Türkiye’nin Barış Pınarı Harekâtı’na engel olamayan ABD Başkanı Donald Trump iki ülke ilişkilerini onarılması çok zor bir şekilde tahrip ediyor.
Türkiye’ye karşı kullandığı diplomatik nezaketten çok uzak üslubu giderek daha da çirkinleşti.
Üslubunun düşük düzeyi gibi çelişkili içeriğiyle de Türkiye-ABD ilişkilerini tarihinin en dip noktasına çekiyor.
Son olarak Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a gönderdiği iddia edilen bir mektup ABD basınında yer aldı. Her cümlesi bir skandal olan bu mektubun gerçek olduğuna inanmak çok zor ancak iki ülke yetkilileri tarafından da yalanlanmış değil.
Trump, Erdoğan’a yazdığı mektupta, “kabadayı olma, aptal olma” gibi ifadeler kullanıyor. YPG’nin başındaki terörist için “General Mazlum” diye söz ediyor. Erdoğan’ı, Mazlum’la müzakereye davet ediyor. Trump’un “general” rütbesi verdiği bu kişi Türkiye’nin arananlar listesinde yer alan Mazlum Kobani kod adlı Ferhad Abdi Şahin…
Neresinden tutarsanız tutun elinizde kalan bu mektuba Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve diğer yetkililerin ne yanıt verdikleri bilinmiyor. Büyük olasılıkla Erdoğan’ın ABD Başkan Yardımcısı Pence’i kabulünde karşılığı verilecektir.
Johnson Mektubu’nun bile yanında masum kalacağı bu mektubun her cümlesi Türkiye-ABD ilişkilerine atılmış bir dinamit gibi.
Türkiye Cumhuriyeti’nin böyle düşük düzeyli bir mektubu kabullenmesi ve karşılıksız bırakması düşünülemez.
SKANDALLARIN ARKASI KESİLMİYOR
ABD kaynaklı skandal bu mektupla da bitmiyor.
Barış Pınarı’na karşı aldıkları ve alacaklarını söyledikleri önlemler arasında da diplomatik nezaketi, devlet sorumluluğunu aşan yönler var.
Bunlardan biri ABD’nin Türkiye’nin üç bakanını kısıtlama uygulaması. Milli savunma Bakanı Hulisi Akar, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Fatih Dönmez yaptırım listesinde yer alıyor. ABD’den gelen son haberlere göre Senato’ya sunulması beklenen yaptırım listesinde Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve ailesi ile Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay’ın yer alması söz konusu.
Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı’na böyle bir kısıtlama getirilmesi başka bir neden aramadan iki ülke ilişkisinin sona doğru götürülmesi anlamı taşır.
Başkan Trump’ın ve ABD yönetiminin Türkiye’ye karşı bu ve benzeri kararlar almasının, İsmet İnönü’nün Johnson’a verdiği “yeni bir dünya kurulur Türkiye de yerini alır” yanıtından da fazlasını hak ettiği açıktır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan kendisi ve ailesi için vize kısıtlaması öngören bu önerilere karşı şu yanıtı verdi:
“Bize ülkelerine girme yasağı koyan ülkeler var onların da iyi düşünmesi lazım. Bu ne demektir? Türkiye gibi bir devlete siz ülkenize girme yasağı koyacaksınız. Bize düşen nedir? Hayırlı olsun. Gelmezsek ne olur? Batar mıyız? Biter miyiz? Böyle bir şey mi var? Çok mu meraklıyız? Ve düşünün şahsıma, aileme, 3-4 tane bakan arkadaşıma vize yasağı koyuyorlar. Bu, siyasetten zerre kadar nasibini alan insanlara yakışır mı? Bir ülkeye, bir devlete bu yakışır mı? Siyaset, duygusallık sanatı değildir."
Trump ve yönetiminin bu ölçüsüz sözleri ve girişimleri karara dönüşürse, herhalde verilecek karşılık da Erdoğan’ın bu sözleriyle sınırlı kalmayacaktır, kalmaması gerekir.
Türk-Amerikan ilişkileri tarihinin en ağır krizinden geçiyor. Trump’in dengesizliği, yeniden seçilme kaygısı, ABD’deki iç politik koşullar gibi gerekçeler Türkiye’ye karşı ısrarla sürdürdüğü hakaretleri izah etmez.
Ankara, Trump ve ABD yönetimine hak ettiği karşılığı vermezse bu, telafisi olanaksız tarihi bir hata olur.