ben, İsrail askerleri henüz onların katına gelmeden, Mete’nin uydu telefonundan kısık sesle anlattıklarıyla öğrenmişim durumu.
Saate bile bakmadan, Başbakan Ecevit’i aradım. Anında çıktı telefonuma. Durumu anlattım. “Derhal ilgileniyorum” dedi. Nitekim çok uzun olmayan bir süre sonra Mete’lerin binadan çıktığı haberi geldi.
İstanbul’a dönüşte, onun anlattıkları ve Mustafa Şap’ın ölüm tehdidi altında çektiği görüntülerle neler yaşandığını gördük. Korku filmi gibiydi.
*. *. *
“VE BUGÜN”: 22 yıl sonra, Filistin davasında nereye geldiğimizi görüyoruz. SUMUD’da derdest edilenler Dışişleri Bakanlığı’na emanet edildi..
İsrail’i protesto için (daha önceki akşam) sokağa çıkanlar İçişleri Bakanlığı’na bağlı polise ve AKP’nin gençlerine maruz kaldı..
Ama, Türkiye, bugüne kadarki ennn anlamlı eyleme sahne oldu!!!
Bundan sonrasını ciddi ciddi yazamayacağım sevgili okur..
Nedenini okuyunca anlayacaksınız.
İktidar kendini aştı. “Bunu biz niye akıl edemedik” dedirten bir eyleme imza attı:
“Türk tekneleri, Trabzon’dan Türk ve Filistin bayraklarıyla KARADENİZ’E AÇILDI..”
İtiraf edeyim, önce inanmadım bu HABERE! Şaka gibiydi ne de olsa..
Aramaya başladım.. Baktım ki Saray medyasında eksiksiz var. Dahası TRT de vermiş.
Yani gerçekten de beş on tekne “SUMUD’A DESTEK.. GAZZE’YE UMUT” sloganı ile “KARADENİZ’E” açılmış.
Aklıma yıllar önceki bir sokak röportajı geldi. Muhabir “Kıbrıs nerede” diye soruyordu. Genç bir adam “Karadeniz’de” dedi ve güvenle ekledi, “Askerliğimi Kıbrıs’ta yaptım, oradan biliyorum..”
Trabzon’daki yetkililer de mi öyle biliyordu, kim bilir.
Ama valisinden kaymakamına.. Muhtarlarından öğretmenlerine AKP’den ve kamudan sevk edilen onca kişi hiç renk vermeden eyleme katılmış.
“Gazze nere Karadeniz nere demeden” alkış tutup slogan atmış.
AKP İstanbul milletvekili Hasan Turhan da demecini patlatmış:
“İnşallah bu bilinçle, bu duyguyla, bu kararlılıkla filolarımız daha da çoğalacak, teknelerimiz denize açılmaya devam edecektir. Bu bağlamda Karadeniz Bölgemizde denize kıyısı olan bütün vilayetlerimizden teknelerimiz denize açılacak. Türk bayraklarımızı, Filistin bayraklarımızı teknelere takacaklar. Vatandaşlarımız dayanışma duygularını göstermek, hem Küresel Sumud Filosu ile umut kervanıyla birlikte olduklarını hem de Gazze ile Filistin halkıyla dayanışma içinde olduklarını göstermek için limanlara koşacaklardır. Eylemlerimiz büyüyerek devam edecektir. 5 Ekim Pazar günü bütün Türkiye çapında eylemler olacaktır."
Konuşmaların ardından dualar edilmiş.. Eller açılmış.. İsrail, fena halde kınanmış.. Sonra “Bunun bir de ahireti var” hatırlatmasıyla Allah’a havale edilmiş.
Neyse ki tekneler saldırıya uğramadan Trabzon limanına dönmüş.
Darısı, diğer limanlarımızdan Ege’ye falan açılacak eylemci teknelere!
“MERAK ETTİKLERİM”
* Aradan epey zaman geçti. SUMUD’da derdest edilenler, özellikle Türk vatandaşları ne durumda?
* İletişim Daire Başkanlığı Erdoğan ve Trump arasındaki telefon görüşmesini gururla duyurdu. “Karşı tarafın (yani ABD’nin) talebiyle gerçekleşti” diyerek de AKP’lilerin göğsünü kabartacak mesajı verdi:
Türkiye Gazze meselesinde masada.. Peki neden, nasıl? Erdoğan Birleşmiş Milletler zirvesinde HAMAS’ı direniş örgütü diye savunan belki tek lider olduğu.. Dolayısıyla arabuluculukta önemli olduğu için mi?
* Fatih Altaylı Türk yargı tarihine geçecek dava ve kararlardan biriyle gündemde. Neden tutuklu olduğunu anlamadık.
* Dosyaya hukukî görüş sunan Prof. Dr. Köksal Bayraktar ise Altaylı’nın cumhurbaşkanına suikast ve saldırıları içeren 310. maddeden yargılandığını hatırlatarak, aklımızı iyice karıştırdı: Zira bu maddenin "cumhurbaşkanını tehdit" suçlamasını içermediğini, yalnızca suikast ve fiili saldırıları içerdiğini vurguladı.
* Bir de bu kadar sıcak gündemde ne işi var, demeyin. Sınırın öteki tarafına Türk askerleri eşliğinde geçince kendisini “savaş muhabiri” zanneden Fulya Öztürk bir üniversitede ders vermiş.. Acaba ne dersiydi, ne anlattı? Merak ettim!