Girdisini çıktısını herhalde iyi bildiği mesleğimizin amansız bir eleştirmeni olmalı ki hayli sivri olan dilinden köşe yazarlığı da payını almış. “Çözümün bir parçası değilseniz, bir gazetede köşe yazarısınızdır mutlaka” diyor. Kimdi, neciydi, nereliydi, bu cümlelerine nerede rastladım hatırlamıyorum doğrusu ama hayli kalp kıran türden bir lakırdı bu.
Tanık olduğu, bildiği köşe yazarlarından yola çıkarak bunu söyleme olasılığı da yüksek. Ancak çok rahat genelleştirilebilecek, duyanda haklılık uyandıracak bir yanı da yok değil. Ülkemizde de aslında “çözümün parçası olmak” ne kelime, bizzat soruna dönüşmüş bir “köşe yazarı” tipi var. Her türden “iktidar”ın, bakın “her türden” diyorum, yanında saf tutmuş, “kalemi güce” ayarlı bir tiptir bu. Köşelerinde bilgimize bilgi katan, okudukça ufkumuzu açan yazarların varlığı sayesinde sesleri çabuk bastırılıyor bunların neyse ki.
Her ne kadar kendisini “yazar” değil, “yazı yazan” bir gazeteci olarak tanımlayan benim, yukarıdaki insafsız belirlemeyi üzerime aldığım yok tabii. Çapımın el verdiği ölçüde çözümü arayanların safındayım elbette. Emek-üretim sürecinde bir kalem emekçisi olarak, “çözüm”ün de parçasıyım kuşkusuz. Bunun gereğini yapacak bir bilincim de var ne mutlu ki. O nedenle “ne biliyorsak karşılıklı paylaştığımız, karşılıklı öğrendiğimiz” bir olanak sayıyorum bir köşede yazmayı. Yazmak için gerekli olan motifin “saf egoizm” olduğunu söyleyerek olumsuzlama yapan George Orwell’a kulak asmayın. Yazmak için mi bilemem ama olması gerektiği kadar ego sahibiyim ben de.
Bu kadarını söylemek bile kişiyi, okurun gözünde hemen “kendini beğenmişler” safına atıverir, biliyorum. Egoya yüklenen olumsuz anlamla ilgili bu tabii. Ama öyle değil. Çünkü egosuz olmak ciddi bir trajedidir. Bu nedenle birini “hiç egosu yok” diye övenlerin, aslında bir hastalığı övdüklerini bilmemelerini çok garipserim. Çünkü dibe vurduğumuz, kendimizi değersiz gördüğümüz anlarda egomuz devreye girer. Ne kadar değerli olduğumuzu, hiç de ezik olmadığımızı söyler bize. Dolayısıyla karşı olduğumuz ego değil, “şişkin ego”dur. Dozunda ego şarttır yani. “Hiç egosu” yoktan kasıt, muhatabın alçak gönüllüğüne vurgu yapmak elbette ama egosuzluk insanın kendini değersiz görmesi demek, bunu özendirici olmaktan kaçınmalı. Benim egom ise bana yetecek kadar düzeydedir, kimseye tepeden baktırmaz.
“Akıllı görünmek için de yazıyormuşuz” yine Orwell’a göre. Türkçesi, aptallığımızı gizlemek için yazıyoruz yani, dediği bu. Bunun “akıllı görünme” çabasıyla ne kadar ters düştüğünü bildiğim için, böyle bir çabanın ciddi bir aptallık olduğunu da biliyorum. Bunu bilmeye yetecek kadar aklı varsa kullanmasını bilene yeter de artar bile. Dolayısıyla “akıllı görünmek için” yazmayacak kadar da bir aklım var çok şükür. Anlaşıldığı gibi ne “şişkin ego” nedeniyle ne de “akıllı görünmek” için yazıyor olmayacağım. Bu ikincisi özellikle tehlikeli, çünkü “akıllı görüneyim” derken tüm “aptallığı” dökülüverir ortaya kişinin. Kalem, sahibini de vuran bir silahtır.
