İran’da 22 yaşındaki Mahsa Amini adlı genç kızın türban kurallarına uymadığı gerekçesiyle gözaltına alındığı polis merkezinde ölmesi, aslında içten içte gelişen kadın muhalefetinin patlamasına yol açan bir kıvılcım oldu. Amini’nin polis dayağından öldürüldüğüne inanılıyor.
İran’da kadın hareketi toplumsal muhalefetin en dinamik, en etkili gücü durumunda. Böyle olması çok da doğal çünkü İran rejiminin gerici uygulamalarından en çok onlar zarar görüyor. İran sokakları kadınların protestolarına, itirazlarına alışkın aslında. İran’da 1905-7 arası gerçekleşen Meşrutiyet Devrimi ile 1979 İslam Devrimi’nde çok önemli rol oynamıştı İran kadınları. Gericilere verilen desteğe Humeyni yönetiminin karşılığı, kadınların oy haklarını, (zihinsel engellerilerinki gibi) kaldırmak olmuştu tabii. Devrimden(!) hemen sonra, yani Mart 1979’da aynı kadınlar başörtüsüne karşı ayaklanmış ancak artık çok geç kalmışlardı.
Yaşamları tehlikede
Bir kaç gündür, başörtüsüne, başörtüsü yüzünden öldürülen “kız kardeşleri” için yeniden itiraz eden İranlı kadınlar, protestolarıyla yaşamlarını riske atıyorlar, bu kesin. Kadın haklarının tanınmaması konusunda son derece baskıcı olan dinci/faşist rejime meydan okuyarak kendi yaşamlarını adeta elleriyle teslim ediyorlar katillere. Bu büyük cesaret isteyen bir tutum. Kadınların artık dayanma güçlerinin kalmadığının da göstergesi.
Amini’nin ölümüyle başlayan “kadının bedenine” yönelik şiddet karşıtı gösterilerde bugüne kadar yaşananlardan daha farklı, daha sert manzaralara rastlanıyor. Örneğin Sari kentinde kadınlar yaktıkları büyükçe bir ateşe başörtülerini atarak sürdürüyorlar direnişlerini. Ateşin etrafında başları açık, dans ederek.
Başörtüsünü aştı
Ancak gelişmeler başörtüsü protestolarının da ötesine geçti. Başkent Tahran’da kadınlı erkekli binlerce gösterici ”Hamaney’e Ölüm” sloganlarıyla yürüdüler. Hamaney, ülkedeki, tüm gerici, kadın karşıtı uygulamaların bir numaralı sorumlusu. Öfkenin ona yönelmesi aynı zamanda rejimin de hedef alındığını gösteriyor. Arap nüfusun ağırlıkta olduğu Bender Abbas’da da benzeri sloganlarla yüzlerce kişi sokaklara döküldü. Polis araçlarının yakıldığı Meşhed kentinde de göstericiler “İslami yönetim istemiyoruz” sloganları attılar.
Hayat pahalılığın, elektrik kesintilerinin bıktırdığı halk için İslami rejimin özellikle bireylere ahlak aşılama adı altında yıllardır baskı uygulaması sosyal yaşamı da çekilmez hale getirdi. Bu da kitlesel öfkeyi gittikçe arttırıyor. Ülkedeki orta sınıfın da sosyal yaşamdaki en temel insan haklarının kısıtlanmasından duyduğu rahatsızlık da yükseliyor.
İran’ın elbette en doğal hakkı olan, barışçıl amaçlar için kullanacağını defalarca açıkladığı nükleer faaliyetleri yüzünden uluslararası tecritle karşı karşıya kalmasına gösterilen toplumsal anlayış da tükenmiş görünüyor. Rejimin ambargolar yüzünden zor durumda olan halka yönelik baskıcı politikalarından vazgeçmemesi sonunu hazırlıyor belki de.
Dış güçler etkisi
Ülkedeki kitleselleşmeye başlayan halk hareketine “dış güçler”in sızma ihtimali de elbette var. Ancak olan biteni, nasyonalsosyalistmollagillerin “dış güçlere” bağlama tuhaflığına da düşülmemeli. Emperyalizm bir ülkeye en zayıf yerinden girer, malum. İran’a da çeşitli araçlarıyla, kollarıyla kitle haraketlerini yönlendirmek ya da kendi amaçları doğrultusunda (Mısır’da olduğu gibi) manipule etmek için girecek ya da zaten var olanlarla birleşecek. Bu halk hareketinin niteliğini değiştirmez elbette.
Öncelik gerici rejimin alaşağı edilmesi, kadınların, halkın tümden özgürlüğünü kazanmasıdır. İran’da olan halk hareketidir, bulandırmanın anlamı yok.
Çok belli ki, Meşrutiyet Devrimi’ni yapan, Şah’ı deviren, İslam Devrimi’ni gerçekleştiren kadınlar şimdi de başörtüsü karşıtlığıyla rejimi yıkacak.
Belki zor ama asla imkansız değil.