Türkiye 15 Temmuz’a nasıl geldi?

Gazeteci Fikret Bila, halktv.com.tr'deki son köşe yazısında Türkiye'nin 15 Temmuz sürecini değerlendirdi. İşte Bila'nın, "Türkiye 15 Temmuz’a nasıl geldi?" başlıklı yazısı...

Bugün, ABD’nin himayesinde FETÖ’nün 15 Temmuz 2016 tarihinde gerçekleştirdiği darbe girişiminin yıl dönümü.

Bu darbeyi önlemek için mücadele ederken vefat eden asker, sivil tüm şehitlerimizi rahmetle anıyorum.

15 Temmuz darbe girişimi başarılı olsaydı, bugün demokratik laik Türkiye Cumhuriyeti yerine Orta Çağ’dan kalma bir din devleti ve karanlığa sürüklenmiş bir halk olacaktı.

Türkiye, uçurumun kenarına nasıl geldi? FETÖ, Türk Silahlı Kuvvetleri’nde darbe yapmaya kalkacak kadar nasıl güçlendi?

FETÖ’nün askeri ve sivil bürokraside çok güçlenmesinde, kritik komutanlıklara ve görevlere gelmesinde iktidarın payı büyüktür.

Nitekim Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, kendi hayatına da kasteden bu darbe girişiminden sonra “aldatıldık” diyerek Allah’tan ve milletten af dileyerek iktidarın bu süreçteki sorumluluğunu kabul etmiş oldu.

Türkiye’nin 15 Temmuz darbe girişimine sürüklenmesinin temel nedeni “askeri vesayeti” kaldıracağım diye ABD ve Gülen cemaatiyle yaptığı işbirliğidir.

Kemalistleri tasfiye etmek için ABD ve Gülen cemaatiyle işbirliği yapıldığı zaman zaman AK Parti eski milletvekilleri ve bazı yetkilileri tarafından da itiraf edildi.

AK Parti, laik rejimi korumak, komünizme engel olmak için siyasete müdahale eden, sosyalist partilerle birlikte siyasal İslamcı partileri de kapattıran gücün Cumhurbaşkanı, TSK ve yüksek yargıdan oluşan “üç vesayet” sistemi olduğuna inanıyordu.

Siyasi varlığını sürdürmek, üçle vesayeti yıkarak kendi ideolojisini hayata geçirebilmek için bürokrasiye daha önce girmiş Gülenci kadroların önünü açmaya, onları daha yetkili yerlere getirmeye başladığı gibi kendi iktidarı döneminde de cemaatten bürokrasiye çok yüksek sayıda personel alımları yaptı.

2007 yılında Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanı seçilmesiyle üçlü vesayetin bir ayağı kırılmış oldu.

İktidar, aynı yıl, Gülenci savcı ve hakimler eliyle açtığı Ergenekon kumpas davasıyla TSK’da demokrasiye, laikliğe ve Atatürk ilke ve devrimlerine bağlı komutanların tasfiyesi için düğmeye bastı.

Ardından 2010 yılında yine bir kumpas olan Balyoz davasını açarak üç kuvvet komutanlığında da tasfiyeyi genişletti.

Bu iki ve benzeri davalar sonucunda görevde olan 24 general ve 26 amiral tasfiye edildi. Bu tasfiye TSK’nın o dönemde görev başında bulunan ve sonraki dönemlerde o görevlere gelmesi olasılığı yüksek olan komutan ve subayları sistem dışına attı. Yerlerine de FETÖ bağlantılı komutan ve subayları atadı.

Yine 12 Eylül 2010 tarihinde gerçekleşen Anayasa değişikliği ile yüksek yargıya FETÖ bağlantılı isimleri atadı. TSK’daki tasfiye ve yargıdaki kadrolaşma ile üçlü vesayet dediği mekanizmanın Cumhurbaşkanlığı’ndan sonra diğer iki ayağını da kırdı.

Bu süreçte tasfiyeleri ve atamaları birlikte gerçekleştirdiği Gülen cemaatini emniyette, TSK’da ve yargıda çok güçlendirmiş oldu.

Asker ve sivil bürokraside çok güçlenen Gülen cemaati ile AK Parti arasında iktidar kavgası başladı. Bu kavga cemaate ait dershanelerin kapatılmasıyla hızlandı ve 17-23 Aralık olaylarıyla iyice açığa çıktı.

Ardından 15 Temmuz FETÖ darbe girişimi geldi.

Darbenin bastırılmasından sonra FETÖ’nün AK Parti iktidarı döneminde devletin kılcal damarlarına kadar yerleştiği gerçeği ortaya çıktı.

Darbeye karışan ve sonradan saptanan FETÖ mensupları yakalandı, bazıları cezaevine girdi, bazıları yurtdışına kaçtı.

Bugün dahi askeri ve sivil bürokraside FETÖ’cü oldukları yeni saptanan görevliler oluyor. Bu da kendilerini ne kadar iyi gözlediklerini gösteriyor.

15 Temmuz’dan sonra FETÖ’cülerden boşalan yerlere atama yapılırken tek ölçü olması gereken liyakat yerine biat ve tarikat referansının daha etkili olduğu bilinen bir gerçek.

İktidar bu tercihten vazgeçmedi.

Bugün bakanlıklarda daha fazla ve etkili kadrolara yerleştirmek için birbiriyle yarıştıkları da sır değil.

Oysa iktidarıyla muhalefetiyle Türkiye’nin, 15 Temmuz’a nasıl geldiğini unutmaması gerekiyor.

Türkiye Haberleri