Ekrem İmamoğlu, şimdi de 31 Mart yerel seçimlerinin hakkını arıyor. Bu seçimlerin sadece Türkiye için değil; nasıl kritik bir önem taşıdığı, nasıl bir “model” oluşturduğunun üzerinde dünya genelinde ve özellikle Batı’da yeterince durulmadı. İmamoğlu’nun, The Economist makalesinde vurguladığı “İstanbul Modeli”, dünyaya örnek olmak üzere “tam yol ileri” rotada.
Son dönemde dünya gündeminde üzerine en çok konuşulması gereken seçimler, en az konuşulan oldu: 31 Mart yerel seçimlerinin, sadece Türkiye için değil; dünya için nasıl kritik bir önem taşıdığı, nasıl bir “model” oluşturduğunun üzerinde çok durulmadı. Oysa, daha önceki örneklerde, ne zaman “ilerici” siyasi aktör ve partiler, otokratik ve/veya sağ/aşırı sağ popülist iktidarlara karşı bir sandık zaferi kazansa; Batı başta olmak üzere dünyada örnek gösteriliyor, büyük destek görüyordu. Macaristan’da muhalefetin yerel seçimlerde 2018 ve 2019’daki başarıları, İspanya’nın 2023 genel seçimlerinden sonra merkez Sol’un hükümet kurmayı başarabilmesi, Polonya’da Ekim 2024’teki iktidar değişikliği getiren genel seçimler, dünya genelinde “örnek” gösterilen, “popülizme karşı sandık zaferi” örnekleri.
Fakat iş, Türkiye’nin Mart 2024 yerel seçimlerine gelince bir sessizlik oldu.
ABD’de temel ideolojik argümanını “otokrasilere karşı demokrasiler” olarak çerçeveleyen Joe Biden Yönetimi, Avrupa Birliği’nin başlıca kurumsal lideri AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen, AB Konseyi Başkanı Charles Michel ve Avrupa’nın liderleri, Türkiye’nin 31 Mart seçimleri konusununda hiçbir paylaşım yapmadı. Tüm eşitsiz ve adaletsiz seçim sürecine rağmen, muhalefetin; özellikle de, CHP’nin büyük zaferini görmezden geldiler. Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş’a, CHP lideri Özgür Özel’e, dünyadan tebrikler yağmadı.
Bunun başlıca sebebi, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “ters tarafına” düşülmek istenmemesi. Bu sebeple de, Türkiye’de muhalafetin güçlenmesi, CHP’nin yerel seçimlerdeki başarısı, muhalefette yükselen gibi aktörlere ve partilere de “normalde” verilecek önem yadsınmış oluyor.
Mayıs 2024 seçimlerinden sonra, dünyada; ama özellikle Batı’da, Türkiye’ye artık “Erdoğan’ın ve AK Parti’nin” tapulu malıymışçasına bakılması söz konusu oldu.
Bu durumda, işin başa düştüğünü yazmıştık. Dünya ile bağlantıları yeni baştan kurmak üç sebeple Türkiye muhalefeti için hayati:
Türkiye’nin halkına ve ülkenin geneline çekilen “cordon sanitaire” (sıhhi kordon) bilfiil muhalafet tarafından aşılmak zorunda. Bahsettiğimiz gibi stratejik önemi dolayısıyla, hala esgeçilen bir ülke olmasa da; Türkiye, büyük ölçüde Cumhurbaşkanı Erdoğan ona indirgenmiş, onunla özdeşleştirilmiş durumda. O nedenle de, Türkiye’yi dış dünyadan yalıtan bir çizgi çekilmişçesine; ülkenin halkı, muhalefeti, Erdoğan ve AK Parti dışındaki yüzü görmezden geliniyor.
Türkiye’ye çekilen “cordon sanitaire”in en somut göstergesi de, T.C. vatandaşlarını abluka altına alan sert vize rejimi. Bunun ötesinde, dış yatırımın Türkiye’ye yönelmemesi, olanın kaçması ve ekonomik krizden sosyopolitik krizlere, “krizler silsilemizde”, ülkeye çekilen “hıssi yalıtım hattının” büyük etkisi var.
İmamoğlu’nun The Economist makalesi ve “İstanbul Modeli”
İstanbul’un “yeniden” Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun, The Economist makalesi, tam zamanında, çok doğru bir çerçeveyle argümanlarını sunan ve Türkiye’nin 31 Mart seçimlerinin dönüm noktasının “hakkını arayan” bir çıkış oldu.
İmamoğlu’nun yazısında, dört ana nokta dikkat çekiciydi:
-Türkiye’nin siyasi tarihinde, bir dönüm ve kırılma noktası yaşandığı; tarihin akışının değiştiği vurgusu:
“Artık, yerel gücün büyük bir kısmının seçmenler tarafından, siyasi muhalefete devredildiği bir dönemde, Türkiye artık seçeneklerden yoksun değildir; yörüngesi, yeniden sıkı bir şekilde demokrasiye doğru yönelmiştir.”
-“İstanbul Modeli”nin, yerel yönetimler ve Türkiye siyaseti geneli için oluşturduğu ve oluşturacağı örnek:
“Bu, ‘İstanbul Modeli’ adını verdiğimiz yeni belediyecilik biçimine yönelik bir güven oyuydu. Bu model eşitliği, demokratik sürece sivil katılımı ve yerel düzeyde daha etkili ekonomik ve sosyal kalkınma politikalarını önceliklendirmektedir.”
-Türkiye’nin 31 Mart seçimleri dönüm noktası, dünya için izlenecek, ders çıkarılacak ve desteklenecek bir örnek:
“Geçtiğimiz yirmi yıl, dünya çapında otoriter hükümetlerin iktidara gelmesiyle demokraside bir krize tanık oldu. Popülizm ve kutuplaşmanın yol açtığı bu çalkantı, küresel belirsizlikleri artırdı ve insanların demokratik çağın sonunun yakın olup olmadığını sorgulamasına yol açtı. Ancak 31 Mart, Türkiye için bunun tam tersini ifade etti: Demokrasideki erozyonun sonu. Bu sadece Türkiye için değil, yakın bölgesi ve ötesi için de derin anlamlar taşıyan bir dönüm noktasıdır. Otoriter eğilimlere nasıl meydan okunabileceğini gösteriyor ve dünyaya örnek teşkil ediyor.
-Türkiye’nin asıl yüzü ve yöneticisi, tek muhattap alınacak “otoritesi” Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AK Parti değil: Türkiye’nin demografik ve ekonomik çoğunluğunun yönetimi artık CHP’de.
“CHP artık ülkenin liderliği konusunda Sayın Erdoğan'ın AK Parti’sine karşı en güçlü alternatif olarak ortaya çıktı. Önümüzdeki beş yıl içinde Türkiye nüfusunun %70'inden fazlasını ve ekonomisinin neredeyse %80'ini oluşturan belediyeleri sosyal demokrat belediye başkanları yönetecek. Bir sonraki cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerine doğru ilerlerken, yerel düzeydeki değişiklikler ulusal düzeyde daha geniş değişikliklerin temelini oluşturacak.”
Bu dört ana fikirle dünyaya açılıyor İmamoğlu. Muhalefetin asıl yükselişi de, dünyaya yeniden ve doğru biçimde açılarak; başka “modelleri” taklit ederek değil, kendi modelini kurarak gerçekleşecek. Türkiye’nin ilerleyişinin önüne çekilen “cordon sanitaire” de böyle böyle aşılacak.