Türkiye’nin dünyada nüfusunun büyük çoğunluğu Müslüman olan diğer ülkelerden çok farklı ve saygın bir yeri varsa bunu Atatürk’e borçludur.
Atatürk’ün, saltanatı ve hilafeti kaldırıp laik cumhuriyeti kurması ve cumhuriyetin demokrasiyle buluşması büyük bir devrimdir.
Aydınlanma ve sanayi devrimini ıskalayan Osmanlı kalıntılarından, çağdaş uygarlığı yakalamayı hedeflemiş, demokratik, laik bir sosyal hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti bu nitelikleriyle Müslüman ülkeler arasında tek örnektir.
Kuruluşundan bu yana geçen 100 yıllık süre içinde ülkeyi yöneten sağ iktidarlar başta laiklik olmak üzere niteliklerin çoğunu çok ciddi şekilde zedelemişler, işlevsiz bırakmışlardır.
Buna karşın Türkiye Cumhuriyeti, Atatürk’ün attığı sağlam temeller nedeniyle bir asırdır ayakta durmayı başarabilmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne karakterini veren laikliktir.
Bunun nedeni laiklik olmadan diğer niteliklerin yaşama şansının olmamasıdır.
Laik olmayan bir devlet ve toplum düzeninde demokrasi de olmaz.
Laiklik olmadan özgür düşünce, ifade özgürlüğü, demokratik rekabet, özgür basın da yaşayamaz.
Laiklik yoksa millet ve milliyetçilik ilkesi de olmaz.
Laik olmayan bir devlet ve toplumda önemli olan millet ve milletçilik değil, ümmet ve ümmetçiliktir.
Laiklik olmadan devrimcilik de olmaz.
Din devletinde ve toplumunda bilimin gerektirdiği ilerlemeler ve değişimler sağlanamaz. Böyle bir devlet ve toplumda halkçılık da yaşayamaz. Din devletinde önemli olan halkın değil dinin istedikleridir. Laik yapı ve laiklik ilkesi bu nedenle diğer devrim ve ilkelerin ön koşulu niteliğindedir.
Atatürk bu gerçeği bildiği için en fazla laik yapı ve laiklik ilkesi üzerinde durmuştur.
Bıraktığı mirası, “Ben, manevî miras olarak hiçbir âyet, hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevî mirasım ilim ve akıldır” diye tanımlamıştır.
Bugünlerde arka arkaya yaşanan acı olaylar nedeniyle yine cemaat ve tarikatları tartışıyoruz.
Bu kadar hırpalanmış olmasına karşın, düşünce ve inanç özgürlüğünün tek güvencesi devletin laik yapısı ve anayasal güvence altında olan laiklik ilkesidir.
Laiklik sadece din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması değil, aynı zamanda dinin siyasete alet edilmemesini de içerir.
Oysa Türkiye’de özellikle son yıllarda durum bunun tam tersi. Din hem devletin hem siyasetin tam göbeğinde duruyor ve en etkili siyaset aracı olarak kullanılıyor.
Tarikatlar, cemaatler konusuna gelince.
Onlar da devletin ve siyasetin göbeğindeler.
Türkiye’yi, bir gece, bir imzayla İstanbul Sözleşmesi’nden çıkaracak kadar da etkililer.
Tarikat ve cemaatlerin ortak yönü laiklik karşıtı bir rejim kurmak istemeleridir. Bu nedenle Atatürk’e ve devrimlerine de karşıdırlar.
Bu örgütlenmelerin siyasette ve devlette bu kadar etkili konuma gelmelerinde daha önceki sağ iktidarlar gibi bugünkü iktidarın da katkısı ve sorumluluğu büyüktür.
En büyük desteği, 20 yıldır ülkeyi yöneten AK Parti iktidarından aldıkları gerçektir. Bu destek o kadar güçlü verilmiştir ki FETÖ Türkiye’de askeri darbe girişiminde bulunacak bir konuma gelebilmiştir.
Atatürk’ün tekke ve zaviyeleri kapatmasının amacı tam da Türkiye’nin böyle bir tehlike ile karşılaşmamasıdır.
Atatürk bu riski Şeyh Sait isyanında görmüştür. Laik cumhuriyetin yıkılması, yerine şeriat düzeninin kurulması için tekke ve zaviyelerin Şeyh Sait isyanını ne kadar güçlü desteklediklerine, isyanı yaymak için ne kadar çaba harcadıklarına tanıklık etmiştir. Atatürk’ün 1925 yılında, Refik Koraltan ve arkadaşlarının verdiği teklifin yasalaşmasıyla tekke ve zaviyelerin kapatılmasını sağlamasında Şeyh Sait isyanın rolü büyüktür.
Bu gerçeği gördüğü için de “Efendiler ve ey millet; biliniz ki Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler ve mensuplar memleketi olamaz. En doğru, en hakiki tarikat medeniyet tarikatıdır” demiştir.
Türkiye’yi çağdaş uygarlık düzeyine, kadın-erkek eşitliğine, refaha, adalete, teknolojik ilerlemeye, güçlü rekabete ulaştıracak olan yine Atatürk’ün dediği gibi bilim ve akıldır.