Neden yazıyorum peki? Derinlemesine düşünmedim, zaten şimdi bu sorunun aklıma gelmesinin nedeni de “biri sorar mı acaba?” diye paniklememdendir. Çok basit bir nedeni var oysa? Merak. Takıntılı biri olduğum için meraklarımın peşinde gitmekle başladı yazı serüvenim. Bu nedenle giderdiğim her merakımı da paylaşmak istiyorum. Hepsi bu. Kıskançlığımın olmayışını da çok severim, diğer “meraklı” yazarları keyifle, mutlulukla okurum bu yüzden. İmrendiklerim çoktur.
Herhalde kendi kitaplarını da kastederek yine, “hiçbir kitap politik önyargılardan arınmış değildir” diyerek “politik yargılara” çatar Orwell. Uzun zamandır kırgın olduğum için Orwell’a takmış durumdayım, - yazarım bir ara nedenini-, bu yüzden ne söylediyse itiraz edesim var. Önyargı sevimsiz bir kavram kuşkusuz, ama politik yargı bana hiç de sevimsiz gelmez. “Bir yargıya” varacak kadar politik tercihim var. Yani, “tarafsız” biri değilim. Tarafsızlık düşünen insanın büyüsünü bozar ayrıca. Ama lütfen inanılsın, imzamla yazdığım tüm haberlerde tarafsızlığımı korudum, lütfen yine inanılsın, imzalı yazdığım her yazıda da taraflılığımı. Neyin tarafındayım peki? “Hakkın, hukukun, hayvan sevgisinin, cinsiyet eşitliğinin, etnisite kardeşliğinin, dine saygının yanındayım, tüm bunların toplamı aslında benim” demeye kalksam, kimse ciddiye almaz. Almamalı da. Tüm bunların toplamı falan da değilim ayrıca. Kusurlardan ibaret varlıklarız, malum. Kaldı ki bunları savunduğunu söyleyen milyonlarca insan var. Melekler topluluğuyuz neredeyse. Dilde her şey o kadar kolay ki. Yedi TİP’li genci öldüren katilin “insan sevgisi” temalı şiir kitabı var örneğin, anımsatmış olayım. “Büyük insanlık ailesinin safındayım” desem, valla “bu ailenin”de hangi iyi şeyin yanında olduğunu bugüne değin bilemediğimden, bunu da pek öyle rahat söyleyemiyorum. Şimdi durduk yerde mizantrop, yani insan soyuna düşman olduğum sanılmasın diye de belirteyim hemen; insanları tek tek severim.
Yani, neye taraf olduğumu yazdıkça görür okumayı lütfedenler. Öyle bir haldeyiz ki, hayatın dayattığı tercihlerimiz var, olmak zorunda. Hem ondan hem bundan olunamıyor yani. Yeri gelince bundan yeri gelince ondanım demek, “fikir disiplini”nden yoksunluk olduğu kadar “olmamışlık” anlamına da geliyor. Seçimlerde kime oy vereceğine karar veremediği için “kararsızlar” diye adlandırılan tuhaf bir insan topluluğu var ülkede. Ya karar vermek için rüzgarın hangi tarafa kuvvetlice estiğine bakacak kadar kurnazlar ya da gerçekten olandan bitenden haberleri yok bunların. İkisi de kötü. Tarafını iyi kötü belirlemiş biri olmama bu açıdan da hak verilsin isterim. Yanlış da bulsanız yazdıklarımı, en azından “kararını” vermiş birinin paylaşımlarını okuyacaksınız burada.
Son olarak; kimse bana böyle bir misyon yüklemedi ama “merakımı” görev edinmiş biriyim. Meraklarımı paylaştığım kişilerin de ahlaki sorumluluğu var tabii, benim olduğu kadar. Görev karşılıklı yani. İtiraz, eleştiri, uyarı bu sorumluluğun içindedir.
Cuma, Pazar, Salı, Çarşamba günleri buradayım.
Beklerim…