Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Ukrayna'nın doğusundaki ayrılıkçı bölgeler Donetsk ve Luhansk'ın bağımsızlığını tanıyan kararnamelere imza attı.
Putin ayrılıkçı bölgelerin bağımsızlığını tanımakla da kalmadı, Rus ordusunu da “barış gücü” adı altında bu bölgelere sokarak hâkimiyetini ilân etti.
ABD, AB ve NATO bu kararın uluslararası hukuka uymadığını ve gereken karşılığın verileceğini açıklamakla birlikte henüz askeri bir karşılık vermediler.
Putin’in askeri gücüne dayandırarak gerçekleştirdiği bu işgale karşı ABD öncülüğündeki Batı’nın düşündüğü karşılık ekonomik yaptırım ağırlıklı görünüyor. Tabii Rusya’nın da elinde özellikle Avrupa ülkelerine karşı kullanabileceği ekonomik yaptırım araçları var. Bunların başında doğalgaz geliyor.
Türkiye de üyesi bulunduğu Batı blokuyla aynı tutumu aldı ve Rusya’nın bu hamlesinin kabul edilemez olduğunu vurgulayarak “reddediyoruz” açıklamasını yaptı. Ayrıca Ukrayna’nın toprak bütünlüğünden yana olduğunu açıkladı. Rusya’nın karşısında yer aldı.
Rusya ve Ukrayna krizinden en çok etkilenecek ülkelerin başında Türkiye geliyor. Türkiye Rusya doğalgazına bağımlı olduğu gibi Akkuyu Nükleer Santrali’nin yapımı da Ruslar da. Türkiye Ukrayna’ya silahlı hava aracı (SİHA) da satıyor. Ayrıca Türkiye Rusya ve Ukrayna’dan önemli ölçüde buğday ithal ediyor. Turizm açısından da Rusya ve Ukrayna Türkiye’nin önemli turist kaynakları.
Türkiye’nin Suriye politikası ve bu ülkedeki askeri varlığı da Rusya ilişkileri bakımından önemli bir konu.
Bu nedenlerle Türkiye’nin Rusya’ya karşı izleyeceği politika bütün bu alanlarda olumsuz bir tutumla karşılaşması olasılığını artırıyor. Bu konular Rusya’nın Türkiye’ye baskı kurması muhtemel alanlar.
Batı açısından baktığımızda ise Türkiye’nin bölgeye yakın bir NATO ülkesi olması, S-400’ler nedeniyle Washington’un uyguladığı ve ağırlaştırması muhtemel yaptırımlar konusu ABD’nin Ankara üzerinde baskı kurmasının araçları olarak kullanılabilir.
Türkiye ise son dönemde Rusya-Ukrayna krizinde arabuluculuk rolüne soyunmuş, tarafsız bir konum almaya yönelmişti. Zamanı belli olmayan bir biçimde “Putin Türkiye’ye gelmeyi kabul etti” haberleri iktidar ve iktidarı destekleyen medya tarafından büyük bir zafer söylemiyle günlerce işlenmişti.
Ancak Putin’in Türkiye’ye ne zaman geleceği belli değilken, Rus askerleri Ukrayna’nın doğusuna girdi. Putin, ABD ve NATO’ya meydan okuyarak, Ukrayna’nın aslında devlet bile olmadığı tezini dünyaya duyurdu ve yine kaba güç kullanarak istediğini yaptı. Bu süreçte “Karadeniz’de Ukrayna’yı Türklere karşı biz koruduk” cümlesi dışında Türkiye’nin adı geçmedi. Putin’in harekete geçmeden önce bilgilendirdiği iki ülke Fransa ve Almanya oldu. Türkiye’ye bir bildirim yapma gereği de duymadı.
Türkiye’nin bu süreçten en az zararla çıkabilmesi için olabildiğince tarafsız bir konum alması gerekiyor.
Türkiye’ye böyle bir konum sağlayacak en önemli dayanağını ise yine Montrö Boğazlar Sözleşmesi oluşturuyor.
Zaman zaman Lozan’ı başarısızlık belgesi olarak yorumlayan, Montrö’yü gözden geçirebilir, esnetilebilir gören iktidarın elini güçlendiren araçların beğenmediği bu iki belge olduğu Ukrayna kriziyle bir kez daha ortaya çıktı.
Montrö, Karadeniz’in bir barış denizi haline gelmesini sağlayan en önemli, en etkili araçtır. Ukrayna krizinin büyümesi ve Karadeniz’e yansıması karşısında Türkiye’yi koruyacak olan da Montrö’dür. Ukrayna krizi nedeniyle Karadeniz’in daha da ısınması halinde ABD ve Rusya’nın askeri gemi geçişlerini Türkiye kontrol edebilecek Karadeniz’de dengenin bozulmasını önleyip, tarafsız bir konumda kalabilecektir.
Emekli Koramiral Can Erenoğlu, Deniz Harp Akademisi mezuniyet diplomasını elinden aldığı 6. Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’ün Montrö’nün önemini şöyle vurguladığını aktarır:
“ -Montreux’nün (Montrö) en önemli özelliğinin Cumhuriyetimize büyük bir güvenlik getirdiği,
-Karadeniz’de kıyısı olan ülkeler gibi öteki dünya ülkelerinin de bu denizde harp gemilerini tıpkı ticaret gemilerini açık denizlerde gezdirebildikleri şekilde kayıtsız şartsız dolaştıramayacaklarını unutmamalıyız.”
Montrö’nün bu önemini geçtiğimiz günlerde Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar da Münih Güvenlik konferansında dile getirmişti. Akar, "Karadeniz'e kıyısı olan ülkelerin orada rahat, güven ve refah içinde yaşaması bizim en samimi dileğimiz. Bu manada da Montrö Sözleşmesi’nin önemli olduğunu, buna gerekli desteğin sağlanması gerektiğini, Montrö Sözleşmesi’nin sağladığı düzenin bütün taraflar için yararlı olduğunu hep gündeme getirildiğini” vurgulamıştı.
Yeniden gündem olduğu şu günlerde, bu Montrö’nün Türkiye için önemine dikkat çeken emekli amirallerin, bu sözleşmenin vazgeçilmezliğini vurgulayan ve cübbeli amirale karşı çıkan duyuruları nedeniyle 3-12 yıl hapis istemiyle yargılandıklarını da anımsatalım.
Ukrayna krizi ve Putin’in açıklamaları sonrasında Türkiye’yi savaş dışında tutacak en önemli güvencesinin Montrö Boğazlar Sözleşmesi olduğu anlaşıldığı gibi Atatürk’ün belirlediği dış politika ilkelerinin bugün için de geçerli olduğu da ortaya çıktı.
Atatürk’ün diplomatik bir zaferi olan Montrö’nün yanı sıra, “yurtta barış dünyada barış” ilkesinin yüz yıl sonra bile değerini koruduğu yaşanarak görüldü.
Yine Atatürk’ün, “komşuların iç işlerine karışmayın, Arapların kendi aralarındaki anlaşmazlıklara müdahil olmayın, akıl vermeyin, Rusya’yı tahrik etmeyin, Batı’nın emperyalist emellerine alet olmayın” ilkesel tavsiyelerinin ne kadar hayati önem taşıdığı da bugün bir kez daha anlaşıldı.
Atatürk’ün dış politikasını “pasif” bulup terk eden iktidara bugün en çok lazım olan yine Atatürk’ün dış politika ilkeleri ve Montrö Boğazlar Sözleşmesi oldu.
Umalım ki bu kez değeri bilinsin.